aşık mahzuni şerif
-
-
"anam da giyerdi baş örtüsünü
ele güne açmak için giymedi
allah'a inandı dini bütündü
amma hak'tan kaçmak için giymedi
beyaz saçı serin serin tarardı
bilirdi örtünmek neye yarardı
edebiyle siyah poşu sarardı
vaşinkton'a uçmak için giymedi
anlardı iffeti korumaz örtü
içine yansımış böyle bir dürtü
ne kur'an ın ne de kafirin şartı
fiyakalar saçmak için giymedi
iman örtülmezdi bunu bilirdi
gene de tarladan örtük gelirdi
güzellere bayılırdı ölürdü
gizli gizli göçmek için giymedi
gençliğinde al yeşildi yazması
bir elinde kürek ile kazması
kötü derdi kapalının azması
hakka paha biçmek için giymedi
adı: "döndü" idi, ama dönmedi
doksan yıldır ışıkları sönmedi
başında yazmadan hiç utanmadı
istiklalden geçmek için giymedi
ak sütünü içtim ben o gelinin
ekmeğini yedim çatlak elinin
yakasından tutup dünya dölünün
ahirete geçmek için giymedi
anamdır yazmalı, bugünde dünde
bu kutsal bir yazgıdır, mahzuni sende
cumhuriyet kuran, meclis içinde
bir şeytani seçme için giymedi!!!"
1998, aşık mahzuni şerif -
bu topraklarda var olan en önemli hazinelerden biridir.
sarı saçlım mavi gözlüm
sana hasret sana vurgun gönlümüz
neredesin mavi gözlüm
nerde nerde nerdesin dost
bu gemi bu karadeniz
sarı saçlım mavi gözlüm
nerde nerde nerdesin dost
ararım izini dolmabahçe'den
bir daha dönmez mi bu yola giden
nerde nerde nerdesin dost
içimde sen gözümde sen
sarı saçlım mavi gözlüm
nerde nerde nerdesin dost
kurban olam yürüdüğün yollara
kara peçe yakışmıyor kullara
nerde nerdesin dost
uyan bak bizim hallara
sarı saçlım mavi gözlüm
nerde nerde nerdesin dost
bulutlar terinden dağlar kokundan
sarhoştur sevdiğim mahzuni bundan
nerde nerdesin dost
bir daha gel, gel samsun'dan
sarı saçlım mavi gözlüm
nerde nerde nerdesin dost
aşık mahzuni şerif
http://www.youtube.com/…v-p8ftkpezo&feature=related -
"
mahzuni dağlardan kar gibi savrul,
ulu çınar gibi gölgeli devril,
bey yalına tükür, kendi yağınla kavrul
her güzele bıyık burmaya değmez.
" -
`dolunaya tül düşmüş` adlı kitabında kendini şöyle anlatmış;
canlar!
şu satırları yazdığım anda tarih 6 eylül 1995 çarşamba günüdür. yani doğuşumdan yaklaşık 20440 gün veya 490560 saat sonra.
rakamlara bakılınca bir insan bu kadar nasıl yaşayabilir gibi bir soru takılıyor akla.
dolunaya tül düşmüş isimli eserimin başlığını kendim yazayım dedim. sonunu bizden sonraki kuşağın ozanları devam edeceklerdir.
oturduğum evlerde davetlerde, çıktığım konserlerde okuduğum doğaçlamalar ve hakkımda yazılan 6 kitabım yüzlerce kaset ve plaklarımla sanıyorum yaklaşık 20.000 kadar eser ürettim.
1960’lı yıllarda girdiğim ünlüler kervanından sonra, eserlerime bakarak bana çok tanımlar ithaf edildi.
memleketimde insan kesimlerince, zaman zaman alevi, sünni, devrimci komünist. sosyal faşist, kürt, milliyetçi ajan, din adamı, seyit, filozof gibi.
bu atıfların hiç birisi beni gerçek kimliğimden ayırmadı. bunların bir kısmın iltifat edip güldüm, diğer kısımlarını da dinleyip geçtim. çünkü bu ülkede misyonuma düşen çok önemli işler vardı ve ben onları başarmak zorundaydım.
bir ozanın tarihi işlevi neyse öyle yapmam gerekliydi.
