• her ne kadar halil cibran "çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir.
    bunlar kendini özleyen hayat’ın oğulları ve kızlarıdır.
    siz bunların dünyaya gelmelerine vasıta oldunuz, fakat bunlar sizin değildir.
    gerçi onlar sizinle beraberdir, fakat sizin malınız olamazlar." dese de tarih boyunca çocuğun kime ait olduğu veya hangi otoritenin malı olduğu tartışılmıştır.
    kilisenin mi, babasının mı, vatanın mı, devletin mi olduğu sorusunun cevabı her dönem değişmiştir.

    günümüzde teknolojinin mekanik kollarına emanet edilen çocuğun babaya mı devlete mi ait olduğu tartışmasının sıcak olduğu dönemde, 1902 yılında yazdığı romanı aşk ve pedagoji'de miguel de unamuno tartışmaya ironik bir üslupla katılmış.
    kısa romanı aziz don manuel'de inanç sorunu yaşayan ermiş bir din adamı üzerinden din, iman, ölüm temalarını işleyen unamuno bu romanında pedagoji sahasına el atmış ve dahi bir çocuk yetiştirmek (yaratmak mı deseydim) amacıyla yola çıkan bilimperest bir babanın, çocuğunun hayatını adım adım nasıl cehenneme çevirdiğini kurgulamış.
    akılcılığın, bilimciliğin, pozitivizmin zirvede olduğu bir dönemde, unamuno bir anlamda "bu kadar da bokunu çıkarmayın!" itirazı yükseltmiş, gidişatın olumsuz yönlerine dikkat çekmeye çalışmış.

    avito carrascal, "sadece bilim hayatın öğretmenidir." mottosuyla hareket eden, kendisindeki her şeyin bilimsel olmasını sağlamaya çalışan takıntılı bir adamdır. toplumsal pedagoji yoluyla dâhiler yaratılabileceğine inanmaktadır.

    pedagojiye olan aşkı yüzünden mantık evliliği yapmak zorundadır. eseri yaratacağı ortağında olması gereken huy, mizaç ve karakter özelliklerini en ince ayrıntısına kadar hesaplayarak bu özelliklere yakın bir kadını seçer. ancak seçtiği kadınla görüşmeye gittiği evde bulunan ve o özelliklere taban tabana zıt başka bir kadına aşık olunca pedagojik yaratım süreci ilk elden hata verir. avito için bu mağlubiyetin başlangıcıdır ama o henüz bunun farkında değildir.

    karısı marina dâhinin hammaddesi kendisi de biçim vereni olacaktır. dâhiyi işleyecek, tarla gibi sürecek, ona şekil verecektir. böylece bir dâhinin sanatçısı olacaktır. bu arada insan denen türde deha şüphesiz eril olmak zorundadır, o yüzden hammadde olan anne, erkek doğurmalıdır.

    hamilelik süreci başladığında "eğitim hamilelikte başlar" diyerek fosfor içerdiği için kadına patlayana kadar fasulye yedirir, büyük adamların biyografini dinletir, tablolara baktırır, müzikler dinletir. kadın kesinlikle duygusallaşmamalıdır zira duygusal birinden iyi bir sosyolog olmayacaktır.
    dindar olan marina ise karnındaki çocuğa hıristiyan takvimindeki azizlerin hayatını dinletmeyi arzular. doğum anında acıyı azaltsın diye üzerinde meryemana figürü bulunan dua okunmuş kağıtlar yutar.

    çocuk dünyaya gelir, babası onun için bir dosya açar ve tüm ölçülerini, açılarını düzenli olarak not alır. ona yunan mitolojisinden bir isim koyar. annenin sütünü tahlil ettirir; doğal olana güvenmediği için bebeği sütten kestirerek onu biberonla suni süt vererek besler. böylece dindar anne, sütü vasıtasıyla kanını daha fazla çocuğa bulaştıramayacaktır. fakat anne gizli saklı çocuğu kiliseye götürüp vaftiz ettirecektir.

    dâhi olması amacıyla laboratuvardaki bir denek gibi yetiştirilen çocuk gençlik çağına geldiğinde babası için tam bir yenilgi anlamına gelecektir. duygusuz bir sosyolog olması gerekirken şiirden romandan zevk alan bir edebiyatçı olacak, annenin etkisiyle dine mesafe koymayacak, babasının olmaması için çok uğraşmasına rağmen ölümcül derinlikte aşık olacaktır.

