hesabın var mı? giriş yap

  • anlamadığım için erkekliğimden şüphelendiren olay. bir dakika, noluyoruz lan !

  • amerikalı astronotlar uzaya gittiklerinde, ellerindeki tükenmez kalemin mürekkebinin yerçekimsiz ortam dolayısıyla aşağıya doğru akmadığını ve haliyle kalemi kullanamadıklarını merkezlerine bildirirler. bilimadamları yüksek maliyetli, son derece teknolojik, uzayda bile yazabilen bir kalem icad ederler.
    ruslar kurşun kalem kullanır.

    edit: vsop sağolsun bilgilendirdi. kolpaymış hikaye.

  • dünyanin her bir yanina özgün yüzlerce ejder çesidi varmis gibi bunu ayirmislar. ejder deseler karstiracagiz sanki. "ejder mi, ne ejderi? adana ejderi mi komodo ejderi mi?"

  • ilave vergi türkiye ekonomisini düzeltmez, düzeltemez. bugünkü ekonomik sistemin temellerini atan kemal derviş, o zamanlarda bile tüketimden alınan vergi artışlarıyla yoluna sokulan kamu bütçesine ait bu çözümlerin geçici olduğunu ve ihracata yönelinmesi gerektiğini söylemişti.

    ithal mallara ek vergi getirerek çözülebilecek olan tek şey, iç tüketimdir. harcamalar durur ve sonunda devletin düşen vergi gelirleriyle bir de bütçe açığı oluşur. ithal mallara ek vergi uygulaması üretim araçlarına sahip olan ülkelerde işe yarayabilir, türkiye gibi bütün devlet bütçesinin tüketim üzerinden alınan vergiler üzerine inşa edildiği bir ülkede yaramaz, nedenlerine gelince:

    a) yüksek ara malı ithalatına bağımlı olan ihracat nedeniyle ihracatçının kar marjı oldukça düşük kalıyor. bu düşük kar marjıyla çalışmaya çalışan ihracatçıya getireceğiniz ek vergi adamın kar marjından yemekten başka bir işe yaramaz. devlet ihracatçının girdi maliyetlerini artırdığı gibi, ihracatçı satış fiyatını artıramaz. bu durumda, ithalatçı firma gider malı başka yerden alır, ihracatçı batar.

    b) her sıkıştığında zaten ötv kalemleri üzerinden nihai tüketim harcamalarına muhtaç bir devlet bütçesi var, her sene ufak ufak artırıyorlar. yani yarın sabah kalktığımızda bütün ötv kalemlerinde %100 artış yapamaz devlet çünkü aniden gelen yüksek artışlar tüketimi durdurur, başta alacağı gelirden de olurlar. devletin alternatif gelir kalemleri yaratabileceği bir ekonomik altyapımız maalesef yok.

    c) ötv'ye bu kadar yüklenilebilmesinin temel nedeni aslında talepteki inelastiklikten başka bir şey değil. ötv alınan tek kalem lüks otomobiller değil. başta akaryakıt olmak üzere, alkol ve sigara en çok ötv geliri elde edilen kalemlerdir. sade sodadan tıraş köpüğüne kadar birçok maldan ötv alınıyor ama en çok gelir elde edilen dört kalem, alkol, sigara, akaryakıt ve otomobildir.

    vergi artışına karşı talep fonksiyonu iki sonuç verebilir. talep inelastik olarak kalır, bütçe açığı düşer. akaryakıtta olan şey budur. dolar kurundaki artış birçok ekonomi yazarının geliştirdiklerini iddia ettikleri modele göre enflasyona onda biri kadar etki eder, en azından yazarlar bunu iddia ediyor ki bence daha bile fazla olabilir.