çünkü ben özünde farklı insan köküne karşıyım. insanı tek asalet bildim. ve o inançta kalmaya da kararlıyım.
halk ozanlığı geleneği, asla ve asla yardakçılığı, ikiyüzlülüğü kabul etmez. bu yapı ozanın dik kafalı olduğunun tanımı da değildir. elbette ki bir insanın siyasi ve timsel tutkuları olabilir. ozanlarında özledir.
biraz daha açık olmam gerekirse, ben alevi bir aileden gelme olduğum için kök kültürümde alevi bektaşilik yatar.
bir de siyasi rengim vardır onu da açıklayım ki benim hakkımda düşünceleriniz netlik kaansın.
ben demokrat bir solcu ozanım.
ama benim solculuğum klasik solculuğun biraz kenarındadır.
hiçbir zaman radikal anlayışı tasvip etmedim.
insan sevgisi din anlayışımda en büyük işimdir.
ondandır ki insanlar, neye, kime hangi siyasete inanırlarsa inansınlar, aynı düşüncelere katılmayabilirim ancak, insanlara zor kullanmayı insanlara kıymayı şiddetle ve nefretle reddederim.
devlet ve yasalara saygılıyımdır, ancak bu saygım mevcut yasaların hepsini de beğendiğim anlamına da gelmez.
bu gün beni çağın iblisi grenler olduğu gibi, asrın pir sultanı olarak niteleyenler vardır.
ancak pir sultan abdal gibi bir tarih mazlumun izinde birisi olduğumu gizleyemem.
belki merak edersiniz diye yazmak zorunda kaldım.
özel merakların arasında bilindiği gibi müzik başta yer alır. sporu, resmi, tiyatroyu ve seyahati çok severim. bir de fenerbahçeli olduğumu bilesiniz.
1939 yılında afşin'e bağlı berçenek köyünde doğduğumu söyler büyüklerim. sanıyorum 1800'lü yıllarda hozat’tan antakya’ya oradan da elbistan’a göceden köylümüz dedeler köyüymüş amma, atalarım seyyitmiydi değimliydi bilmiyorum. olsalar da aslında umurumda değil. çünkü böyle bir iddiaya yaklaşmak bile istemiyorum. insan sevgisinin dinleştiği bir modern çağda, mezheple soyla sopla uğraşmanın vakti geçtiğine inanıyorum ayrıca gelenek tutkum ve aile köküm nedeniyle islamda aleviliğe, alevilikte de 12 imama karşı muhabbetim ve bağlılığımın olduğunu da itiraf etmeliyim.
çünkü bu bağlılık benim mezhepçilik anlayışımın dışındadır. tamamen tarihi bilgim ve tarih takibimin bir ürünüdür.
bunun dışında hurafenin kanatları altına sığınmış babalıklar hızırlıklar analıklar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. özellikle muska fal müneccimlik medyumluk sihirbazlık gibi olağandışı heveslere inanmıyorum. müspet ilmin bütün ulemalarına, tıp bilimcilerine, antropologlarına fikir ve sanat adamlarına, eğitimcilerine ve aynı bilim ışığı altında ter döken bütün emekçilere hayranım.
yani üç aşağı beş yukarı tanımak istediğiniz mahzuni şeirif'in aslı nesli budur işte. hiç bir fevkalade gizli bir erdemim yoktur.
yaradılışım hiçbir insan yaradılışından farklı değildir. şu çok iyi bilinmelidir ki ben kayıpların eseri olan bir mahzuni şerif. değilim.
doğdum yaşadım sonra da çekip gitmiyorum. sadece değişiyorum sonra da başka şeyler olacağım. çünkü bütün eşya ve canlılarda kuruluş bu terkipledir.
yarın toz toprak olan vücudum, daha başka yarınlarda yeniden iş yarayabilir. bütün maddeler gibi.
saygılar sunarım
mahzuni şerif:
not: ruhum geldiği yere dönecekmiş ben dünyada kalıyorum.
onu yakarlar mı bilmem, ama burada rahat uzanıyorum.
