hesabın var mı? giriş yap

  • artan ekonomik krizler ve insanlığın içinde bulunduğu duruma bakınca, bir an önce herkesin yapması gereken eylem olduğunu aşikar.

    hiç sistem, kapitalizm vb gibi konulara girmek istemiyorum olur da bir kaç kişiye fikir verir diye bir kaç şey yazmayı düşünüyorum.

    yukarılarda bir arkadaş 1500 badem ağacından bahsetmiş. bilinen monokültür ve konvesiyonel tarımdan mümkün olduğunca uzak durun. günün sonunda para kazananlar büyük tarım ilaçları şirketleridir,zavallı çiftçi ise sadece çalıştığıyla kalır.

    kaçıp kurtulmaya çalıştığınız sistem tarımı da ele geçirmiş durumda.

    bir adet tarlanız olduktan sonra sıfır maliyet ile kurabileceğiniz ve herhangi bir ilacı veya tarım aletini almak için ömrünüzü tarlada çalışarak geçirmek zorunda olmadığınız bir alternatif,çıkış yolu,felsefe, var.

    (bkz: doğal tarım)

    daha somut örnek vermek gerekirse kendi tarlamdan bahsedeyim.

    küçük bir arazinin üzerinde yaşıyorum ve doğal materyallerden yapılmış evi biz yaptık.
    elektrik ihtiyacını solar elerji ile karşılıyoruz.
    sebze,meyve,yağ,sabun vs gibi ihtiyaçlarımızı tarladan karşılıyoruz.
    kışın ısınma için gerekli odun da aynı şekilde tarladan geliyor.
    kuyumuz ve tarlanın kenarından geçen küçük bir ırmaktan suyu hallediyoruz.
    arılarımız sene de 5 6 kg bal alıp gerisini onlara bırakıyoruz
    tarlada yaz kış serbest halde gezen ve gece ağaçlarda uyuyan tavuk ve horozlarımız var.

    internet,telefon ve bazı diğer giderlerle beraber çiftliğin aylık maliyeti 100 euro civarında.

    gelelim en can alıcı kısmına;

    senenin 6 ayı bahçe ile ilgileniyor ve ürünlerinizi satıyorsunuz kalan 6 da ise isterseniz sırt çantanızı alıp dünyayı gezebilirsiniz kazandığınız para ile çünkü herhangi bir gider yok. kira,fatura ve yemek gideriniz sıfır. herhangi bir tarım aleti veya tarım ilacına da ihtiyacınız olmadığı için kazandığınız tüm para net kar.

    tabii bir de yiyebileceğiniz en doğal, en sağlıklı ve besleyici sebze,meyveler ile besleniyorsunuz her daim.

    bir kaç kısa not yazmak istiyorum çiftlik ile ilgili;
    120 den fazla çeşit meyve ağacı mevcuz
    100 ün üzerinde lokal yenilebilir meyveleri olmayan ağaç var.
    meyve ağaçlarının altında sebzelerimiz yetişiyor üstelik kendi kendilerini tohumluyorular. ekme,biçme hatta sulamaya bile gerek yok ekstrem sıcak günler dışında.

    senede ortalama 80 90 ton meyve üretiyor bu çiftlik. bunun yuzde 30 unu kuşlara ve diğer hayvanlara bırakıyoruz, bir kısmını eşe, dosta, komşuya dağıtıyoruz veya kendimiz yiyoruz, kış için kurutuyoruz vs...

    her bir meyvenin kilosu 2 euro.(hangi meyve olduğunun bir önemi yok, benim için 1 kilo üzüm ile 1 kilo şeftalinin üretim masrafı aynı ve sıfır) yılda ortalama sattığımız 40 ton meyveden elde edilen gelir 80 bin euro ve gider sıfır.

    not : başlıkta çok kez hayvan boku temizlemekten bahsedilmiş ama hayvancılık çok ağız meziyetleri olan bambaşka bir iş.

    uzun lafın kısası, içinde doğa aşkı olan ve doğaya dönüşü sadece sistemden bir kaçış yolu olarak görmeyen ve bunu, gerçekten doğayı sevdiği için yapacak olan kişilere ilham vermesi için yazıyorum.

    uğurlar olsun.

  • öğretmen, öğrencisine;

    -fatih senin yaşındayken istanbul'u fethetti. peki sen ne yapıyorsun ? hala çocuk gibi şımarıp, oyun oynuyorsun.
    öğrenci: ama hocam, onun da hocası akşemseddin'di, der.

    bu kısa ve özlü hikayeden bihaber olan insan beyanatıdır.

  • okul mokul gormemis gorucu usulu bir evlilik yapmis benim annem. cok mutsuz olduguna pek tanik olmadim. genelde mutlu olan, neseli bir kadin. eli de cok agirdir. gudumlu anne terliginin arkasindan gelen o ellerin acisini hic unutmadim. dayak yedikce gulen cocuktum daha da ustune dayak yerdim guldugum icin. aglamayi da cok sever garip bir sekilde. universiteyi kazanana kadar izmir'de ailem ile beraberdim ve cokca sahit oldum aglamalarina. deniz gezmis icin aglarken ertesi gun adnan menderes icin de aglayabiliyordu. 80 sonrasi apolitik bir kusaktim ve ben buna anlam veremezdim. sivas katliami icin gunlerce aglarken ayni kadin abdullah catli icin de agliyordu. 10 senedir zaman zaman ulke simdilerde de sehir farkli oldugu icin kendisi ile senede 3-4 kez gorusebiliyoruz. en son gorusmemiz esnasinda kayseri-gs maci oynaniyordu ve ailecek maci izliyoruz. bobo bir kirmizi kart gordu ve annem hungur hungur aglamaya basladi. ben tam anlamiyla olayi anlama calisirken kardesim hafta icerisinde bir avrupa macinda kirmizi kart goren meireless icin de agladigini soyledi.

    boynuna sarildim benim de gozlerim dolmus bir sekilde. beddualari da hala kulagimda:

    -bu hakemler kafir kafir! koymuyorlar ki oynasin su cocuklar.

  • sene 2032.

    ergenlik hezeyanlariyla surekli dunyaya satasir duruma gelmis oglumla ayni tartismalari yapiyoruz.

    - bana ne yapacagimi soylemezsin sen. babamsin diye her hareketime karisabilecegini mi saniyorsun ?
    - yavrum yapma. senin iyiligini istiyorum ben.
    - benim hicbir seyimi isteyemezsin. hem sen hayatta ne basardinki beni yonlendirmeye calisiyorsun ?
    - ben 10 yil, 5 buyuk turnuva zinedine zidane'i canli izledim. hem de 4 senesi ronaldo luiz nazario de lima ile birlikte.
    - ne diyosun yeaaa.
    - benle ne diyosunlu konusma agzini burnunu kirarim senin it. yumurtadan cikmis kabugunu begenmiyor, pezevenk.

    gibi diyaloglara neden olacak efsanedir. her messi mi ronaldo mu tartismasinin yasandigi gun biyik altindan gulen bir nesil birakmistir arkada.

  • eyvah necdet: bunca yıllık çaycısın asım. hiç tavşanları düşündün mü? çaya neden tavşan kanı derler sence?

    asım:...

    eyvah necdet: hişş! sana bişey sordum.

    asım: şey... kırmızı diye heralde.

    eyvah necdet: kırmızı ha! gülünsün

    [midyat ve seyfonun gülme efektleri]

    eyvah necdet: sen hiç kırmızı çay gördün mü asım?

    asım: görmedim ama...

    eyvah necdet: peki o halde neden çaya tavşan kanı derler? çayın renginden değil asım. kanın çokluğundan. o tavşan deyip geçitğin hayvandan o kadar çok kan akar ki şaşarsın. bu yüzden avcılar tavşan vurduklarında bi gün boyunca kanın içinde bekletirler. tavşanın eti başka türlü yenmez asım.

    asım: haliyle biz o kadarını bilemiyoruz tabi.

    eyvah necdet: yani burda anlatılmak istenen çayın rengi değil. bereketidir asım. içsene çayını.

