hesabın var mı? giriş yap

  • haberde en çok "özel ekip kuruldu" kısmına güldüm. sanki filmlerdeki jason amcamız gibi tipler son teknolojiyi kullanarak suçluları yakalayacakmış gibi bir izlenim veriyor ama doğrusu birkaç kişilik ekip ile civar güvenlik kamerası izlenip ağzında sigara ile ekranda parmağıyla gösterip "bah şoraya gacıyor o kamaraya da bakah" diyen göbekli polisler suçluyu yakaladıktan sonra göç idaresine gidip işlem yapması uzun ve meşakkatli olacağı için uyarı yapılıp serbest bırakılıyor.

  • bana birgun bir tanesi boyun ne cok uzun, ne cok kisa ne guzel birbirimize uyuyoruz demisti. sevinmistim o zaman tabi. kiz kalkti eski sevgilisine geri dondu aylar sonra. neyse bunlari birlikte gordum gunun birinde. herifin boyu uzun. o an kafamda cakan simseklerin tek sebebi bana soyledigi sozlerdi. meger beni onunla karsilastiriyormus. ulan hicbirseye degilde buna uzuldum aylarca. gerci eminim ona da beni anlatmistir. eski sevgililerin karaktersiz olmasi doganin bir kanunu bildiginiz gibi.

  • aşağıda, hawking radyasyonunun ne anlama geldiğine yönelik bir derleme bulacaksınız. hawking radyasyonunu açıklamadan önce, karadelik mekaniğinin yasaları ile, termodinamik yasalarının birbirine çok benzediklerini söyleyerek işe koyulmalıyız.

    einstein, 100 yıl önce genel görelilik denklemlerine göre, karadeliklerin teorik olarak var olduklarını ortaya koymuştu.

    öncelikle bir karadeliğin diğer gök cisimlerin ayrıldığı en önemli özelliği, olay ufkudur.

    klasik fizik, olay ufkunu aşıp karadeliğin içine düşen herhangi cismin asla karadeliğin çekiminden kurtulamayacağını yani karadeliğin kendi ışığı ile direkt olarak gözlenemeyeceğini söyler.

    olay ufkunun, karadeliğin kütle merkezine olan uzaklığını bulmak için, ışık hızındaki bir parçacığın kinetik enerjisi ile, kütleçekiminden kaynaklanan potansiyel enerji birbirine eşitlenmelidir:

    potansiyel enerji= gm'm/r ve kinetik enerji= 1/2mv^2 (m' büyük m anlamında yani karadelik kütlesi)

    schwarzschild yarıçapı

    buradan schwarzschild yarıçapı olarak bilinen uzaklık r = 2gm/c^2 olarak bulunur. burada g, kütleçekim sabiti, m' karadelik kütlesi, c ise ışık hızıdır. buradan olay ufkundaki çekimin şiddeti k = c^4 /4gm olarak bulunur.

    peki buradan elde edeceğimiz sonuç nedir? karadeliğin kütlesi arttıkça olay ufkunun yüzey alanı artarken, olay ufkundaki kütleçekimin şiddeti azalır.

    burada schwarzschild yarıçapı dediğimiz şey, basitçe, herhangi bir cismi ya da maddeyi inanılmaz çok küçülterek kara delik elde etmeyi ifade eder. örneğin bir cismi inanılmaz derecede çok küçülttüğünüzde yoğunluk o kadar fazla olur ki bu çekim gücünden ışık bile kaçamaz. bir nevi tekillik durumudur.

    şimdi gelelim başta bahsettiğimiz noktaya. karadelik mekaniği yasaları ile termodinamik yasaları benzer demiştik. bunu biraz açalım:

    öncelikle termodinamik yasalarına bakalım.

    termodinamiğin 4 temel yasası vardır:

    0. yasa: dengede olan bir sistemin sıcaklığı her noktada aynıdır.

    1. yasa: enerjideki değişimi vurgular ve enerjinin korunumu yasasını matematiksel olarak ifade eder: de =tds -pdv

    2.yasa: entropi zaman içinde sürekli artar. yani sistem düzensizliğe doğru gider.

    3.yasa: bir sistemin sıcaklığı sıfıra yaklaşırsa, entropisi de sıfıra yakınsar.

    karadelik mekaniğinin yasalarına bakalım:

    0. yasa= durağan bir karadeliğin olay ufkundaki kütleçekimi yüzeyin her yerinde aynıdır.

    1.yasa = karadelikteki çok küçük bir değişim sonucunda enerjideki meydana gelen değişimi matematiksel olarak ifade eder.

    2.yasa = olay ufkunun alanı zamanla sürekli artar.