`` -
muzaffer özdemir hakkında şöyle demiş;
"anadolu halk ozanlığı ve halk sanatçılığı dalında bağlama en temel ötküdür. şimdiye dek binlerce bağlama ve saz ustası bağlamayı otantik kalıplar içinde çağımıza kadar tınlattılar. hacı bektaş'lı bir muzaffer özdemir var ki, ben onun parmaklarında çağdaş batı aryalarının sihirli ve sinsi iniltilerini dinlerken evrensel müzikte devingenliğin inanılmaz aparatlarına rastladım."
(bkz: ne içtiysen ben de istiyorum)
(bkz: sol jargon) -
mahzuni şerif’i anlamak
çağına damgasını vurmuş sanatçıların, yaşadıkları süreçte anlaşılmaları kolay olmamıştır. anadolu coğrafyası ve özellikle türk kültürü gibi sözlü kültürü hala köklü gerçeklikte ise, bu geleneksel kültür misyonunu yerine getiren bir sanatçının anlaşılması daha da zordur.
bu geleneksel gerçeklerin yanı sıra aşı mahzuni’yi anlamak ve yorumlamak başka açılardan da zordur. bunlar nedir sorusuna yanıt ararsak; öncelikle türkiye gibi aşırı siyasallaşmış bir toplumsal coğrafyanın sanatçıyı yüklediğimiz misyonla algılama becer(sizliği)miz,kavramları güncel içerikleriyle yorumlamadaki ustalığımızla birleşince ,mahzuni’yi anlamamız güçleşecektir.bu gerçekliği sanatçı açısından da yorumlamak olasıdır.çünkügenel toplumsal havanın içerisinde olan ve özellikle “halkçı”bir söylemi ulusal politika haline getirmiş,kültürel kurumlarını bu anlamda yönlendirmiş bir toplumda,bu geleneksel söylemin içerisinden gelen bir sanatçını bu açmaza düşmemesi zordur.
yukarıda da belirttiğim gibi,mahzuni,sözlü kültürü zengin bir toplumsal ortamın yetiştirdiği bir sanatçı. o da bu geleneğin büyük ustaları yunus,şah hatayi,pir sultan kul himmet,köroğlu karacaoğlan,dadaloğlu gibi,ürünlerini sözel yolla topluma ulaştırıyordu gerçi mahzuni bu ürünlerini müzikleri ile birlikte ses kayıt araçları kanallarıyla radyo ve televizyon yoluyla kayıtlara geçiriyordu ama toplumun algılama biçimi büyük kesimiyle bu geleneksel duyma biçimini geçmiyor.en doğrusu mahzuni bu yolla pekte iyi anlaşılmıyordu.çünkü onun büyük çoğunlukla sadece müziklendirilmiş parçaları hatta onların da popüler olanları bellekte kalıyordu.oysa bir büyük geleneğin birikimiyle kendisini donatmış bu usta sanatçı felsefi derinliği yoğun ürünlerin sahibiydi.mahzuni’yi bir bütün olarak tanımanı ,anlamanın yolu onun bu ürünlerini algılamaktan geçiyor.
aşı mahzuni,yunus emre,şah hatayi,pir sultan,kul himmet,köroğlu,karacaoğlan,dadaloğlu,aşık veysel silsilesindeki geleneksel halk ozanlığı birikimimizi nazım hikmet,ahmed arif,enver gökçe hasan hüseyin,cahit külebi gibi çağdaş şiirimizin ustalarıyla bütünleştirmiş biridir.bu bakımdan da o’nun özümsenmesi,bütün bir anadolu kültürünü anlaşılması gibidir.
mahzuni hoca ve onun öncüleri yeterince anlaşabilseydi,bu toplum daha,barbarlığın,ortaçağ karanlığına ait nidaların esamesi okunabilir miydi?
değerli araştırmacı kültür eri süleyman zaman,büyük bir emek ve duyarlılıkla mahzuni hocanın o güzelim eserlerinin epeyce bir bölümünü bu çalışmasında bir araya getirerek ,ustanın yazılı metinlerden tat alan entelektüel okuyucu tarafından da anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.müzikleriyle kulaklarımızı dolduran bir büyük ozanın ürünlerini düşünsel derinliğini kavramaya katkısı olacağı için,bu çalışmanın önemi daha da büyüktür.
