• yüreğimi sızlatan meret. ne vakit bu adı duysam, cız eder içim... yıllardır rahmet içinde, mezarındaki dedem, ben bu adı duyduğumda huzursuzlanacak, yattığı yerde keyfi kaçacak gibi gelir.

    babamın babasıydı. 95 yaşındaydı. polisti. çocukluk sevdası karısını ve bir de evladını toprağa vermişti. ve kim bilir kaç tane yoldaşını. huysuzdu. evinde bakıcı istemedi, yalnız yaşamaya diretti. biz sadece yemeklerini yaptık, koyduk dolabına. o, her sabah kahvaltısını hazırladı, camiye gidip arkadaşları ile saatlerce vakit geçirdi, akşam yemeğini yedi ve erkenden uyudu. 95 yaşında, sapasağlam bir koca çınardı dedem. bir gün trafik kazası geçirmiş. küçük bir kaza. şöförün söylediği, dedem düşmüş aracın üzerine. biraz kanamış başı. zaten camiden dönüş saatini epey geçtiğinden yollara düşmüştü annem. evin ve caminin uzağında olmuş olay. anlam veremedik. kendisi de itiraf etmedi o zaman. çok değil birkaç hafta sonra, evin bir sokak ilerisinde, camiden dönerken görmüşler. ama dedem avare. 30 yıllık komşusu anlamaz mı? bir sorun var. dedem apartmanın önünden bile geçiyor ama çıkartamıyor sanki muhiti. hemen bizi aradı. doktorlar, hastaneler derken teşhisin konulması uzun sürmedi. alzheimer.

    2 hafta öncesinde, günlük bütün ihtiyaçlarını karşılayan, her allahın günü camiye giden, arkadaşlarıyla vakit geçiren ve yaşına rağmen yalnız yaşayan dedem, bir anda çöktü sanki. insan inanamıyor. bir hastalığın, bu kadar süratle etki edebileceğini kabul edemiyor. ilk aşamalarında, yatılı bir bakıcı bulundu, kendi evinde yaşaması iyidir dediler. sonra ne derlerse desinler, bizim eve geldi. en iyi annem bakardı.

    alzheimer, unutkanlıkla eşleştirilir hep. oysa alzheimer unutmamaktır. dedem, babam dışında, biri toprakta kalan 3 evladının ve torunlarının vefasızlığını hiç hatırlamadı belki, ama ben ölsem unutmam. hastalığından sonra 2 bayram gördü dedem. o iki bayramda, samimiyetsizce bizim evimize doluşmalarını unutmam. el gibi bir saat oturup, hemen nasıl siktir olup gittiklerini unutmam. ayda bir kez açılan telefonları unutmam. ben, dedemin cenazesinde nasıl kan yaş ağladıklarını, unutamam. nasıl bir ikiyüzlülük, nasıl bir adilik. adı ölüm diye, salya sümük ağlaşıyorlar. onları ağlatan dedemin ölümü değil kendi vicdanlarıydı. vefasızlıklarından utanıyorlardı belki.

    cenaze sonrası evde taziyeleri kabul ederken, iki kişi ağlamadı hiç. ben ve annem. ikimiz de gerçekleri biliyorduk, dedeme karşı yüzümüz yerde kalmadı, hiç bir utancımız yoktu ona karşı. yapacağımızı yapmıştık ve helallik almıştık. dedem kurtulmuştu. ağlamadık.

    7 ay tutunabildi dedem. en iyi tedaviler, en iyi bakım ama nafile. sadece 7 ay. hiç direnmedi hastalığa.

    ne zaman evden çıkacak olsam, gece veya gündüz fark etmezdi, " vazifeye mi? " diye sorardı. kendisi gibi polis sanıyordu beni de sanırım. kalbini kırmadım hiç. hep vazifeye diye çıktım evden. bir de hep " iyi geceler"imiz vardı. günaydın da "iyi geceler"di bizim evde, iyi geceler de. suyunu zorla eline tutuşturmasak, asla susamazdı. zorla yemek yedirmesek, acıkmazdı. salonda bir koltuğu vardı, kuş gibi otururdu orada. bazen merakına yenilirdi, evi keşfetmeye çalışırdı, ancak beyini ne yazık ki kısa devre yapıyordu ve o anlık akış kesilmelerinde kontrolsüzce yere düşüyordu. o yüzden tuvalete birlikte giderdik. banyoyu birlikte yapardık. ne zaman olacağı belli olmuyordu düşüşlerin ve çok sık olmaya başlamıştı. kontrole gittiğimizde, dedem hangi ayda ya da hangi yılda olduğumuzu hatırlayamadı. kağıda öylesine, hatırladığı bir şeyi yazmasını istemiş doktor. dedem, sadece annemin adını yazdı. kendi oğlundan önce anneme güveniyordu çünkü. tüm bakımını annem yapıyordu, ben sadece yardımcı olabiliyordum.