    tarlada sürülmesi için traktöre gereken mazottan, istanbul'daki hale gelmesine ve oradan marketlere dağılmasına kadar geçen sürede gıda ürünleri hep bir yerden bir yere taşınırlar. bu yüzden akaryakıt sürekli bu denklemin içine girer. günün sonunda, gıda harcamasını yine yapmak zorunda kalan vatandaş ise artan dolar yüzünden, artan doların üzerine binen vergi yükü yüzünden gıda fiyatlarındaki enflasyonla karşı karşıya kalır. bu durumda enflasyon artacaktır. zira gıdanın ağırlığı enflasyon sepetinde bir hayli yüksektir.

    talebin yeteri kadar inelastik kalamadığını ve piyasadaki tüketimin azaldığı örneklere gelecek olursak da, en belirgini otomobilden alınan ötv'dir. kur şokları ve vergi artışlarıyla satışlarda düşüş olur. satışlarda düşüş olması direkt olarak vergi kaybı anlamına gelmez fakat aşırı yüklü vergi artışı getirilirse vergi kaybı yaşanması mümkündür.

    alkol ve sigara otomobilden biraz daha farklıdır. bunlar otomobil gibi dayanıklı tüketim malı olmadıklarından dolayı, piyasada kaçak tüketimde yakalanmaları biraz daha zordur. bu da ciddi bir kaçakçılığa yol açar. son zamanlarda sürekli artan kendi evinde bira/rakı yapan insanlar, kaçak sigara içenler, kendisi tütün alıp saranlar bunlara örnek verilebilir. devlet bunlara da savaş açsa da, bu savaşı kazanabilmesi kolay değildir. zira suç bile olsa, ekonomik getirisi ötv arttıkça artacak ve daha çok insan bu işe girmek isteyecektir. kaçakçıklıkla mücadelenin en temel çözümü tam aksine, yerel üretimin de mümkün olabildiği alkol sigarada vergi yükünü azaltmaktır.

    akaryakıt kadar inelastik bir talep olmasa da, alkol ve sigara üzerindeki ötv yükü geliri azaltabiliyor.

    ayrıca, üretim ile alakalı bir süreç sonucu gelişmeyip tüketim üzerinden alınan ötv sonucunda, akaryakıt örneğindeki gibi talep inelastikken bu vergi artışı gerçekleşirse paranın dönüş hızı da artar. devlet bütçesinin her sene az da olsa açık verdiğini düşünürseniz, benzin alırken devlete ödediğiniz para aslında ortaya bir katma değer koymaz. bu durumda, devlete giden para gene devlet tarafından harcanarak tekrar piyasaya sürülür, sürüldükçe para tekrar akaryakıt üzerindeki bir vergi olarak devletin kasasına geri döner.

    ortada katma değerli bir üretim olmayınca, bu kadar sık piyasa/devlet arası el değiştiren para makro ölçekte yeni bir enflasyonist baskı yaratır. amerika'nın para bastığı qe2 dönemde bile 2012 yılı hariç türkiye'de enflasyonun bir türlü %7-8 altına düşmemesinin nedeni bütçe açığını kapatmak için ötv oranlarını yükselten hükümettir.

    aslında bu o kadar anlamsız bir şeydir ki para basmaktan sadece bir tık daha az enflasyon yaratır. devlet akaryakıt üzerindeki vergiyi artırır, başta bütçe açığı azalmış gibi kalır. ama devlet uzun vadede buradan gelen ek kaynağı da gerisin geri yeni memur alımından tut, savunma sanayi projelerine oradan otoyol ve köprü garantilerine kadar yeniden piyasaya sürer. akaryakıt ya da genel anlamda tüketimi oldukça yüksek olan herhangi bir inelastik talepli meta üzerinden alınan ötv artışı enflasyonu anında tetikler.

    enflasyondan devlet de etkilenir, aynı yatırımı yapmak için daha çok para harcamak zorunda kalır, memur maaşlarına zam yapmak zorunda kalır sonra bütçe açığı artar, bütçe açığı artan devlet tekrar ötv zammı yapar gene başa dönülür.

    d) şu öne sürülebilir. devlet zam yapar ama tüketim o kadar sert düşer ki devlet de buradan artık bütçe açığını kapatamaz hale gelir. evet bu da bir sonuçtur ama sonunda eğer kaçak tüketim piyasası oluşmamışsa tüketim tamamen durur. devlet kendi bütçesini denkleştiremediği gibi, mikroekonomide bir piyasayı da ortadan kaldırmış olur. ötv şoklarıyla otomobil piyasasında bu geçmişte birçok kez olmuştur. eğer gelecekte bir gün bu sorun akaryakıtta yaşanmaya başlanırsa, apokaliptik bir ortama gireriz. artan gıda fiyatları yüzünden yemek yiyemeyen milyonlarca insan bir anda birbirine saldırmaya ya da süpermarketleri yağmalamaya başlayabilir. bir dönem arjantin'de olan budur.

    e) şu sorulabilir. madem ithal üründe vergi bir işe yaramıyor o zaman trump neden vergi getirmeye çalışıyor?

    bu sorunun cevabı amerika ile türkiye arasındaki farkta gizlidir. c ve d şıklarına alternatif olarak bir opsiyon daha var. dışarıda üretilen malın türkiye'de üretilerek piyasada satılmaya başlaması. bu durum bunu talep ederek savunduğunuz bir iddiadır ama mümkün değildir.

    türkiye'nin ithal girdilerine baktığınızda katma değeri yüksek ürünlerin ve enerjinin baş sırayı aldığını görürsünüz. bu topraklarda bir anda arabistan gibi petrol çıkacak bir durum yok, zaten olsa satmak bir tarafa önce iç tüketimi karşılayıp ithalattan kurtulurduk. diğer durumsa, katma değeri yüksek bu ara malları kendi ülkemizde üretmeye başlamak olabilir bu da mümkün değildir zira katma değerli üretim büyük ölçekli yatırımlar ve nitelikli bir işgücü gerektirir. türkiye'de az sayıda bulunan bu işgücü de savunma sanayi sektörü, ki toplam cirosu içinde devletin payı çok yüksektir, ve birkaç yarı özerk devlet kurumları spk, epdk, merkez bankası vs. tarafından kullanılır.

    yani çok basit bir soru sorayım bmw üzerideki ötv'yi %500 yapınca kendimiz bmw kalitesinde, bmw fiyatına otomobiller üretmeye başlayamayız, çünkü yapacak olan mühendislerin %99'u ya savunma sanayinde çalışıyor, ya da çoktan yurtdışına gitti.

    amerika'nın bunu neden yaptığına gelecek olursak, amerika ile çin arasındaki ticaret dengesi çok farklı. amerika her yıl çin'e karşı 300 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. bunu vermesinin nedeni ise çin'in para birimi yuan'ı zorla düşük tutma yönündeki politikasından başka bir şey değil. ayrıca çin'de devlet kontrollü bir finans piyasası olduğundan dolayı, yani piyasanın derinliği olmadığından dolayı da amerika'dan elde edilen bu ticaret fazlası merkez bankasının kasasında yatıyor, çin'in dolar rezervi en son 3 trilyon doları geçmişti, yani türkiye ekonomisinin yaklaşık dört katı. evet çin merkez bankası isterse türkiye'yi dört yıllığına kiralayabilir. gsmh gelirdir, servet ise başka bir şeydir.

    bu problemi biraz daha açalım, diyelim ki çin'de de dalgalı kur sistemi uygulanıyor. ilk sene içinde çin anormal bir dış ticaret fazlası veriyor. bu para çin'in bankacılık sistemine dahil oluyor. tüketim ve harcamalarda herhangi bir kısıtlama yoksa, bankalar bu paradan para kazanmak için birçok tüketici kredisi vermeye çalışarak kredi faizinden para kazanmaya çalışırlar. haliyle de çin halkının harcama potansiyeli artışa geçer.

    bu artıştan çin'in ithalatı da nasibini alır ve ilk sene verdiği 300 milyar dolar fazla yerine ikinci sene daha az, sonraki sene daha da az fazla vermeye başlar. bir yandan da yuan değerlenir çünkü her sene az da olsa dolar rezervi artmaktadır.

    peki çin ne yapıyor? bu ticaretten gelen fazla dolarları iç piyasada tüketime asla yöneltmiyor. çoğunu merkez bankası rezervlerine atıyor, bir kısmını da devlet destekli işlerinde harcamak üzere kullanıyor. derin bir finansal sistem olsaydı, benim bankaya attığım 1 milyon doları alan banka bunu zorunlu karşılık gösterip başka birine ticari yada bireysel kredi olarak kullandırtır ve iç piyasayı canlandırırdı. ortada böyle bir durum da yok. yuan zorla düşük tutuluyor derken denmek istenen de tam olarak bu. ticaretten gelen dolar fazlası, iç piyasaya uğramadan merkez bankasına gidiyor.

    çin'de tamamen liberal bir serbest piyasa ekonomisi işlemiyor. bu nedenle de amerika, kendi kuruluş ruhuna tamamen aykırı olsa da, ek vergi ile ticaret duvarı uyguladı. bunu da bildiğim kadarıyla katma değerin görece düşük olduğu demir/çelik sektörüne uyguladı. nedenine gelince, zorla düşük tutulan yuan ve iç piyasada halkın refahını artırmayıp merkez bankasına atılan dolarlar çin'de işgücünü çok ucuz bir halde tutuyor.

    abd ve avrupa gibi servetleri büyük sermayeleri güçlü ülkelerde ise asgari ücretle dahi belirli standartların yakalanmasını sağlayan bir sistem var. aslında söz konusu çin olunca, bu standart türkiye'de bile var. türkiye'de asgari ücretin 400 dolar olduğunu çinli bir işçiye söyleseniz orada ağlamaya başlar. görece katma değerin düşük olduğu bir sektöre vergi duvarı koyduğunuzda ise, atıl duran niteliği düşük işgücü anında çıktı üretmeye başlar. dolayısıyla amerikan iç piyasasında, bu 50 milyar dolarlık iç piyasa düzeni çok çabucak kurulur. ayrıca katma değeri yüksek bir sektör dahi olsa, amerika gibi parası rezerv olan ve yıllarca sanayiye öncülük etmiş olan bir ülkede yerli piyasasının canlanması çok zaman almaz, zira türkiye'de olmayan nitelikli işgücü ve sermaye sıkıntısı çekilen bir ülke değildir amerika birleşik devletleri.

    özet: ithal mallara ek vergi getirerek piyasayı düzeltmeye kalkmak amerika'da işe yarasa da türkiye'de pek işe yaramaz. oransal olarak ciddi bir ek vergi ya inelastik talebi zorlayarak enflasyon yaratır ki bu iyi senaryodur, ya da talebi bitirerek hem o sektörü bitirir, hem de o sektörden gelecek vergi gelirlerini ortadan kaldıracağından dolayı bütçe açığını büsbütün artırır. ilave verginin işe yaraması için aynı piyasanın üretim ihtiyacının içeriden karşılanması gerekir ki mevcut beşeri ve maddi sermayesiyle türkiye bunu yapacak durumda değildir. çünkü bunun olması için ya ülkeden petrol fışkırması gerekir, ya da bir anda nitelikli işgücünde bir zıplama ve buna eşlik edecek sermaye gruplarının oluşması gerekir. ayrıca ithal girdiye olan ihtiyacı nedeniyle ithal mal üzerine eklenecek verginin ihracatı baltalayarak, dış ticaret açığı daha beter artırması riski de vardır.

