• "yabancı kadın" anlamına gelen ve bildiğimiz barbar kelimesinden türemiş bir isimdir barbara, ki size söyleyeyim, sahipleri pek sevmezler bu nahoş çağrışımlar yüzünden isimlerini (ben derim ki, adlarının ursula olmadığına şükretsinler yine de yatıp kalkıp, "dişi ayı" demektir ursula zira).
    barbie isminin de mattel'in kurucularından birinin kızı barbara'dan geldiğini belirteyim bu noktada; bu adam ve eşi birlikte yaratmışlardır oyuncağı, kızlarının ismini vermişlerdir ona sonra, ken de oğullarının adıdır hatta.
    ama, tüm bunların ötesinde, benim en sevdiğim barbara, hiç şüphesiz ki, o jacques prevert şiirinin başkahramanı olan barbara'dır. bildiğim fransızca şiirler içersinde çok sevdiğim, belki de en sevdiğimdir bu.
    neden bilmiyorum, küçükken hayatta en çok korktuğum şey savaştı. ve içinde savaşın ayırdığı sevgililer geçen her türlü edebi eseri de muazzam sevdim (aklıma bir engin ardıç kitabında geçen yorgho isimli hikaye geliyor mesela ilk, ki onu da yazmak isterim bir ara). bu şiiri de böylesine sevmemin sebeplerinden biri budur muhakkak.
    beğendiğimiz insan prevert'in 1946 tarihinde yayımlanan paroles (sözcükler) kitabında geçen bu şiirinde çok yağmurlu bir günde hiç tanımadığı bir kadınla karşılaşıp ondan bir daha hiç unutmamacasına etkilenen bir adamdır anlatıcı (ki tek bir anın, tek bir sahnenin büyüsü çok inandığımız, gönül verdiğimiz bir kavramdır doğrusu). barbara gülümseyerek ve pırıl pırıl yürürken siam sokağında, sundurmanın altına saklanmış adam adıyla seslenir ona; ve kadın kendini onun, sevgilisinin kollarına atar, tutkuyla. savaştan öncedir bu. prevert'den dinleyelim, ve sonra da reha yünlüel'in fevkalede güzel çevirisinden, nedir bunun ardından söylenenler..
    ve bir de bu şiirin yves montand tarafından söylenmiş bir şarkısının olduğunu bilelim, bence dinlemeyelim hiç o şarkıyı, hayal kırıklığına uğramayalım sonra. oysa ki autumn leaves diye bildiğimiz güzelim les feuilles mortes da bir jacques prevert şiiridir, ama hiç de öyle iç acıtacak kadar çirkin değildir bestesi, bilakis..

    rappelle-toi barbara
    il pleuvait sans cesse sur brest ce jour-là
    et tu marchais souriante
    epanouie ravie ruisselante
    sous la pluie
    rappelle-toi barbara
    il pleuvait sans cesse sur brest
    et je t'ai croisée rue de siam
    tu souriais
    et moi je souriais de même
    rappelle-toi barbara
    toi que je ne connaissais pas
    toi qui ne me connaissais pas
    rappelle-toi
    rappelle-toi quand même ce jour-là
    n'oublie pas
    un homme sous un porche s'abritait
    et il a crie ton nom
    barbara
    et tu as couru vers lui sous la pluie
    ruisselante ravie épanouie
    et tu t'es jetée dans ses bras
    rappelle-toi cela barbara
    et ne m'en veux pas si je te tutoie
    je dis tu a tous ceux que j'aime
    même si je ne les ai vus qu'une seule fois
    je dis tu a tous ceux qui s'aiment
    même si je ne les connais pas
    rappelle-toi barbara
    n'oublie pas
    cette pluie sage et heureuse
    sur ton visage heureux
    sur cette ville heureuse
    cette pluie sur la mer
    sur l'arsenal
    sur le bateau d'ouessant
    oh barbara
    quelle connerie la guerre
    qu'es-tu devenue maintenant
    sous cette pluie de fer
    de feu d'acier de sang
    et celui qui te serrait dans ses bras
    amoureusement
    est-il mort disparu ou bien encore vivant
    oh barbara
    il pleut sans cesse sur brest
    comme il pleuvait avant
    mais ce n'est plus pareil et tout est abîmé
    c'est une pluie de deuil terrible et désolée
    ce n'est même plus l'orage
    de fer d'acier de sang
    tout simplement des nuages
    qui crèvent comme des chiens
    des chiens qui disparaissent
    au fil de l'eau sur brest
    et vont pourrir au loin
    au loin très loin de brest
    dont il ne reste rien.

