• her dersinden ağzımız kulaklarımızda, dört dörtlük bir oyun izlemiş edasında ayrıldığımız muhteşem akademisyen.
  • yaşı olmayan, sımsıcak kadın.
    gelmiş geçmiş en büyük oyun yazarlarından kapı komşularıymış gibi bahsederken, oyunun en heyecanlı yerinde kolunuzdan tutup brezilya dizilerine götürür; geri gelemeden hoop gelinim olur musun evinde bulursunuz kendinizi. gözlemciliği, tiyatral yeteneği ve parlak alaycılığı sayesinde öğretmek istedikleri dinleyenin aklında sağlıklı ve kalıcı bir yer edinir. bu keyfi yaşayamama talihsizliğinden mustarip komşu okulların edebiyat öğrencileri de ayşegül yüksel derslerinin anlatıla anlatıla bitirilemezliğinden nasiplerini düzenli olarak alırlar.
    shakespeare ve 20. yy ingiliz tiyatrosu dersleri haftanın en keyifli saatleridir; iyi hoş da, sağlam not bekleyenin ağzıyla kuş tutması icap etmektedir.
  • bu ülkede, kendisinin eleştirileriyle shakespeare okumamış, dinlememiş insan onu ve oyunlarını bir türlü anlamlandıramamıştır. o derece yaşar, adeta kürsüde oynar, shakespeare anlatırken... zaten kaç gecedir de shakespeare konseptli bir konferansla rüyalarıma girip "su çok güzel gelsene" modunda gülümsüyor. bilinçaltım bana eski hayatıma dönmem konusunda oyunlar oynuyor ama du bakalım...
  • bütün profesörlere gösterilen "ayy ne tatlıı" tepkisini kendisine de gösterdiklerine yüzlerce kez tanık oldum.
    tatlı tamam ama konu bu mu?

    okulda dtcf merdivenlerden çıktığını gördüğümüz an etraftan kesinlikle bir kez bu cümle işitilecek bir seste söylenirdi.
    shakespeare uzmanı olduğu için bir seminer verirse kaçırmaz giderdim, orada shakespeare hakkında magazine varan detaylar anlatır, freudyen okumalar yapar sonra meseleyi edebiyat kuramıyla ilgili bir yere bağlar tekrar başladığı yere de ustalıkla dönerdi ama kadının işi bu yahu.
    işini yaptığı için mi "ayy çok tatlııı"

    yeni nesil akademisyenlerin örnek alması gereken bir ders anlatım tekniği vardır.
    bilgiyi gündelik yaşama indirgediği için akademik entelektüel konuşmalar yapmak yerine, gayet açık, net anlaşılır ifadelerle derdini anlatır.

    elbette öğrenci düzeyini bir zahmet yükseltsin ama bilgiyle kurduğu ilişki onu hayatın içinde işlevsel hale getiriyor. bu yüzden önemli.
  • bugün doğum günü. bugün 80 yaşı oldu.

    biyografisine "kadıköy'de yaşadı" cümlesini yazdıracak kadar çok seviyor istanbul'u, biliyorum. o cümleyi her okuduğumda bir akşam esintisi, sorumlulukla birlikte yürüyen bir gençlik havailiği ve hasret hissettim. tahsilinin ve kısa dönemlerin haricinde hep ankara'da yaşadı, ben onu ankara'da tanıdım. okula girişini uzaklardan göremesem bile o ferahlığı hep hissettim. materyalleri köhnemiş, hitabeti küf tutmuş öğretmenlerin dersine gitmediğim halde onun sahnede bir tiyatro tanrıçası edasıyla anlattığı ve yaşattığı derslerinde hep ön sırada oturdum. gülüşüne hayran oldum, gözlüklerini indirip açıklama yaptığı her an içim hareketlendi, ondan hem ilham aldım, hem bilgi. oldukça eski baskılarını kullandığı shakespeare oyunlarının kapağını katladığı için içten içe kızdım ona ama hemen unuttum ve kendimi onun sesine bırakmaya devam ettim.

    kitaplarından ayrı yazılarından ayrı lezzet aldım, ismi her geçtiğinde herkesi susturup onu anlattım, okul koridorlarında yürürken bir bulutu izler gibi arkasından nasıl hayranlıkla bakakaldığımı, ondan öğrendiklerimi anlattım herkese.