  • şiir gibi filmler derler ya hani, heh. gibisi fazla, şiir film. allen, jack, neal ve diğer beat'ler, çoğu burada. allen ginsberg'i canlandıran james franco howl'u feci okumuş, bambaşka. içerik ve dili sebebiyle sansürlenmeye çalışılan howl, bugün cayır cayır her yerde okunurken, filmi çekilirken, ilham verirken; onu yasaklamaya çalışanları ise sikleyen yok. solucan yemi oldu hepsi, ne güzel. ancak türevlerinin soyu devam ediyor. her yerde, her zaman da olacaklar. ne kötü. belki alışmak lazım denyoluklara, belki katlanmak lazım. duman sıtayla.

    çok fazla alıntı var ama parmaklarımın bir hızı ve zamanımın da bir sabrı var. şöyle tadımlık ortaya bişeyler yaptırayım size. buyrun afiyet olsun. buyrun buyrun:

    "ilham perinizle sanki bir arkadaşınızla konuşur gibi açık bir şekilde konuşmalısınız. bu şekilde kendiniz neyseniz yazılarınızda da onu bulursunuz". (bu cümle, benim şu anki şiir anlayışımı açıklıyor mis gibi. ağdalı ve yaşangaçlıktan uzak olmasa daha iyi olur şiir. kofti şiirselliğe hayır diyorum. tabii "aşkım da değişebilir gerçeklerim de". yarını bilemem.)

    "jack kerouac yazıların, yazarın şahsiyetinden gelen kişisel bir şey olduğunu öğretti bana. bedeninden, nefes alışverişinden günlük konuşmasından gelen".

    "kehanet 100 yıl sonra birilerinin bileceği, hissedeceği şeyleri şimdiden bilip hissetmektir. veya insanların bir yüzyıl sonra kavrayabileceği şeyleri üstü kapalı şekilde aktarmaktır".

    şiirseverler ve sansürseverler bu filmi kaçırmayın.

  • 1968 yılında kampüste vakit geçirmekte olan 22 yaşındaki genç sinema tutkunu, bir grup arkadaşıyla birlikte, 'stanley kubrick'in yeni gösterime girmiş olan '2001: a space odyssey' filmini izlemeyi kararlaştırır. film yeni vizyona girmiştir ve müthiş sükse yapmıştır. her ne kadar bizim genç sinema tutkunumuz için 'beyaz perde' ile ilgili her şey, tutku derecesinde 'hayat'ı temsil ediyor olsa da 'kubrick'in bu zaman ötesi yapıtını izlemekte nedense geç kalmıştır ...

    1968, sosyal dinamiklerin genç kitlelerce dalgalandırıldığı, özellikle amerikan toplumu düşünüldüğünde (sınırsız) özgür düşüncenin, savaş karşıtlığının beraberinde getirdiği 'başkaldırı' ve 'sivil itaatsizlik' rüzgarlarının kuvvetle estiği yıldır ... uyuşturucu, üniversite gençliği arasında yaygındır ve yazımıza konu olan genç karakterimizin arkadaş çevresinde de 'drug movie' mottosu türemiştir ....

    'drug movie' = 'cigara'yı tellendirirsiniz (veya artık keyif verici madde her ne ise) ve uyuşturucunun beyninizdeki etkisini arttırmak için 'kafa yapan', 'derin temalı' bir filmi sinemada izleyerek deyim yerindeyse 'uçuşun' ve (mümkünse) filmin keyfini ziyadesiyle çıkartırsınız ....

    yukarıdaki kısa özetten de anlayacağınız üzere genç karakterimizin filmi izlemeye beraber gittiği diğer arkadaşları bir miktar uçmaktadırlar ve film onlar için 'drug movie' kategorisindedir. öte yandan genç kardeşimiz ise hayatı boyunca hiç uyuşturucu kullanmamıştır ... yıllar yıllar sonra '2001: a space odyssey'i' izleyip salondan çıkışını şöyle anlatmaktadır : "... her ne kadar diğer arkadaşlarımın hepsi 'madde' kullanarak salona girmiş olsalar da filmin çıkışında gerçekten uyuşturucu etkisi altında olan ve deyim yerindeyse 'uçan' bendim ... çünkü kafa yapan, uyuşturucu gibi çarpan, filmin kendisiydi..."

