hesabın var mı? giriş yap

  • doktor, mühendis, savcı, hakim, öğretmen demeksizin, ülkede milyonlarca insanın nemalandığı resmi yayıncı kuruluş.

    tanıdığım ne kadar insan varsa evlerindeki digiturk’leri iptal ettirip selcuksportshd ya da ip tv gibi alternatiflere yöneldiler.

    kimse kusura bakmasın ama,
    tuttuğu takımın lig+avrupa maçlarını izlemek için ayda 200-250 lira verecek enayi pek kalmadı artık. ülkenin yarısından çoğunun da bu parayı verecek gücü yok zaten.

    toplasaydınız her ligi aynı platforma, biçseydiniz makul bir fiyat, şu an kazandığınızdan çok daha fazla kazanırdınız.

    2 ay önce eşim dedi ki, “gel bu sene digiturk alalım. acıyorum maçları o şekilde izlemene”
    yok dedim almayalım, ben memnunum halimden. evimin rızkını, futbol endüstrisini yöneten medya patronlarına veremem. varsın donsun, sanki çok kaliteli futbol oynanıyor da, birkaç kere donunca çok şey kaçıracağız..

  • biz bugün bunun hikayesini anlatalım..

    1969 yılında prof. nicholas kurti’den, aşçılık ile ilgili bir araştırma yapıp bunu sunması isteniyor. (bu arkadaş aslında atom bonbası üzerine araştırma yapan ama diğer yandan yemek pişirmeyi çok seven cinslerden biri) mutfak ile bilimi bir noktada birleştirme teklifi gelince kaçırmıyor tabi.

    araştırmayı sunarken ilk cümlesi de şu oluyor: "bilim olarak yıldızların içindeki ısı derecesini biliyoruz ama ne yazık ki bir suflenin içindeki ısı derecesini bilmiyoruz." yani şimdiye kadar süregelen tariflerin sorgulanmadan uygulandığın belirtiyor. işin garip kısmı yıl 2017 ama birçok şef bunu hala bilmiyor.

    daha sonraki yıllarda, kurti’yi tanımayan başka bir bilim uzmanı, (bkz: herve this) "mutfaktaki kocakarı masallarının ve atasözlerinin yemek tarifleri üzerindeki bilimsel geçerliliği" isimli tez konusu üzerinde çalışıyor. araştırmak istediği konular arasında örneğin şunlar var: "yeşil sebzeleri, tencerenin kapağı kapalı olarak haşlarsanız kararır" görüşünün bilimsel bir temeli var mıdır? gerçek midir, yoksa palavra mıdır gibi biz fanilerin pek ilgilenmeyeceği konular üzerine bilimsel olarak eğiliyor.

    sonunda, aynı konu üzerinde birbirlerinden habersiz çalışan this ile kurti, 1986 yılında paris’te tanışıyorlar. bu iki arkadaş yeni bir akım keşfettiklerini biliyorlar ve keşfettiklerini kendilerine saklayıp, bir restoran açıp sıradışı yemekler yaptıgını iddia ederek dünyanın en iyi restoranı ve şefi olmak yerine cinslik yapıp, ’yemek bilimi’ ile ilgilenen dünyanın dört bir yanındaki bilim adamını bir konferans etrafında düzenli olarak bir araya getiriyor ve böylece çalışmalarını bu arkadaşlara göstererek geliştirmelerini istiyorlar.

    ilk kongreyi 1992 yılında "uluslararası moleküler ve fiziksel gastronomi çalıştayı". ismi ile yapıyorlar.
    işte bu ilk kongre, ’moleküler gastronomi’ adının dünya şefleri arasında tanınmasına yol açıyor. ve bu sayede ilk kez şeflerle bilim adamları arasında bir iletişim başlıyor. sonuçta bu kongre art arda tekrarlanıyor ve giderek daha fazla sayıda restoran şefi ve bilim adamı bu çalıştaylara katılıyor. böylelikle de moleküler gastronomi konusuna ilgi her gün hızla artmaya devam ediyor. bu konuyla ilgilenen amerikalı şefler ise, 1995 yılında ’araştırmacı şefler derneği’ isimli bir birlik kuruyorlar ve aralarında araştırmacı şeflik olgusunu yaymaya çalışıyorlar (www.researchchef.org). bu konuya ’culinology’ ismini veren de zaten bu dernek oluyor. bunlar da her yıl kongre ve fuar düzenlemeye başlıyorlar.

    okudugunuz üzere moleküler gastronominin çıkış noktası kavun spagettisi yapmak ile uzaktan yakından alakalı değildir. zamanla ana amacından sapan bu akım yerini şu anda doğal ve adil ürüne bırakmış durumda.