metin turan
ankara 5 mayıs 1997 -
köyünde pehlivandiye anılan dedem ile bir de anısı olan aşık.
dedem, 76–80 yıllarında almanya’ da çöpçülük yapmıştı. mahzuni’ de o sıralar
almanya’ ya gelmiş gurbetçilere, yurttaşlara konser vermeye gelmiş. mahzuni konserini verir beş kuruş da para almazmış. konser biter mahzuni’yi herkes evine davet eder fakat gitmezmiş mahzuni baba kimseyi rahatsız etmemek için. ama mahzuni aşkı bu, kalabalık dağılmaz. en sonunda baba bir gurbetçinin evine gitmeyi kabul eder ancak yatıya kalmamak şartıyla. akşam olmuş karanlık iyice çökmüş. mahzuni zar zor müsaade ister ev sahibinden. cebinde sadece yol parasıyla tren istasyonunun yolunu tutar. dedem de istasyonda çöpçülük yapmaktadır. mahzuni’nin almanya ya geleceğinden haberi yoktur, tren garında mahzuni elinde sazı bankın üzerine yatmış ellerini dizlerinin arasına almış sazını da başucuna koymuş trenin gelmesini beklemektedir. o sırada dedem bunu görür süpürgenin sapıyla mahzuni yi dürtükler. sazı görünce türk olduğunu anlar tabi,
—ne yatıyorsun otel mi burası? der
mahzuni doğrulur hiçbir şey söyleyemez yere bakar
dedem;
—eline de almış sazı kalk başka yere yat, ipini koparan almanya ya işçi olmaya geliyor der.
mahzuni;
—babacım bana işçi olmayı layık görmedi hak der, konsere geldim, ozanım der.
dedem daha da sinirlenir ,
—şimdi de başımıza mahzuni kesildi diye bağırır.
mahzuni bu hiçbir şey demez
ayağı kalkıp başka yere gidecekken
dedem yüzüne bi bakar ki oda kim? koskoca mahzuni! dizlerinin bağı çözülür oracıkta ağlamaya başlar(dedem o zaman kadar hiç böyle ağlamadığını söylüyor)
hemen yapışmış ayağına diz çökmüş “gitme baba” demiş sadece, ağlamaktan başka bir şey diyememiş. mahzuni kaldırmış dedemi o zamanlar aynı yaşlarda olan dedem hemen eline sarılmış öpmek için. öptürmemiş mahzuni “eli öpülecekler sizlersiniz” demiş.
o gece mahzuni dedemde kalmış, bırakmamış dedem “gidersen peşinden atlar bende gelirim” demiş “işimi bırakır daha dönmem almanya ya” o gece sabaha kadar hiç uyumamışlar mahzuni gece sabaha kadar çalıp söylemiş dedem evde 3 boş kasete sadece türkülerini kayıt edebilmiş
yine de yetmemiş. dedem mahzun inin cebinde sadece yol parası olduğunu söylüyor.
şimdi ikiside hakk’ a yürüdü. ne edem dünya bu. -
ardinda muhtesem bir mirasla bizleri birakip giden buyuk usta, can.
ozan ata canani'nin ardindan yazdigi siir.
yaktin mahzuni
bu nasil bir tufan esti basima,
beni temelimden yiktin mahzuni
kan damladi gozlerimde yasima
dane, dane, benden aktin mahzuni...
o kara gun girer oldu dusume
sazim yasta takilmiyor pesime
cehennem atesi dustu dosume
beni oylum oylum yaktin mahzuni...
canani'yim can aldilar canimdan
domdom kursunu yedim sol yanimdan
kan cekildi iki dirhem kanimdan
cigerime hancer caktin mahzuni... -
yasaklı olduğu dönemde ne testislerinden elektrik verilmesi ne dişlerinin sökülmesi ne de tırnaklarının çekilmesi üzmüş. acımamış canı o kadar. sadece türkülerini söyleyememek yakmış bağrını. bunu da şöyle anlatıyor;
"bir balığı denizden çıkartın, kuma atın. o balık o denize nasıl baktıysa ben de türkülerime uzaktan öyle baktım"
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap