• bir yazı başlığıydı sanırım, kitaplığımı düzene koyarken, atmaya karar verdiğim dergilerden birinde gördüm. o kadar haklı geldi ki. hayatın sıkıcılığı, yaşadığımız depresyonlar, bunalımlar, ayrılıklar, hüzünler, iç sıkıntıları.. anneye anlatsan, anne üzülür çünkü. dayanamaz. karnının ağrıdığını söylediğinde gece uyanıp yanına gelen, kapıdan yüzünü görüp ağrı çekip çekmediğini anlamaya çalışan anne, platonik aşık olduğunuzu öğrense kötü olur mesela. yüreciği kaldırmaz.
    bazı acıları ise anlayamaz nedense. anlayamazmış gibi göründüğü acılar da vardır o anne-çocuk dengesini korumak uğruna. bu yüzden saklı kalır bazı acılar.
    -anne, denir bazen.
    -he annesinin gülü, der. biter her şey.
    nasıl denir ki, anne ben olmayacak bir işe giriştim diye. ya da anne ben bi bok yedim, cezasını çekiyorum, nasıl denir.
    denmez.
    anneye gülümsenir arada.
    şöyle bir bakar anne, "ne o, hasta mısın" der. "başım ağrıyo biraz" denir. "yat uyu biraz" der anne. süt getirir, içirir. odaya gidip kapı kapanınca ağlanır belki. ama anneye duyurulmaz hıçkırıklar.
    annenin sandığı kadar mutlu olamaz kimse. anneye biraz rol yapılır.
  • benim annem ev hanımı, yani dışarda çalışmıyor. dışarı ile en büyük işi market alışverişi. yanlış anlaşılmasın. işi basitdir demek istemiyorum. 5 kişilik bir ailenin yıllaar boyunca bir gün bile ara vermeksizin önünü arkasını toplamak, onlardan önce her sabah kalkmak, bütün gün ev içinde ve dışarda koşuşturmak ve evi ayakta tutmak her faninin harcı değildir. ama anladınız işte, şu insanoğlunu en fazla yiyip bitiren evin dışında olup bitendir. yani iş, güç hayat gaylesi zart zurt... ama ev hanımı anneler bunları bilmez. yoktur öyle bişey onlar için... dolayısı ile olaylara bizim gibi bakmazlar.. basit bir flow chart ile olaya bakarlar:

    sağlığın yerinde mi? evet
    işin gücün var mı? para kazanıyor musun? evet
    sonuç: iyisin sen o zaman allaha şükür...

    - nasılsın oğlum?
    - (bok gibiyim anne, bu hayat çarkları arasında şaşırdım kaldım, yetiştirmem gereken bi sürü iş var ama ben de yetiştirecek ne azim kaldı ne istek... sürükleniyorum dibe gidiyorum gibi) iyi değilim anne aslında!
    - niye? hasta mısın yoksa?
    - yok değil de iş güç anne yaa... daraldım da
    - daralacak ne var yavrum. allaha şükür sağlığın yerinde.. bak işin var gücün var.. tabi ki çalışacaksın gençsin.. gençken çalışacanki...
    - e tabi anne öyle de işte
    - yok yok.. yüksünme öyle.. gül gibi işin var.
    - evet anne haklısın
    - hah.. şöyle.. allaha şükür de... iyisin sen..
  • anne pollyanna olmaya en yakın varlıktır. bir gün durup da "anne ömrüm bu bok gibi enrji bulutu içinde geçti" demeye kalkıldığında, ki halt edilmiştir, "ama şöyle şöyle güzel günlerimiz oldu" diyerek tek tek güzel anıları ortaya dökecek olandır. hiç olmazsa "herkesin bi derdi var, bizimki de bu." diyip reçeteyi kesendir. oysa bunu kendi mutlu olduğu için değil, evlat denen varlığın "huzursuz olduğu enerji bulutu"nu dağıtmak adına yapmaktadır. işin enteresan yanı tüm bu "güzel anılar" bütününü ortaya saçıp dökerken, söylediklerine inanmaktadır da.
  • koca derdi yok, her ay maaşımı alıyorum, hafta sonlarım bana ait, hafta içi 08:00-17:00 arası çalışıyorum, 17 yaşında bir kızım var. annemin karşıdan gördüğü bu. mutlu sanıyor beni. ha bir de çok güçlüyüm sanıyor. aşamayacağım sorun yok sanıyor.

    biz küçükken anneler yanılmazdı ya hani, meğer yanılmışız. anneler yanılıyorlar, hem de çok yanılıyorlar. önceden annemin beğenmediği bir ayakkabı bile alsam, tabir-i caizse hayrını görmezdim onun hiç. elimde patlardı resmen, verdiğim paralar da boşa gitmiş olurdu. şimdilerde ise olmuyor artık öyle şeyler. üzülmeye yer mi arıyorum, yoksa çok mu kolum kanadım kırıldı da her şey üzüyor beni emin değilim.