    aylarımız böyle geçti. iyice ağırlaşmaya başladığı günlerde, bir anlık yanından ayrıldım. bizimkiler işe gitmiş. dedemin ayak sesini duymamla fırlamam bir oldu ama ellerimden kayıp gitti. kötü çarptı, başı çok kanadı. temizleyip yatağına yatırdım. başında kocaman bir buz torbası. tuvalete gittik beraber, döndük. bir anda ağlamaya başladı. sanırım anlık bir berraklık haliydi ve yaşadıklarını düşününce üzülmüştü. " beni bu hallerde mi görecektiniz?" dedi. 23 yaşındaydım, 95 yaşındaki dedeme söyleyecek tek söz bulamadım. karşılıklı ağladık da ağladık. bir kaç aydan sonra, son iki haftası yoğun bakımda geçti. son hafta bilinci kapalıydı. ama ölmeden önceki 5. günüydü sanırım, yoğun bakımdan beni uğurlarken öyle bir baktı, öyle bir el salladı ki, ağlamaktan yürüyemedim bile. tam o anda veda ettik biz birbirimize. yine bilincinin berraklaştığı ender anlardan biriydi ve bana öyle veda etmişti.

    ben ne zaman bu hastalığın adını duysam, dedemin ağlamasını hatırlarım. " beni bu hallerde mi görecektin?" deyişi gelir aklıma. sanki ona baktığımız zamanlar için yüzü düşer. tuvalete götürdük diye utanır. sanki beraber geçirdiğimiz o aylardan dolayı mahçup olur. keşke 10 yıl daha yaşasaydı, keşke o hastalığa direnseydi de biz 10 yıl daha öyle baksaydık ona. hiç erinmezdim. manevi olarak çöktüğümüz zamanlar olmadı mı, tabi oldu. çok zor bir bakım süreciydi. ama hepsine değerdi dedem. helali hoş olsun. ben bunların hepsini unuttum. unutmadığım şey, dedemin hastalığı yüzünden bilemediği vefasızlıklar. o hiç bilemedi evlatlarının vefasızlığını, ben de hiç unutmadım. şimdi babamın ailesinden kimseyi tanımam. zaten 3 tanesini severdim. babanem rahmetli olalı epey oldu. dedemden bir yıl önce filan, amcamı da ağırlamıştık bizim evde. kanserdi. çok dayanamadı. nihayetinde dedemin de ölümü ile, babamın ailesi tek kişi kalmıştır benim için... babam.

    yıllar sonra şu yüzden düştü aklıma... amcamın oğlu aradı. numarası zaten yok bende, sesinden de tanıyamadım. adını söyledi yine tanımadım. zaten araba kullanıyorum ve aklım çorba gibi. bir tanıdık vesilesiyle bana ulaşmış, büyük ihtimalle tutuklanacak biri için ankara' nın bir ucundaki adliyeye yetişmeye çalışıyorum. neyse dedim, tanımış gibi yaptım ama tanımamışım amcamın oğlunu. bana, şu an yanına gittiğim kişinin kendi mesai arkadaşı olduğunu ve ona göre ilgilenmemi söyledi, ricada bulundu. konuşmanın sonlarına doğru ses tonundan yakaladım kimle konuştuğumu. kendi öz babası, bizim evimizde kanser ile savaşırken, o sesi hiç duymamıştım telefonda. kendi dedesi için de bir defa bile benim telefonuma ulaşmamıştı. bu ne yüzsüzlüktü. bende kalan bir hatırı olduğunu filan mı sanıyordu acaba. resmen sinirden köpürmüş halde telefonu kapattım. çok evvelden hak ettiği iki çift lafı etmemişsem, rahmetli babasının bendeki saygısından, saydığım 3 kişi arasında oluşundandır. eskaza diğer amcalarımın çocuklarından biri olsaydı arayan, hak ettiğini duyardı.

    bu hastalık da bulaşıcıdır. hastanızı toprağa verdikten sonra, onun unuttuğu herşeyi, ömür boyu hatırlamak şeklinde bulaşmıştır hastalık bünyenize. bendeki tanımı, unutamamak hastalığıdır.
  • en çok korktuğum hastalık.