    ve jacques prevert türk olsaydı şöyle bir şeyler yazacaktı yaklaşık:

    hatırla barbara,
    o gün hiç durmamacasına yağıyordu yağmur brest'e
    ve sen
    o yağmurun altında
    gülümseyerek yürüyordun
    ışıl ışıl, mutlu, sırılsıklam
    hiç durmamacasına yağıyordu yağmur brest'e
    ve ben senlen
    siyam sokağında karşılaştım
    gülümsüyordun
    ben de gülümsüyordum
    hatırla barbara,
    benim tanımadığım sen
    beni tanımayan sen
    hatırla,
    gene de o günü hatırla
    unutma
    bir sundurmanın altına bir adam sığınmıştı
    sana adınla seslendi
    barbara
    ve sen
    o yağmurun altında ona doğru koştun
    sırılsıklam, mutlu, ışıl ışıl
    ve kollarına atıldın
    bunu da hatırla
    ve sen diye hitap ettiğim için sakın bana kızma
    ben tüm sevdiklerime sen derim
    onları yalnızca bir kez görmüş olsam bile
    ben tüm sevenlere sen derim
    onları hiç tanımasam bile
    hatırla barbara,
    unutma
    mutlu yüzündeki, o mutlu şehrin üstündeki
    o sakin ve mutlu yağmuru
    denizin, askeri tersanenin, ouessant gemisinin üzerindeki
    o yağmuru
    ooo barbara
    savaş
    ne büyük aptallık
    sen şimdi ne oldun
    bu;
    demirden,
    ateşten,
    çelikten,
    kandan
    yağmurun altında
    ya seni kollarında tutkuyla saran adam
    öldü mü, kayıp mı, yaşıyor mu
    ooo barbara
    hiç durmamacasına yağıyor yağmur brest'e
    taa o zamanki gibi
    fakat hiçbirşey aynı değil, hepsi darma duman şimdi
    bu, korkunç ve mahzun bir keder yağmuru
    bu;
    demirden,
    çelikten,
    kandan oluşmuş
    aynı fırtına değil artık
    şimdi sadece
    brest'in üstündeki yağmur boyunca,
    ölen köpekler gibi çatlayan bulutlar var (haddim olmadan araya giriyor ve diyorum ki, burda "köpekler" derken savaşta ölen askerlere bir gönderme var)
    ve onlar
    uzakta çürüyecekler,
    artık hiçbirşeyi kalmayan brest'in uzağında,
    çok uzağında...

    ve bu şiirde en etkileyici yerlerden biri de "et ne m'en veux pas si je te tutoie / je dis tu a tous ceux que j'aime", yani "ve sen diye hitap ettiğim için sakın bana kızma / ben tüm sevdiklerime sen derim" dizeleridir fikrimce ki; size ben sizin nereden seniniz oluyorum diyenlere söylenebilir.
    ve barbara ismi sırf bu şiir yüzünden sevilir.
  • adına türkü yakilan ilk yabanci kadin;

    oy barbara barbara
    ates düstü salvara

    diye devam eder
  • santa barbara veya azize barbara.

    santa (azize) barbara izmit'te doğmuştur. zengin ve asil bir pagan olan babası dioskoros, barbara'yı evlenip kendisinden ayrılmasın diye bir kuleye kapatır. yeni bir din olarak hıristiyanlığın doğuşunu duyan barbara, doktor kılığındaki bir rahibin kuleye girmesini sağlayarak vaftiz olur.
    bu duruma kızan babası barbara'yı yörenin yöneticilere teslim eder ve 21 yaşındaki azize barbara o dönemin mahkemesince ölüm cezasına çarptırılır. mahmeke, barbara'nın başını da o dönemin zenginlerinden olan babası dioskorus'un kesmesini ister.babası barbara'nın başını kestikten sonra, o anda hava açık olmasına rağmen düşen bir yıldırımla orada ölür.

    bu olaydan yaklaşık 100 yıl sonra barbara izmit'te kilise tarafından azize ilan edildi ve ''denizcilerin meleği'' olarak kabul edildi. buradaki mezarı açılıp kemikleri önce 550 yılında imparator justinianus'un karısı teodora'nın isteğiyle istanbul'da birkaç yerde tutuldu. daha sonra ayasofya'ya götürüldü. latin işgali sırasında ve vatikan'a taşındı. yine denizcilerin azizesi olması nedeniyle kemikleri uzun keşiflere çıkan denizcilere verildi. kemiğinin ulaştığı şehirlere de santa barbara adı verildi. deniz fenerlerinin kule biçimli olması da bir nevi santa barbara'nın hapsedildiği kuleyle özdeştirilir. bugün dünyada çok sayıda ülkede ''santa barbara'' adında şehirler bulunmaktadır.

    yine azize barbara topçu askerlerin ve madencilerin de koruyucu azizesi sayılır. ünlü masal kahramanı rapunzel'in kuleye kapatılması ve saç uzatması masalı santa barbara'dan esinlenmiştir.