    sinema salonundan çarpılmış halde çıkan, aynı yıl üniversiteyi terk ederek kendini tümüyle sinemaya adayacak olan genç 'steven spielberg', gelecekteki on yıllar içerisinde imza atacağı çoğu yapıtına, 'stanley kubrick' sinemasından izler serpiştireceğinden ve hatta 'kubrick' ile sıkı dostluk kuracağından o an için habersizdir ...

    '2001: a space odyssey'i 1968 yılında yine sinemada izlemiş olan bir de 7 yaşlarında küçük bir kahramanımız var. kız kardeşinin doğum gününde, ailecek filmi izlemeye gelmişlerdir ... dehşet büyük bir sinema salonunda, babasının omuzlarında filmi sonuna kadar izleyen küçüğümüzü de derinden etkilemiştir 'kubrick'in harikası ... eve dönerler ama küçük oğlan, filmin etkisi altında, bahçede yalnız başına, yağan karın ardından göklerdeki yıldızlara bakar ve o küçük aklıyla hayatın anlamını, gelecekte ne olacağını sorgular ... sorgular ama elbette, gelecekte bir gün, kendi kullanacağı helikopteriyle, artık dostu olan ünlü yönetmen stanley kubrick'in arazisine iniş yapıp beraber yemek yiyeceği ve vakit geçireceği aklından bile geçemez ... hatta hem 'spielberg' hem de 'kubrick' ile çalışmış tek aktör ünvanına sahip olacağı da küçük 'tom cruise' için o esnada henüz çok çok uzakta olan bir gerçekliktir ...

    kaynak :

    remembering stanley kubrick
    remembering stanley kubrick

  • rahmetli babam, bir gün akşamüstü eve gelmiş, arabayı park ediyormuş. tam o sırada, apartmandan çıkan komşumuz, babamı " gidiyor " sanıp, " abi, beni de .......... 'ye bırakır mısın ? " deyince. babam hiç bozuntuya vermeden, sanki yeni çıkıyormuş gibi yapıp, komşumuzu istediği yere bırakmış.

    bırak akbil için para almayı, komşuya " ben yeni geldim " diyemeyecek kadar nazik bir adamdı benim babam.

    vefat ettiği günün gecesi, onunla ilgili eşten dosttan bunun gibi onlarca anı duydum. onlarca kişinin babamı anlatırken, gözlerinin nasıl parladığını, " o'nun gibisi yoktu " deyip ağladıklarına şahit oldum. babam bu " mallık " ları yüzünden çok sevildi.

    trilyoner olsan ne yazar, önemli olan sen öldükten sonra, arkandan nasıl konuşulduğu. " bırak şu pezevengi " de denir " o'nun gibisi yoktu " da denir. ben, bizzat tanık olduğum için; babamın gibi cenazesi olamayacak kişiler için üzülüyorum. yazık çok yazık.

    zorunlu edit: başlığın orijinal hali " başkası için akbil basıp parasını almayan mal " şeklinde idi. aslında ben o " mal " kelimesine kızıp, bu entry'i yazmıştım. lüften entry'i okurken, orijinal başlığı göz önünde bulundurunuz.

    bana seneler sonra bu açıklamayı yapma gereği hissettiren ferrarisi olmayan adam'a, vita es morte'se ince görüşleri için minnetarım. ayrıca yaklaşık üç yıldır, mesajla başsağlığı dileyen, babam hakkında güzel yorumlar yazan herkese teşekkür ederim. etkilendiyseniz siz de güzel insansınız. tüm bu dualarınız, enerjiniz babama malûm olur inşallah.