    anneannemi bu hastalıktan dolayı kaybettik. son zamanlarında bana bakıp babamı göstererek sorardı bu bizim babamız değil mi diye . insanın kendisini unuttuğu bir hastalıktan daha kötü ne olabilir. yaşadığınız tüm deneyimler sizi şu anki karakterinize getirdi. onlar yok olursa siz ne olursunuz. dollhouse daki silinmiş hafızalardakinden beter. yeni gittiğiniz bir evde tuvaletin yerini bile öğrenememek ne fenadır.
  • yıllar yıllar önce bir bebeğin başında bekliyorsun; bebek hasta; bronşit olmuş, 6 aylık. sen 2 gece başında bekliyorsun. daha önce yapmamışsınız ama bacağında sallıyorsun sabaha kadar uyumadan. küçük torunun o senin ve daha 6 aylık, ne hissettiğini dile getiremiyor. iyileşsin diye bekliyorsun. iyileşiyor senin sıcak kollarında.

    yıllar yıllar sonra biri başında bekliyor. bronşit olmuşsun. o gunku bebek başında bekliyor. hastanedesiniz. ne hissettiğini söyleyemiyorsun. kaç yaşındasın diye sorulunca "40 varımdır herhalde" diyorsun. 83'sün. torunun hastanede başında bekliyor göğüsündeki hırıltı geçsin, iyileş diye. 2 gece.. iyileşiyorsun.

    yıllar yıllar önce hafta sonlarında torunların sende kalıyor. banyo vakti, ikisini küvete sokuyorsun. dünyanın en zarif, küçük ellerinden beklenmeyecek kadar kuvvetle onları keseliyorsun. kaşların çatık ama gülüyorsun da. paklıyorsun torunlarını bir güzel. sonra bir güzel giydiriyorsun onları.

    yıllar yıllar sonra yıkanman lazım ama bilmiyorsun. küçük torunun seni ikna ediyor, banyoya sokuyor. çok seviniyorsun suyu görünce. torunun ne derse kaşların çatık, yüzünde gülümsemeyle yapıyorsun. "kolunu kaldır, hadi bakalım şimdi öbür kolunu.." çok hoşuna gidiyor. banyodan çıkınca "allah razı olsun, bugün hiç halim yoktu" diyip alnından öpüyorsun torununu. seni kremleyip giydiriyor, çok hoşuna gidiyor.

    yıllar yıllar önce torunlarına biteviye aynı masalları okuyorsun istediler diye. küçük torununun favorisi kül kedisi. parmağı ağzında öyle dinliyor masalı. tekrar oku diyor bitince, okuyorsun.

    yıllar yıllar sonra torunlarına tekrar tekrar soruyorsun "kaça geçtin?" "okul nasıl?" diye. sana cevap veriyorlar. tekrar soruyorsun tekrar cevap veriyorlar.. "bizim okul bitti, çalışıyoruz artık" diye. "ne güzel, allah zihin açıklığı versin" diyorsun.

    yıllar yıllar önce büyük torunun 4 yaşındayken ona yüzmeyi öğretiyorsun. belinden tutuyorsun yüz üstü dururken o, ""korkma ben seni tutuyorum" diyorsun. korkmayıncaya kadar bırakmıyorsun. korkmadığı zaman zaten yüzer hale geliyor. 2 sene sonra küçük torunun 4 yaşındayken ona da yüzmeyi öğretiyorsun aynı şekilde.

    yıllar yıllar sonra; yüzmeyi çok severdin, bir yaz yüzmemeye başlıyorsun. denize gitmiyorsun bir türlü. aradan 4 yıl geçiyor. yüz istiyor kızların, torunların. çünkü çok az hareket ediyorsun artık. "3 gündür bacaklarım ağrıyor, ondan yatıyorum" diyorsun. oysa 4 senedir yatar haldesin genelde. seni denize sokuyorlar. büyük torununa güveniyorsun, bırakma beni diyorsun. "korkma ben seni tutuyorum" diyor. belinden tutuyor. 4 seneden sonra seni yüzdürüyor. ertesi gün denize girdiğini inkar edecek olsan bile, çok mutlusun.

    anneannemiz 4 yıldır bambaşka bir alemde. annem bakıyor ona. bizim derdimiz anneannemizin rahatlığı mı annemizin ruh sağlığı mı karışmış durumda. elimizden geldiğince yardımcı oluyoruz; anneanneme mi anneme mi bilmiyorum..