    (bkz: santa barbara)
    (bkz: saint barbara)
    (bkz: azize barbara kilisesi)
  • christian petzold'a berlin film festivali'nde en iyi yönetmen ödülü kazandıran 2012 yapımı film. oyuncular; nina hoss, ronald zehrfeld ve rainer bock. (şu an mubi'de gösterimde)

    christian petzold ve nina hoss birlikteliğini jerichow'dan hatırlıyorum, filmle ilgili en net hatırladığım şey ise sezen aksu'nun sen ağlama şarkısı. bu filmi jerichow'dan daha çok sevdim ama açıkçası aynı meseleye farklı açıdan bakan başkalarının hayatı (das leben der anderen) kadar etkilemedi.

    konu, 1980’lerin doğu almanya’sında vize talebi nedeniyle rejimin takibe aldığı ve küçük bir hastaneye sürgüne yolladığı kadın doktorun hikayesi. barbara, batı almanya’da yaşayan sevgilisinin ayarladığı bir organizasyon aracılığıyla ülkeden kaçmayı planlarken bir yandan da gözetim altında yaşadığı tacize rağmen mesleğini layığıyla yerine getirmeye çalışıyor. kişiliğinin sertliğini ve çelişkisini anlatma açısından meslek seçimi oldukça yerinde olmuş… kaçış planını gizli tutma ile hastanedeki meslektaşının samimiyetine karşı sınırlı iletişim kurma çabasını soğukkanlılıkla karşılamasını göstermek için de nina hoss’un doğal ifadesi oldukça işe yaramış.

    şu an çevremizdeki tüm beyaz yakalıların hayalini kurduğu bir ortamda çalışıp, işe bisikletle gidip gelen barbara’nın derdi büyük şehirden kasabaya atanmak olsaydı bu film olmazdı. mevzu daha çok, toplumcu olma gayreti dayatılarak, bireylerin üzerinde birbirleri aracılığıyla (gerekirse yaptığı hataları vesile edilerek) baskı oluşturan bir rejim ikliminde insani değerleri koruma mücadelesi gibi geldi bana. “eğitiminizi işçi ve köylüler karşıladı, şimdi bunu karşılığını verme zamanınız geldi” cümlesindeki toplumcu bakışla “öbür tarafa (batı’ya) geçince, istediğin kadar uyuyabileceksin. ben yeteri kadar kazanıyorum, senin çalışmana gerek yok” cümlesindeki cinsiyetçi bakış da petzold’un iki tarafa da net bir tavırla bakmadığını gösteren replikler.

    rembrandt’ın dr. nicolaes tulp’un anatomi dersi adlı tablosuyla başlayıp, yemek ve edebiyat ile sürüklenen kuşkunun güvene evrilme hikâyesi de filmin en tatlı yanlarından biri. zaten iletişimlerin en güzeli sanat ve keyifle yoğrulmuş bakış açımızı, sıkıntılarımıza rağmen samimiyetle sergilediğimizde gelişmiyor mu?

    film derdini, yalın bir dille ajitasyona girişmeden, sakince ama gerilimi aksatmadan anlatıyor ve bekleneni sağlayan bir sonla bitiriyor. ne diyebilirim ki; evin sana ihtiyaç duyulan yerdir.
  • barbara* ,
    sana karşı olan hislerim beni bu gece bi entry daha girmeye zorladı.
    yalan söylemekle şarkı söylemek arasında bi bağ kurdurdunuz bugün bana.
    yalan söylerken insan, kendi oluverir birden. karşındakini inandırmak uğruna gerçeğinden sapar ve kendi seçtiğini giyer üstüne. yalan söylemenin ilk kuralı yalana kendinizin inanmasıdır. siz böyle söylüyosunuz bütün şarkıları. üstünüze giye giye. bile isteye. oynuorsunuz sanki . bi müzikalde. benim salonumda. saat üç çeyrek. doksan yedi senesinde öldüğünüzde. sizi tanımazdım.. sanırım böyle bişi yaptığınız . öldükten sonra insanlarla tanışmak.

    http://www.youtube.com/watch?v=nue80dtnxk4
    http://www.youtube.com/watch?v=6llpdzx4dsu
    http://www.youtube.com/watch?v=hf74pfqqzny
    http://www.youtube.com/watch?v=rajgw4y75cq
    http://www.youtube.com/watch?v=dxyitu9tzeu
  • shyreswood'lu (ya da sherwood'lu) william'ın 13. yüzyılda yaptığı düzenlemeye göre*, aristo mantığında orta terimin bir öncülün öznesi bir öncülün de yüklemi olduğu, üç olumlu tümel önermeyle kurulan tasımın adı. barbara sözcüğünde geçen üç a harfi, kendisini oluşturan üç önermenin de olumlu tümel olduğunu gösterir; başındaki b harfi ise, gene b'yle başlayan baroco ve bocardo tasımlarını kanıtlamayı sağladığını gösterir. baroco ve bocardo kanıt gerektirir ve daha açık hale getirilebilir. barbara kanıtlanamaz. barbara mükemmeldir.
  • (bkz: christian petzold)'un 2012 yapımı filminin adı.