    ama ben mutlu değilim. ben huzurlu da değilim. güçlü de değilim. aslında hiçbir şey değilim ben.

    ve annem bunu bilmiyor. tanımıyor ki beni. çıkmışım 18 yaşımda yanından ta 38 yaşımda geri dönmüşüm.

    o arada ona ne anlattıysam onu biliyor. anlatmadıklarım hakkında en ufak bir fikri yok. bazı anlattıklarım hakkında da kendine ait fikirleri var, anlaşamadığımız ve beni yargıladığı fikirleri...

    olsun, annedir...

    bunu söyleyince çözülüyor mu her şey? çözülüyor mu?
    anne olması mıdır bir insanı temize çıkaran?
    ya da en kolay suçladığımız annemiz midir, kendini evladı karşısında savunmayan?

    kızım bunları hissetse üzülür müyüm diye çok düşünüyorum. bilmiyorum belki de fazla düşünüyorum. düşünüyorum diye mi mutsuzum, mutsuzum diye mi düşünüyorum, annem beni mutlu sanıyor diye mi buradayım, buradayım öyleyse var mıyım ve annem beni mutlu mu sanıyor ki?

    mutlu olduğumu nasıl düşünebilir? aslında beni delirten nokta bu.

    onu, affetmeye de hazırım aslında, beni mutlu sandığı için, tanımadığı için, gözünün önündekini görmediği için affetmeye hazırım; ama her şey sırayla...

    önce bir kendimi affetmeliyim...
  • annemle her konuşmamızda içimden geçen cümle.
    onların zannettiği kadar rahat değiliz, onların anlayamayacağı sorunlarımız var. onları üzmemek için bir sürü şeyi anlatamıyoruz.

    "beni merak etme" lafını o kadar çok kullanıyorum ki: üşütsem öksürmeden konuşmaya çalışıyorum, hastalansam iyileşince gidiyorum yanına. sinirden delirsem herşey geçtikten sonra hafiften anlatıyorum. o da alıştı artık, doğru mudur beni rahatlatmak içindir mi bilmem, "merak etmiyorum yavrum seni, iyi ol" deyip duruyor. bir gün gelip de "anlat" demesinden korkuyorum.
  • hem öyle hem değil.

    evet belki annemizle en derin depresyonlarımızı ve varoluşsal kaygılarımızı konuşmuyoruz. konuşanlar vardır elbette onları tenzih ederek söylüyorum. ama öte yandan o göbek bağı da kolayına kesilip atılmıyor.

    geçtiğimiz yıllarda kişisel rekoruma gidecek uzunlukta bir ilişki yaşamıştım ve partnerim bey çok sosyal olduğundan bir anda ailemin içine girmişti. hem de adı melek olmayan anneme "melek anne" diye seslenecek kadar. ayrıldığımız vakit bir süre anneme söyleyemedim. artık başarısızlık korkusu mu, annemi hayal kırıklığına uğratmama isteği mi nedir tam olarak bilmiyorum ama işte bir ay kadar geçiştirdim annemin onunla ilgili sorularını. ve nihayet ayrıldığımızı söylediğimde, benim her şeye aşırı kaygılı tepkiler vermesi ile ünlü annem "olsun çocuğum, zaten hayatını kolaylaştırmıyordu, zorlaştırıyordu. eminim böylesi hayırlı olmuştur" dedi.

    o vakit anladım, bazen kendi sandığımızdan çok fazla annemiziz.
  • bu cümlenin içinde saklanmak istiyorum.
    annem görmesin.
  • annemin çeyiz sandığı kadar mutlu değilim.
  • anne olana dek (bazen de istisnai durumlarda babalar için de geçerli olabilir) ve hayatını "tamamen, kayıtsız şartsız, küsmecesiz darılmacasız, aldatmacasız, karşılık beklemeksizin" birine adamaya başlayana dek kullandığımız hayatlarımızın vazgeçilmez repliklerinden biri. üstelik de herzaman sesli değil, çoğu zaman içimizden söyleriz belki bunu, bazen taa annenin gözlerinin içine baka baka..

    annemle en son iki gün öncesinde yaptığım bu mutluluk/mutsuzluk konuşması üzerine karar verdim ki onun mutluluk anlayışı ve benimki arasında değil bir kuşak, baştan sona öylesine fark var ki. beni özendirdi onun mutluluk anlayışı fazlasıyla, kendi halime üzüldüm içten içe. ona göre mutlu olmamı gerektirecek her şey parmaklarımın ucunda, bana göre mutluluk dediğin şey tesadüfen karşıma çıkacak yüzlerce yoldan yalnızca bir kaçının sonunda. orlara varabilirsem bir gün eğer, bakıcam ve görücem ki annem beni bekler o yolların ucunda. beni yine o mutlu imajınla ağlattın anne, mutsuzluğumu biraz olsun hissettirdiysem sana, yine kızıcam kendime seni mutlu edemedim diye.

    ısrarla "ıssız adam" filmindeki alper'in repliği takılıyor aklıma: zor be anne çok zor
hesabın var mı? giriş yap