  • elinde bana ait bir şey tutan 3,5 yaşındaki kayra'ya seslenilir:
    -şşt kayra, onu yerine bırak, benim o!
    kreşe giden kayra, öğretmeninin okulda sürekli söylediği sözle cevap verir:
    -benim yok! hepimizin!

  • sene 1986 istanbul - mugla seferi - pamukkale turizm

    yas 16dir, henuz yeni yeni tek basina yolculuk yapilmaktadir, otogara gelindiginde gorulen otobus zamaninda pek ender bulunan avrupa bir 302 olup (http://www.schweighofer-zoehrer.at/…es/klimabus.jpg )way be bunla gidiyom demek helal ulan nidasiyla binilir ve en on sira sofor caprazinda 4 nolu koltuga kurulunur.
    yan koltuga oturan universiteli gence selam verilmesi suretiyle yolculuk kolonya servisi ile baslar.
    otobus orjinal alman olup tiss tiss yaylanarak yol almaktadir, aksam nasilsa yolda susurlukta duracak bu, ben birsey yemeyeyim, orda ayran tost manyagi olurum dusuncesi ile birsey yenmemistir.
    susurluga varilir ama nasil yanidir? herzmankinden farkli bir konaklama tesisinde (kulubesinde) durulmustur.
    neyse ben surdan 3 tost 2 ayran gomeyim farketmez diyerek iceri girilir fakat aci gercekle karsilasilir o nefis susurluk tostundan yapilmadigi gibi mekanda sadece normal sandvic ekmegine sucuklu tost imal edilmektedir.
    hay anasini diyerek neyse abi sen ordan 2 sucuklu bir ayran ver diyerek urunler hizla tuketilir.
    gercek yol hikayesi ise simdi baslamaktadir. 16 yasindaki genc bunye bunu farketmez bile tabiy..
    yemek hadisesinden bir saat kadar sonra vucuttan once sicak hem nakabinde buz gibi bir ter bosanir. hasik.. noluyo demeye kalmadan alinda biriken sayisiz ter damlaciklari ile mide ve bogazda bir yanma bir gegirti hissi uyanir..
    evet mide bulanmaktadir. super otobusumuzun durdugu dandik mola yerindeki pis sucuklu tostlar neden olmus olmalidir, ama bu mide bulantisina "ulan gicir gicir alman 302 otobusu kusmuk manyagi yaparmiyim" dusuncesi eklenince yukselen adrenalin ve yalniz olmanin verdigi korkunc duygu alinda biriken ter damlalarinin hizla sakaklardan akmasina sebep olur.
    artik geri donulmeyecek nokta gecilmistir. mide ulan bana bu hiyarligi nasil yaparsin dercesine inatla bulanmakta, yemek borusuna eksi sular gondermektedir.
    yanda oturan universiteli gence "abi cok kotu oldum ben bi torba poset bisi bul bana" diyerek en arkaya muavinin yanina yollanir, 1 dk icinde aci gercek ogrenilir, muavin arkada sizmis ve torba yoktur.
    derin ve hizli nefes alma yontemleri ile kusmuk geciktirilmekte olsada aci sona yaklastigi icten ice hissedilmektedir artik ...
    sofor "abim iyimisin bak su isiklari goruyomusun abim orda durucaz mola vericaz az dayan" diyerek 500 m. otedeki mola yerini isaret etmekte, genc bunye ise tum otobuse rezil olmamak icin artik yanindaki sirt cantasini bosaltip onun icine comkureyim olmazsa diye dusunmektedir. ama bunu beceremez oyle ya tum elbiseleri onun cantanin icindedir.
    mola yerine yuz metre kala, bu korpe bunye bukadar eziyete dayanamaz ve exorcist filmlerine tas cikartacak bir gorsel solen ile agzindan yaklasik 2 lt/sn hizla 4 nolu koltuktan tum on camin sag bolumunu kaplayacak nitelikte bir kusmuk firlatir. sofor aci aci bakar. ve hareketin akabinde mola yerine girer. kapiyi acar merdivenlerden bir selale gibi kusmuklar akmakta ve yere damlamaktadir, kekeme muavin uyanmis olaya endike olmus ancak ruya gordugunu sanmaktadir.
    oysa hersey gercektir, yasanmistir.

    (bkz: o benim)

  • fanatizm gerçekten tedavi edilemeyen bir hastalık. n'olmuş kadın kendisiyle özdeşleşen, her golünden sonra çalan bir şarkıyı gidip futbolcuyla beraber söylemişse. ne kadar ilginç kafalar ya. hemen taraftarlığı sorgulanmış. napacaktı gidip düşman mı olacaktı?