    annemin gözleri onu severken doluyor arada, ama anneannem 4 senedir hiç ağlamadı. annem ablası biz de yeğenleriyiz çoğunlukla. büyüme çağında olduğumu, göğüslerimin büyümeye başladığını söylüyor. ama hayır anneanne, ne yazık ki benim göğüslerim bu kadar büyüdü:) ve sen hala ailemizin en güzel, en zarif, en şık giyinen, en asil, en edalı kadınısın. başımızdan eksik olma e mi..
  • hiç olmazsa rahat uyusun diye doktorlarca tavsiye edilen ilaçlar da fayda etmiyor bu yorucu rahatsızlığa. her iki gecede bir hemen hiç uyumadan geçiriyorsunuz. ama ben çözümü buldum, onun için verilen rahatlatıcı uyku ilaçlarını artık kendim alıyorum.
  • matmatah'nın archie kramer adlı albümünün sekiz numarası. sözler:

    septembre arriva comme la plus claire des missives
    les vendanges avancées d’une vengeance tardive
    jamais on ne trouva tel scénario pour un james bond
    god bless america et tout le reste du tiers-monde

    avril se terminant, nous en colle une dans les gencives
    ne trouvez-vous donc pas l’histoire un peu répétitive ?
    même si nous n’étions rien cet hiver 1933
    du fond des couilles de nos grands-pères
    nous n’avions jamais prévu ça
    du fond du cœur de nos grand-mères
    nous ne voulons plus jamais ça.

    tomorrow already knows the rise and fall of the rose

    septembre un an plus tard, a déjà pointé ses ogives
    parce qu’aujourd’hui la folie se doit d’être expéditive
    n’avons-nous pas le temps de leur donner la moindre chance ?
    selon les dires de nos amis et de leur présidence
    laissons la poésie aux ministères de la défense

    avril ramasse les premiers fruits de la guerre préventive
    pourris, à vomir devant l’homme par qui la « paix » arrive
    du pétrole et du sang pour un peu plus d’or à fort knox
    la meilleure façon de gagner du fric, c’est à l’intox
    la décadence d’une amérique, à contempler sur fox

    quatre années que nous attendions ces soirées de novembre
    faisons pleuvoir les confettis pour couvrir les cendres
    le monde entier attend son nouveau super-président
    accordez donc le droit de vote à nos vieux continents
    les caprices de gamins, on en fait moins ces derniers temps.

    ou alors régressons fatalement,
    eternellement. des débutants.
    avec la peur comme exutoire à l’ignorance
    alzheimer en prof d’histoire de nos enfances.
  • "alzheimer hastalıkların en kötüsü. kötü olan bu hastalığın acımasızlığı. unuttuğunu bilmek. unutmanın yarattığı hüsran, kafa karışıklığı ve utanç."
    (glenn collins, 1994, enduring a disease that steals the soul*, new york times)
  • sürekli beynimin bir köşesini kemiren hastalık... zaten iş, güç, aile vb binbir parçaya bölünmüş bendenizi daha da yıpratmaktadır. genetik olduğu söylenirdi ama aileden hiçkimsede görülmemiş olmasına rağmen, en değerli varlığım, beni dünyaya getiren annem ile şu genç yaşında kendini göstermiştir.

    önceleri yakıştıramadık kendisine, yok olamaz, ailede bile görülmedi dedik. doktorlar da karar veremedi bir süre, beyin damarlarında daralma, demans vb. diğer ihtimaller üzerinde duruldu. ama artık yok, bu hastalık alzheimer idi. en azından tıbbın şu an sahip olduğu bilgiye göre.

    şimdilik hastalığın ilk evresinde olduğundan dolayı, çevresindekilerden daha ziyade kendisini üzüyor bu hastalık, bunu hissediyorum. eminim çoğu zaman "neden eskisi gibi değilim" diye soruyor içten içe, buna canını sıkıyor. eskiden çok kabiliyetli ve on parmağında on marifet olan bir insandı, ancak şimdi öyle mi? ileride bu halini de aratacak biliyorum, daha başlangıçtayız ama elden hiçbir şey gelmiyor. ilaç da verdiler tabii ama ne kadar fayda sağlarsa artık. derin düşüncelere dalmasını ve üzülmesini engellemenin, onu mutlu etmenin hastalığı bir nebze yavaşlatacağı söylendi sadece. insan bunu da daima başaramıyor. başarmaya çalışsa da yaşamın bütün parametrelerine hakim olamıyor. insanoğlu hakikaten büyük bir acziyet içerisinde. zavallı. önemli bir hastalıkla karşılaştığında bunu daha iyi anlıyor.