  • babam öleli henüz 20 gün olmuştu.
    babam öldüğünde hastanede yoğun bakımda yatan anneme bu durumu söylemedik.
    cenazeden bir hafta sonra annemi taburcu ettiler çünkü yapacak bir şeyleri kalmamıştı.
    annem evde bir hastane yatağında solunum cihazıyla yatıyor
    ben, kardeşlerim ve bakıcısı hep çevresindeyiz.
    bir gün ablamı çağırdı yanına büyük bir telaşla ve dedi ki
    "yarın perşembe yumurtacı gelecek, yumurta alın ondan
    mutfakta cüzdanım var ve içinde 20 tl para..."

    oysa yarın çarşambaydı.
    kimse bu siparişi dikkate almadı tabi, çünkü daha önemli kaygılarımız vardı.
    artık günleri de karıştırıyor, bilinci gidiyor yavaş yavaş dedik.
    "tamam sen merak etme" deyip annemi geçiştirdik.
    sonra bu mevzu unutuldu haliyle...

    bundan dört gün sonra bir cumartesi sabahı annemi de kaybettik.
    annemin ölümü üzerinden iki ay geçmişti evdeki eşya, mobilya,
    anne babama ait kıyafetleri birilerine vermek için toplamaya başladık.
    işte o gün mutfaktaki bir çekmecede anneme ait
    eski, siyah, annem kadar yorgun görünen o küçük el çantasını gördüm.
    elim istemsizce çantaya gitti. küçük çıtçıtını açıp açmamakta tereddüt ettim
    ama sonra açtım.
    içi boştu, sonra çantanın içindeki küçük ceplere soktum parmaklarımı.
    elime bir şey değdi. çıkarıp baktım. 4'e katlanmış bir 20 tl...
    gözlerimden yaşlar boşandı.
    annem 3 aya yakın hastane, yoğun bakım hastalığıyla uğraşıyordu
    ve o cüzdandan uzaktı ama içindeki o 20 lirayı hatırlıyordu.

    o cüzdan ve arasından çıkmış 20 tl artık benim evimde.
    onu yakında çerçeveletip evimin mutena bir köşesine asacağım.
    66 yıllık bir evlilikten sonra 24 gün arayla ve
    babamın ölümünden haberi olmadan ölen annem gideli bugün tam 4 ay oluyor.
    ve bu benim annesiz ilk anneler günüm.

  • hogwarts'ta işlerin ne derece kirli işlediğini gözler önüne seren bir gerçektir.

    --- spoiler ---

    bilindiği üzere harry potter'in ilk senesinde bölüm kupasının sıralaması şöyleydi;

    1. slytherin 472 puan
    2. ravenclaw 426 puan
    3. hufflepuff 352 puan
    4. gryffindor 312 puan

    bu sıralamaya göre bütün hogwarts süslenmiş, bütün odalar "saldır yılanım" flamalarıyla bezenmiş, her yer şanlı slytherin'in yeşili ve siyahı boyanmış, taraftar şampiyonluk kutlamalarına başlamışken tutuyor bu alçak hogwarts müdürü hiç bir kurala kanuna dayanmayan tamamen sikinin keyfine verilmiş puanlarla gryffindor'u şampiyonluğa ortak ediyor.

    bütün sene haşaralılıklarıyla herkesi hayatından bezdiren, değerli hocamız severus snape'a, öz beöz slytherin çocuğu malfoy'a ve camiamıza ağza alınmayacak hakaretler eden hermione-ron-harry üçlüsüne sırayla 50, 50, 60 puan vererek adeta ulu orta kayırmacılık yapıyor.

    ama işte allah'ın sopası yok. hesabını iyi yapamamış olacak ki bunak herif, şikeyi bile doğru düzgün yapamadan iki takımı 472 puana eşitlemiş oluyor.

    bundan sonrası daha da evlere şenlik. kürsüde konuşurken yaptığı hatayı anlayan dumbledore, son bir kıvırmayla bütün sezon yokları oynayan nevile'e 10 puan daha yazıyor.

    bu tiyatroya itirazlarıyla adeta çılgına dönen slytherin taraftarına ise hiç kulak asılmadan flamalar filan bir büyüyle değiştiriliyor.

    böylesine şaibeli ve ahlaksız bir sonuçtan bile utanmayan gryffindor takımı ve bilhassa harry potter, sözüm ona tarafsız dumbledore ile objektiflere poz vererek kupayı kaldırıyor.

    buradan bu tiyatroyu kınıyorum. ve slytherin'in alnının akıyla kazandığı kupasının geri verilmesini talep ediyorum

    --- spoiler ---

    edit: bugün gryffindor'un yanında olan hufflepufflu ve ravenclawlı kardeslerime sesleniyorum; bu ateş üflemekle sönmez. adaletini bozduğunuz kantar birgün sizi de tartar.

    edit2: arkadaşlar gerçek şampiyon slytherin'imizin asıl renklerinin yeşil gümüş olduğunu biliyorum. o seneki deplasman formasının yeşil-siyah olmasından ötürü öyle söyledim. siz bu algıcı gryffindor yosmalarına aldırmayın.

  • nice soğukalgınlıklarından korumuştur bizleri.

    böyle bilimum edevatla korurlar, sakınırlar. sonra mecbur kalır hayata ve istediklerimize doğru salarlar bizleri. lakin, nice kötülüklerle, hoyratlıklarla, sevgisizlikle, öfkeyle doludur hayat, çoğu kez bu ritme kapılır ancak yorulduğumuz yerde gene gider aynı hırkadan, çorbadan, kucaktan isteriz. işte o vakit, "ben sana demedim mi" demeden kollarını açanların şerefine; " ömür boyu giymekten mutluluk duyanların" hırkasıdır.

  • istanbul'daki bir devlet üniversitesinin fen edebiyat fakültesindeki bir bölümde 2. sınıf öğrencisi olan bir arkadaşım var. çok güzel bir kız. hani şanslı genlerle doğmuş olanlardan. ingilizcesi orta, bilgisayar bilgisi word, powerpoint, excel den ibaret onlar da orta. kendisi şu an çok ünlü bir restorantta çalışıyor. rezervasyonları alıp, oturma planını hazırlayıp akşam gelen müşterileri güler yüzle karşılıyor. pazar günleri hariç her gün, günde 7 saat çalışıyor. aylık kazancı 2500 tl maaş + ssk + yol ve yemek + her ay bahşiş oranına göre 250-750 arası tip.

    başka bir arkadaşım - gene çok güzel bir tanesi- bu yaz ünlü bir viski firmasının tanıtımını yaptı. firma sofistike olmasını istediği için dekolte ve mini giymesi yasaktı. daha çok bordo, lacivert tonlarında diz altı, dar elbiseler ya da siyah uzun dar elbiseler giymesi istendi. pazartesi hariç her gün gece saat 11 ile 3 arası baya ünlü bir gece klübünde viski standının önünde durarak günde 150, ayda 3600 tl kazandı. konuştuğumuzda son 4 ayda 15000 tl gibi bir miktar kazandığını söyledi.

    haziran ayında başka bir arkadaşım ve sevgilisi itü inşaat mühendisliğinden mezun oldu. kız ortalama güzellikte, 3.2 gibi ortalama yapmış ve çok iyi seviyede ingilizce ve almanca biliyor. oğlan taşşaklı bir liseden mezun, aynı kız gibi iyi bir ortalamayla ve onun gibi 2 yabancı dille mezun. kız başlangıç olarak 2000 tl maaşla büyük bir şirkette çalışmaya başladı. oğlan 2200 maaşla daha küçük ama piyasaya göre daha fazla maaş veren bir yerde iş buldu.

    bundan sonrası için yorumu size bırakıyorum.