hesabın var mı? giriş yap

  • keşke 'en büyük hayalim türk milli kadın basketbol takımımızla dünya şampiyonu olmak' filan deseydi.

    başörtülü, başörtüsüz diye ayırmasa çok güzel olacakmış.

  • doğum günü şerefine bir anısını anlatmak istiyorum.

    bizim sofa içmiş ankara'da arkadaşlarıyla bir gece. hesabı ödemişler, yeni mekanlara sekecekler, çıkarken biraz geride kalmış bu. arkadan çıkmış, bakmış arkadaşlarının hepsi az ötede bi dolmuşun başında dikiliyor. bizim sarhoş çözmüş hemen olayı, arkadaşları dolmuşu durdurmuş bunu bekliyorlar diye koşmuş dolmuşa, bakmış ön taraf boş, atlamış şöförün yanına ve "kızılay'dan geçiyor mu?" diye sormuş. adam buna bakmış bakmış "abla, bu köfte ekmek arabası yalnız" demiş. bi inmiş aşağıya arkadaşları köfte ekmek yiyor arabanın başında. "arabanın lastikleri bile yoktu lan, takozun üstünde duruyordu" diyor.

  • bazi hayatlarin aynasi olmus dizi.

    kardesimle komsunun evinin duvarina cokmus babama bakiyoruz. o da siyah paltosu ile kapida dikiliyor, tasinan esyalarin ufak kamyona yerlestirenlere arada bir seyler soyluyor. eve daha zaten yeni gelen buzdolabi, camasir makinesi, elektrik supurgesi bizim ona alismamiza firsat vermeden evden gidiyor babamla birlikte. kardesim kulagima fisildiyor "butun kitaplari da goturuyor." "olsun" diyorum. aklim camasir makinasinda, annem gene eliyle camasir yikayacak diye dusunuyorum. yuregim agirlasiyor. "buyuyunce buyuk bir kitaplik alacagim, kitapla dolduracagim" diyor yavasca. "istersen once anneme camasir makinasi al" diye kiziyorum ona, "sen daha buyuksun sen al" diyor, boynunu bukuyor. "buzdolabi da gitti simdi ne yapacagiz" "teldolabi var" diyorum, giden kamyonun arkasindan bakiyoruz uzun sure. annem yanimiza geliyor. kardesim ona mujdeyi veriyor "ablam sana camasir makinasi alacak buyuyunce" yorgun gozleri gozlerimde. "alir tabii niye almasin" diyor, elimizi tutuyor, bosalmis eve giriyoruz, "yatagim hala burada" diyor kardesim seviniyor.
    o kadar guluyoruz ki sonunda agliyoruz gulmekten.

  • insanın düşmanının dahi çekmesini istemeyeceği bir çeşit ızdırapdır. bir iki günlük yanma hissinden sonra gelen ve yanma hissinden çok daha zor geçen bir süreçdir.

    diğer alerjik reaksiyonlarda olduğu gibi güneş yanığı sonrası yaşadığımız bu kaşıntı da vücudun "histamin" adlı himyasalı salgılaması ile ortaya çıkar. bu sebepten dolayı kesin çözümü "anti-histamin" içeren ilaçlardır (bkz: xyzal). fakat bu ilaçların yirmi dört saat içerisinde birden fazla kullanılmasının sağlık açısından tehlikeli olması ve ilacın etkisi geçtiğinde kaşıntının aynı şiddette vücudu sarmasından dolayı alternatif çözümlere başvurmak zaruridir. bu alternatif çözümler içerisinde en kısa sürede etki edeni ve kaşıntıyı en çok geçireni ise yine içerdiği yoğun "anti-histamin" sebebiyle elma sirkesidir. fakat sirkenin etkisini göstermesi ilaçlara göre uzun sürmektedir ve bu süreçte sabır göstermek oldukça zordur.

    kaşıntıyı dindirmenin yanında tedavi sürecini hızlandırabilmek için ise anestol ve silvadiazin kremleri avuç içinde karıştırılarak sürülebilir. yine bu kremlerin yanında fenistil adlı jel ise hem "anti-histamin" içermesi hem de tedavi sürecine sağlayacağı katkı ile kesinlikle iyi bir tercih olacaktır.

    en başta bahsettiğim gibi gerçekten çok ama çok sancılı bir süreçtir. fakat bu tedavilerinde yardımıyla 24-36 saat içerisinde geçtiğinde gerçekten çok zor bir sabır sınavı atlatılmış ve kişi zihnen ve bedenen daha dayanıklı bir hale bürünmüş olacaktır.

  • çok kıymetlidir. miss gibi kokar. doğada av miktarda ve senede 15 gün olur. 1000 rakım ın üstünde yetişir. öğle gramla toplanmaz. ölçü birimi olarak; böreklik veya çorbalık miktarlarla ölçülür. örneğin: 2 çorbalık bir böreklik miktara eş değerdir. ustası mantara bakar ve. 3 börek 1 çorbalık topladım.....acağında çiğ olarak yenirse ocağın kuruyacağı rivayet edilir.

  • yazılanları okudukça çocukluğum geldi aklıma. eskiden her gün komşu, akraba, mahalleli, köylü ne kadar saçma sapan insan var hepsi bizim eve gelirdi. hiç boş kalmazdı evimiz. gündüz kadınlar toplanıp cinlerden bahseder gece korkudan uyuyamadığım için annemden dayak yerdim. her akşam okey partisi verilirdi bizim evde. komşular toplanır bağırış çağırış okey oynarlardı. hatta bir gün sizin eviniz yok mu dedim çocuk aklımla, evden kovdum. ertesi gün kahvaltıya geldiler jdjdjd

    bir sene boyunca kuzenim bizde kaldı, hala gördükçe tüylerim diken diken olur. sonra annemin kuzeni de kalmıştı günlerce koca adam artık gitsin diye haber vermeden evden kaçmıştık.

    bir gün hiç tanımadığımız bir kadın yerleşti bizim eve, çocuğuyla birlikte. sokakta kalmış kimsesi yokmuş bir kaç ay kaldı. yemin ederim toplama kampı gibiydi.

    misafir kavramı benim için bir çocukluk travması. şu anda yalnız yaşayan bir insan olarak kardeşimi bile eve davet etmek istemiyorum. öyle bir travma.

    yok misafir başka odaya girmiş de, yok özel tuvaleti kullanmış da, kırlente kolunu değmiş de bilmem ne. biz eve yerleşen misafir artık gitsin diye gizlice kaçtık hey yavrum hey. daha arayıp anahtar soruyor heee anahtarı ayakkabının içine koyduk dangalak.

  • aynı binada ikamet ettiğimiz bir hanımefendi.
    zor bir hayatı var, eşi ile mahkemenin uzaklaştırma kararı nedeni ile ayrı.
    maddi sıkıntıları da var.

    az önce açık camdan 3 kat aşağıda olmasına rağmen duydum;

    - neden babana gitmiyorsun ? seni sevmiyorum !

    hırıltılı ama yüksek sesle yanıtladı dünya güzeli busecik ;

    - ben de seni sevmiyorum...

    5 yaşındaki miniği sevgi tehdidi ile terbiye etmek...
    kız da inatçı ama...
    yine de çok ama çok şeker.

    seslerini duyunca içim içime sığmadı, bir yetişkin çocuğuna "seni sevmiyorum" diyordu !
    bu nedenle komşu hakkı, mahremiyet, özel hayat demedim, yazma ihtiyacı duydum.
    o çocuk büyüyünce sevmeyi öğrenebilecek mi ?

    tashih : mahremiyet sınırlarını aşmak gibi bir gaflete düşmüşüm, paylaştığıma pişman oldum
    ama bu kadar kişi yazınca da silmekten de imtina ettim. merhametin kendi sıfatım olmadığını unutmuşum.