    hastalık yoktur hasta vardır kaidesi gereği, her insanda farklı belirtilerle ortaya çıkabiliyormuş alzheimer. bizdeki belirtiler, konuşma yetisinin zayıflaması, kelimeleri hatırlayamadığı için cümle kurmada çekilen sıkıntılar, eskisine nazaran ev işlerinde çok daha az iş yapabilmesi. zamanla, tarihlerden, gün, ay ve yıl kavramlarından uzaklaşması, gündemi takip edememesi. para hesabı yapamaması. ve belki de en kötüsü algılamadaki zayıflık. doktorlar bu hali çok iyi, en azından kendi işlerini kendisi yapabilecek yetenekte diyerek, bizi geleceğe hazırlamaya çalışıyor belli ki. canım annem, hiçbir şeyden uzak kalmamaya çalışıyor, konuşulan her şeyi anlamaya çalışıyor, bu durum beni çok yaralıyor.

    belki de genetik olduğu doğrudur, birkaç kuşak öncesinde, bizim bilmediğimiz birkaç akrabada vardır. nedense ben de bu hastalığı yaşayacağımı düşünüyorum. bu bir korku değil, düşünce sadece. tüm telefon rehberini hafızasında tutan ve matematik zekası iyi olan bir insandı annem, ben de göreceli olarak böyleyim. genç yaşta emekli olmasının neticesinde beyin fonksiyonları eskisine göre daha az çalıştığı için belki daha erken yakalandı. muhtemelen parametreler kümülatif bir şekilde etkili oldu; emeklilikten sonra içine düşülen boşlukta eskiden kafaya takmadığı, düşünmeye vakit bulamadığı çoğu şeyle karşı karşıya kalması ve hassas bir insan olduğu için en ufak sorunu kafasında büyütmesi. belki de bunlar benim yersiz tahminlerim, sonuçta konuyla ilgili bilimadamı değilim.

    çok geniş bir kitleyi etkilediği için hastalıkla ilgili çok sayıda çalışma varmış. söylenenlere göre, birkaç yıla kadar aşı geliştirilme ihtimali ve bu aşı ile en azından hastalığın durdurulması söz konusu olabilirmiş. ama kendimi bildim bileli "kanser için aşı geliştirildi" temalı ana haber bültenleri var, ve maalesef elle tutulur bir sonuç çıktığını görmedim, buna umut bağlamalı mıyım, bilemiyorum. yine de bu ihtimale karşı annemin zihnini o vakte kadar açık tutmaya çalışıyoruz. allah'tan umut kesilmez. dua ediyoruz, böyle bir acziyet karşısında yapılacak çok da bir şey yok: "allah beterinden saklasın, bugünlerini aratmasın"

    canım annem her geçen gün daha kötüye gidiyor. ara sıra sanki duraklıyor ve beklenmedik olumlu belirtiler gösteriyor, sevindiriyor bizleri. ancak şu bir gerçek; maalesef onun bizlere verdiği emeğin karşılığını biz ona veremiyoruz. istesek de veremeyiz çünkü o bir anne, onun seviyesine erişemeyiz.
  • internette köri ve hindistancevizi yağı gibi farklı besinlerin iyi geldiğiyle ilgili yazılar var. araştırmakta fayda var sanki.
  • önlem olarak aşağıdaki egzersizin de tavsiye edildiği berbat hastalıktır.

    mümkünse, her sabah veya akşam, günde bir kez olabilir, sert bir zemin üzerinde çıplak sağ ve sol ayak üzerinde, gözleriniz kesin tam kapalı her iki kolunuz yanlara t şeklinde açık, yaklaşık 30 sn.'de 100'e kadar, tek ayak üzerinden "sesli" sayarak denge'de durma eğitimine vücudunuzu ve beyninizi mutlaka acil alıştırınız.

    ilk bir hafta sayamamanız çok normal. ilk bir haftadan sonra, 100'e kadar sayarak bu eğitime vücudunuzu alıştırırsanız, ileride kesinlikle alzheimer konusunda sorun yaşamazsınız.

    kaynak: amerika'da yaşayan kalp cerrahı prof. dr. mehmet öz
  • şerden öte hayır da olabilir; insana verilen son bir şans da olabilir.

    #22584868
hesabın var mı? giriş yap