    3.yasa = olay ufkunun kütle çekimi sıfır olamaz.

    görüldüğü üzere termodinamik yasaları ile karadeliğin yasaları oldukça benzerdir.

    hatta fizikçi john wheeler aslında karadeliklerin basit nesneler olduklarını vurgulamak için meşhur sözünü söyler: "karadeliklerin saçı yoktur" der.

    bu nedenle mantık olarak, karadeliklerin de diğer maddeler gibi enerji, momentum ve elektriksel yük gibi özelliklere sahip oldukları için, sıcaklık ve entropi gibi termodinamik özelliklere sahiptirler. işte burada bildiğimiz genel görelilik kuramı, karadelikler her şeyi yuttuğu için ışıma yapmadığını söyler. bu yüzden karadeliğin sıcaklığı sıfır olmalıdır. bu durumda entropi kavramı karadelik için fiziksel bir anlam taşımaz.

    ancak işin içine kuantum mekaniği girerse, her şey değişir. işte stephan hawking, karadeliklerin aslında ışıma yaptığını kuantum mekaniği ile göstermiştir ve bu sayede karadeliğe ait özellikler olan sıcaklık ve entropi fiziksel bir anlam ifade etmeye başlamıştır. buna hawking radyasyonu denir. hawking, bu süreci roger penrose ile kara delikleri ondan uzak bir mesafeye kaçmanın mümkün olmadığı bir olaylar kümesi olarak tanımlama düşüncesi üzerine konuştuktan sonra bulduğunu ifade eder. hatta; ilk keşfettiğinde bu muazzam fikir yüzünden gece uyuyamadığını ve ertesi gün penrose'a telefon açtığını belirtir.

    hawking radyasyonu ya da ışıması denilen bu süreç şu anlama gelir: kuantum dalgalanmaları sonucunda karadeliğin dışında bir parçacık ve anti-parçacık çifti oluşur. bu parçacıklardan biri karadeliğe düşerken diğeri karadelikten uzaklaşır. yani aslında hawking deyimi ile karadelikler aslında o kadar kara değildirler, hiçbir şey ondan kaçamayacak diye bir durum yoktur. yani karadelikler ışıma yaparlar.

    http://i63.tinypic.com/2gtx20w.jpg

    http://i68.tinypic.com/nladt4.jpg

    ancak burada da bir paradoks ortaya çıkıyor. eğer hawking'in gösterdiği gibi karadeliklerin entropisi varsa, ve entropinin de bir düzensizlik ölçüsü olduğunu biliyorsak, bu durumda, karadelikte tam olarak dağınık ve düzensiz olan şey nedir? bu hala bir tartışma konusudur.

    hawking radyasyonu aslında bakarsak başka anlamlar da taşır. buna göre;

    bir karadelik buharlaşarak yok olabilir. ne de olsa artık bir düzensizliğimiz de var.

    hesaplamalara göre, karadeliklerin sıcaklığı kütle ile ters orantılı iken, buharlaşma hızı da kütlenin karesi ile ters orantılıdır. yani kütlesi büyük karadeliklerin sıcaklığı daha düşüktür, buharlaşıp yok olmaları ise daha uzun sürer ve buharlaştıkça kütle azalacağı için buharlaştıkça buharlaşma hızları da artar.

    ayrıca hesaplamalara göre kütlesi ayın kütlesine eşit olan olan bir kara delik dengede kalır, kütlesi değişmez. ancak ayın kütlesinden daha az kütleye sahip karadelikler ışıyarak buharlaşırlar.

    kaynaklar:

    bilim ve teknik, sayı 618

    a brief history of time, stephen hawking

    https://tr.wikipedia.org/…/kara_delik_termodinamiği

    http://www.cbpf.br/…les_and_entropy)_[prd_1973].pdf

  • süper gelişme. sırf debe'ye girebilme amaçlı milyon tane çöp entry ve binlerce çöp yazardan kurtulacağız sanırım.

    edit: 1. yildonemi nedeniyle soyle bir bakiyorum da, bi boka yaramamis :(

  • hiç düşündünüz mü " osmanlı sarayları'nda her gün yüzlerce çamaşır nasıl yıkanıyordu? " diye?

    işte bu sorunun cevabıdır câmeşûyân!
    sarayda çamaşırları yıkamakla görevli olan kişilerdir.

    farsça elbise anlamına gelen câme ve yıkayan anlamına gelen şûy kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş kelimenin çoğul hâlidir.
    zaten günümüzde kullandığımız çamaşır kelimesi de câmeşûydan gelmektedir.

    acemi oğlanlarının en istemediği görevler arasındadır.
    bu zamana kadar bu kimseler hakkında bir kaç fetva okusam da 16. yüzyıldan şöyle bir fetvayı söyleyeyim:

    çamaşırcıya verilen elbiseler çalınır ise ve çamaşırcının bu olayda kusuru bulunmakta ise elbiselerin bütün tutarı çamaşırcının maaşından kesilir.

    eğer kusuru yok ise bu sefer de yarı tutarı maaşından kesilecektir.

    bu çamaşırcıların başlarındaki kişiye çamaşırcıbaşı denilmektedir. uzun etekli bir entari giymesi zorunludur. bunun görevi çamaşırların yıkanıp kurutulması ve daha sonra ütülenip sahiplerine yahut sahiplerinin hizmetlilerine teslim edilmesi sürecinde çamaşırcıları yönetmektir.
    güğümcübaşı ile aynı rütbededir.

    saraydaki üst düzey görevlilerin her sene bazı kıyafetlerini çamaşırcıbaşıya hediye etme geleneği osmanlı imparatorluğu son bulana dek devam etmiştir.

    câmeşûylar, osmanlı saraylarının en göze görünmeyen hizmetlileridir de diyebiliriz. 19. yüzyıl ortalarına kadar sarayın bodrumunda taştan yapılmış teknelerde gün boyu çamaşır yıkayıp sonra bunları kurutup ütüleyip akşam olunca da bitkin bir şekilde yatarlar imiş.

    ikinci abdülhamid döneminde ise padişahın çamaşırcıları ayrılmıştır diğerlerinden. muhtemel sebebini ikinci abdülhamid'in yoğun şekilde yaşadığı öldürülme korkusu olduğunu düşünüyorum.
    beyaz kıyafetli çamaşırcılar ikinci abdülhamid'in kıyafetlerini bu dönemde gümüş teknelerde yıkamaya ve bahçede sadece padişaha ait çamaşır iplerinde kurutmaya başlamışlardır.

    divân-ı hümâyun üyelerinden sadece vezir-i âzâmın köşküne câmeşûyân kadrosundan çamaşırcı alma hakkı vardır.
    diğer üyeler ya kendileri evlerine hizmetçi alarak çamaşırlarını yıkatmalı ya da kendi maaşlarından kesilecek ücretlerle sarayda çamaşırcılardan yararlanabilmektedir.

    ismini bildiğim daha doğrusu adını hatırlayabildiğim tek çamaşırcıbaşı, sultan üçüncü ahmed döneminde topkapı sarayı'nda bulunan çamaşırcıbaşı yusuf ağa'dır.
    kendisi, bir defter tutmuştur ve bu defter topkapı arşivinde bulunmaktadır.

    buhur suyu diye bir çeşit dönemin parfümü diyebileceğimiz kokudan bahseder yusuf ağa.
    padişaha bunu ikram ettiğini ve padişahın bu kokuyu çok beğenerek kendisine 15 altın bahşiş verdiğini söyler.
    umarım hayrını görmüştür.

  • sevildiğine bi türlü ikna olamayan, dünyanın kendi etrafında dönmesini isteyen, seansı bitip de psikoloğun başka hastayla görüşmesini kabullenemeyen ve bu durumda bile kendini aldatılmış hisseden kişilik.

  • > şarap içen tek varlık insandır
    > hayvanlar şarap içmez
    > o zaman şarap içmeyenler hayvandır

    güzel oldu bu, namazcı amcaya iletin.

    edit: aradan uzun zaman geçince entry'de referans aldığım gündem konusu da uçup gitti tabi, şimdi şarap içmeyenlere hayvan dedi, namaz kılanlara hakaret etti bu diye polis kapıma dayanmasın.

    namaz kılmayan hayvandır

  • bi gün, kurstan bir arkadaşım, işyerim civarından geçerken aklına geliyor beni arıyor, hatırımı soruyor. gelsene diyorum, bir çayımı iç, hem görüşmüş oluruz. bir duraksıyor, nefes alıyor, yok diyor, başka zaman. ısrarımı seveyim, hazır diyorum gelmişsin buraya kadar, çık işte yukarı. tamam geleyim de, şey diyor, az önce soğan yedim ben, çekiniyorum o yüzden. saçmalama diyorum, lafı bile olmaz, biz her gün yiyoruz n'olacak allasen. ikna kabiliyetimi yitireyim. neyse, çıkıyor bu yukarı. sarılıyoruz. ben bayılmışım. allah'ım böyle bir koku olamaz. çocuk sürekli anlatıyor, ben daimi gülümsüyorum filan ama, hoşbeşten fırsat bulunca ilk şunu soracağım: soğanı tarlasıyla birlikte mi yedin arkadaşım sen? o nasıl bir soğan yemektir? renkten renge giriyorum, imkanı yok o kokuyu defedemiyorum abi. taktım bi kere. sanki karşımda bizim hüseyin değil de, bir baş soğan oturuyor. kendisi oradan buradan laflarken ben hüseyin'i ince ince kıyıyorum, pembeleşinceye kadar kısık ateşte çeviriyorum. o koku gitmiyor. bi yarım saat sonra kalktığında tekrar sarılıyorum. yaşama sevincime.