    --- spoiler ---

    barbara, batı almanya'dan doğu almanya'nın kırsalına sürülen ve bu kırsaldan (esasen almanya'dan) kurtulmaya çalışan bir hekimdir. politik tahakkümün etkilerini somut olarak yaşamaya da devam etmektedir bir yandan. bu tahakkümden, göründüğü kadarıyla, çok da etkilenmeyen sevgilisi aracılığıyla kaçma planları yapmaktadır barbara.

    filmin konusunu özetlemeye çalıştığım şu ilk paragraftaki barbara o kadar bezgin, duygusuz ve mutsuzdur ki, nina hoss'un oyunculuğu da sağ olsun tabii, bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. bir film bana bu his aktarımını yaşatıyorsa, o film izini de fazlasıyla bırakır hatrımda, gönlümde. "barbara" da böyle bir filmdir benim için.

    barbara'nın uzun zamandır haşır neşir olmadığı duygularını yeniden gözden geçirmesinde hastanedeki meslektaşı andré ve bazı hastaları etkili olur. andré yaşadığı kırsalı ve o kırsalın insanlarını her şeye rağmen seven, hipokrat yeminine son derece sadık bir hekimdir. dünyayı iyi ve yaşanılabilir bir hale getirmek için önce kendi çevresini güzelleştirmeye çalışan biridir. andré'yi tanıdıkça iç hesaplaşmaları da artar barbara'nın. baskıcı rejimin gebe bir tutsağı olan hastası stella da barbara'nın vereceği kararı etkileyen bir başka unsurdur filmde. kendisinden daha zor durumda olan birine yardım etmeyi tercih eder barbara. bu kırsaldan bir an önce gitmesi gereken o değildir, nasıl mücadele edeceğini henüz bilmeyen stella ve doğmamış bebeğidir aslında.

    özetle andré ve diğerleri tek tek kalbine ulaşır barbara'nın. ülkesinden ve duygularından kaçarak yaşamak istemediğini anlayan barbara da mücadesine bulunduğu yerde kalarak devam eder. en büyük destekçisi ve yol arkadaşı da andré'dir tabii.

    insana, duygulara dair bir film "barbara". barbara'nın içine düştüğü çıkmazlar bildik, tanıdık. doğru olanı yaptığından emin olmanın ve birine güvenmenin verdiği mutluluk hepimiz için olduğu gibi onun için de paha biçilemez. şunu da söylemeden geçemeyeceğim, andré karakteri ne kadar da ümitvar, güleryüzlü, samimi, yardımsever ve ne de güzel yemek yapan bir karakterdir. "keşke arkadaşım olsa!" dedirtmiştir bana.

    --- spoiler ---

    alman sineması'nın günümüzdeki önemli yönetmenlerinden biri olan petzold'un "barbara" filmini naçizane tavsiye ederim kısacası.

    edit: imlâ
  • soğuk ama cool film.

    barbara'nin donukluğu yaşadığı hayatın zorluğunu yansıtıyor. ülkeden kaçıp kurtulmayı düşünürken meslektaşı andre'nin onunla ilgilenip kendi samimi dünyasına çekmesi tutunacak dal oluyor barbaraya.

    bundan sonrasını okumayın bence :)
    böyle filmlerin devamı daha çok merak uyandırıyor bende. andre ile mutlu olabildi mi? kurtarmaya çalıştığı kız sağ salim ulaştı mı, sonra kız ne yaptı. bebeği doğururken kız çocuğu da bebek de ölmüştür bence. andre de böyle donuk bir insanla yapamayacağını düşünüp bikac yıla barbara'dan ayrılır, diğer doktorla ilişki yaşamaya başlar. barbara da alır başını bu kez gerçekten gider. hehheh klasik türk dizisine bağladım.*
  • isviçre'de yaşayan bir arkadaşım sayesinde tanıdığım, hep geleceğe dair güzel umutları olan, insanlara bu anlamda telkinlerde bulunduğu güzel şarkıları ve sesi ile etkileyici bir sanatçı.

    perlimpinpin
hesabın var mı? giriş yap