    aşk, baba avito için ilk günah olmuş, marina'ya aşık olması bir kara leke olarak dâhinin oluşumuna ket vurmuştur. çünkü aşk ve akıl bir arada olamazdı. aşk her daim büyük işlerin önünü kesmiştir. bilim ve medeniyetin geleceği için erkekler gerekirse tomurcuklanarak ya da bölünerek çoğalmayı geliştirmelidir. neticede bu düşüncelere varmış olsa da pedagojiyi önemseyip aşık olduğu kadını seçerek kalıtımı küçümsemesi avito'ya pahalıya mal olmuştur.

    baba elinden gelse çocuğu dâhi yapabilmek için kimseyle temas kurdurmadan bir fanusun içinde yetiştirecektir. ama hayat şişede durduğu gibi durmuyordur. zira çocuk sadece annesinden değil çevreden, okuldan ve arkadaşlarından da etkilenmektedir. hele o okul yok mu o okul. ona göre okul dev bir katedral gibidir. orada inşaatla ilgili tüm sorunlar hayranlık verici bir çalışmayla çözülür, ama kullanılan malzeme kerpiçtendir.

    unamuno'nun yarattığı baba karakteri ile ulus devletlerin modern okulu aynı amaca sahiptir aslında. her ikisi de hammadde olarak gördüğü çocuğa kendi arzuladığı şekilde ihtiyacı olan biçimi vermeye çalışıyor. amaçları aynı olmasına rağmen unamuno'nun karakteri okulu aşağılıyor, çocuğun yaratıcılığını öldüreceğini, arkadaşlarından olumsuz etkileneceğini düşünerek onu okuldan uzak tutmaya çalışıyor.
    avito'nun okula dair tespit ve öngörüleri tutarlı olmakla birlikte çocuk üzerindeki amaçları ve uyguladığı yöntemleri ideal olmaktan oldukça uzak. unamuno'nun önsözde dediği gibi avito, çocuğu kitaplarda okuduğu şeylerle dolduran zavallı bir aptal olmaktan kurtulamıyor.

    ispanyolların efsane yazarlarından unamuno gerçek anlamda cins bir kafa. hem bilime hem de pedagojiye saldırıyormuş gibi gözükme pahasına yanlış anlaşılan bilimin gülünçlükleriyle ve gerçek amacından saptırılan pedagoji saplantısıyla kafa bulmuş, bildiğin eğlenmiş. özensiz gibi gözüken bir üslup, ironik ve iğneleyici bir dil kullanmış.

    unamuno'nun sadece dönemin eğitim ve bilim algısını değil aşk, ölüm, ölümsüzlük gibi temaları da yedirdiği aşk ve pedagoji, üslubundan içeriğine tüm yönleriyle o dönem için çok ileri ve üst bir yerde duruyor.
  • miguel de unamuno'nun amor y pedagogia romanının türkçesi; mesut özden gözütok çevirisiyle 1984 yayinevi tarafından yayımlanmıştır.

    arka kapakta şunlar yazıyor:

    "bir aforizma yazmak için ara verir ve sonra devam eder: “diyordum ki evladım, sağduyulu kişilerle fazla temas etme çünkü hiç saçmalamayan birisi, yemin olsun sana, aptalın önde gidenidir. özel bir şırıngayla herkesin şakaklarından kanına dört paradoks, üç kaos ve bir ütopyadan oluşan bir serum zerk edebilsek kurtulurduk. cehalet mutluluğundan kaç. ihtiyarların tecrübe dedikleri şeye inanma, günde yüz kere dua eden bir mübarek, yıllarca dua etmeyenden, dua ettiği için daha iyi biliyor değildir. ayrıca, sadece engeller olduğunda yürüdüğümüz yola dikkatimizi veririz. diğer tecrübe türüne gelirsek, şu kitapların bahsettiği, ona da aşırı derecede güvenme. eylemler, eylemler, eylemler diyecekler sana. peki, öyle değilse ne olacak, eylem değilse asıl mesele, bir şeyin şu ya da bu biçimde yapılması değilse? önceleri kitapları kelimelerle dolduruyorlardı, şimdi hikâyeler ve eylemleri istif ediyorlar ama işte göremediğim şey fikirler. doktrinlerimi verilere dayandırma zorunluluğu gibi bir bahtsızlık yaşasaydım, onları kendim icat ederdim ve şundan eminim ki, insanoğlunun hayal ettiği ne kadar şey varsa ya gerçekleşmiştir ya gerçekleşmektedir ya da günün birinde gerçekleşecektir. ayrıca kitaplar sayesinde eylemler yenir yutulur hâle getirilse de onları sindirilebilir hâle dönüştüren entelektüel özsu olmadan hiçbir işine yaramayacaktır."
hesabın var mı? giriş yap