    bir modern ingiliz tiyatrosu dersinde harold pinter'ı anlatırken onun bir ara türkiye'ye de geldiğini ama hangi dönem olduğunu tam hatırlamadığını söylemişti. ben hemen atılmış, bir iki cümleyle darbe sonrası, 85 olmalı gibi birşeyler söylemiştim ama önünde açık kitaba dalmış olduğu için duymamıştı. buna çok üzülmüştüm, yaşlanıyor mu, beni mi dikkate almadı diye günlerce dertlenip durmuştum. o gün beni duymuş olsaydı hikayenin gerisini de getirecektim: hocam, harold pinter mart 85'te geldi türkiye'ye, tam 12 eylül'ün en korkunç günlerinde. onu havaalanında orhan pamuk'la gündüz vassaf karşılamıştı hatta. harold pinter birkaç düşünce davası duruşmasını, galiba barış derneği davasının duruşmasını da izleyip geri dönmüştü. dönüşünde de türkiye'yi konu alan bir oyun yazmıştı. neydi o oyunun adı hocam?

    sonra mezuniyet, sonra ayrılık, sonra yazılarıyla yetindiğim aylar ve yıllar...

    metin and'ın, sevda şener'in, nurhan karadağ'ın, dinçer sümer'in, adalet ağaoğlu'nun, ergin orbey'in olmadığı bir dünyada onun varlığı daha bir değerli, daha anlamlı, daha elzem.

    80 yaşı kutlu olsun, çok yaşasın, hep var olsun, hep yazsın hep ışık saçsın, bize cumhuriyet'in ilk günlerini hatırlatsın.
  • vaktiyle odasındaki kitapları bize taşıtıp üstümüzü başımızı toz içinde koymuş, sonra bize çikolata alıp kandırmış ancak bunu mezuniyet törenimize kadar unutmayıp dile getirmiş ve orada teşekkür etmiş büyük hoca. çantasında uzun 2000 diğer adıyla öküzöldüren görmüş ve hayli şaşırmıştım ancak kendisi derslerini soluksuz dinleyebileceğiniz nadir insanlardan biridir. dtcf onunla güzeldi. bir diğeri için;

    (bkz: hasan inal)
  • "özetlenecek olursa, 1980-2000 dönemi; siyasetle ilgilenmekten caydırılmış, yalnızca kendi çıkarlarını kollamaya koşullandırılmış, yasal haklarını korumakta çekingen, geçim sıkıntısına çıkar yol olacak her çareyi kucaklayan, toplumda olup bitenle -kendisine ve ailesine dokunmuyorsa- ilgilenmeyen, çok satan gazetelerin ve televizyon haberlerinin manşetlerinden ötesini okumayan, sanat olaylarına uzak, düşünmeyi ve eylemeyi dört yılda bir oy verdiği politikacılara bırakmış, her duyduğuna inanan, içine kapanık bir toplum manzarası oluşturuyor." diyen değerli hoca.

    elbette bu kuşak 2013'te ayağa kalktığında, herhangi bir plan-programı olmadan sadece öfkesini boşaltmak istedi. yılların susturulmuşluğu içinde, güncel adaletsizliğe karşı patlama noktasına geldi. haklıydı ama bilinçsizdi. ben de onlardan biriydim.
  • bugünkü cumhuriyet'te devlet tiyatrolarının yeni genel müdürü mustafa kurt'un "uzun yıllar tarihi oyunların ihmal edildiğini düşünüyorum.biraz daha gün yüzüne çıkarmakta fayda var” açıklamalarına "her yıl en az dört beş tarih oyunu sahneye çıkarılıyor,yetmez mi ?" şeklinde cevap niteliğinde bir yazı yazan usta tiyatro eleştirmeni.
  • hayat tiyatro dergisinin ilk sayısına "çağdaş türk oyun yazarlığında genel eğilimler" başlıklı geniş yazısıyla değer katmış akademisyen: http://www.yenikapitiyatrosu.com/…n-1-sayisi-cikti/
  • kendisine bakarsanız irlandalılarla türkler arasındaki benzerlikler o denli fazladır ki neredeyse orta asyadan göç edenlerin bilmem hangi yoldan adaya gitmiş olabileceği ihtimali üzerinde düşünmeye, 'oscar wilde ile aynı ırktan mıyız yani?' hülyalarına kapılmaya başlayabilirsiniz. mevzu üzerine, üniversitedeki hocası cevat çapan'ın, irlanda tiyatrosu ile ilgili bir kitabında öğrencisi ayşegül yüksel'e ''ayşegül, bu irlandalılar türkiye'nin neresine düşüyor?'' diye ithafta bulunmuşluğu bile vardır.
    bir diğer kıskanılası güzide hocası da mina urgan imiş.
hesabın var mı? giriş yap