hesabın var mı? giriş yap

  • gecen gun rastladim da bayagi iyiymis :)

    - ne ictiniz usta?
    - abzolut
    - ne yediniz?
    - kerevit.. abzolut kerevit.
    - pompalamaya devam..

    ...

    - erken bosalma sorunum var.
    - kacta bosaldin abi?
    - saat 7 falandi.
    - harbiden erkenmis..

  • memlekette bir panik atak bir de bu*, dillere pelesenk olmuş, yalan yalnış haklarında atıp tutulmuş, bir "türk halk teşhisi" kıvamında ota boka yakıştırılmış iki vaka.

    - ay elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem ben, öyle tezcanlıyımdır.
    - ha panik ataksın sen de benim gibi biraz. anladım.

    nereye anladın sibop? neyi anladın?

    - ay bu çocuğu tutabilene aşkolsun, hep itiraz hep bir başkaldırma. dersleri de çok zayıf. zehir gibi zekası var da, sürekli hareket halinde olmaktan çalışamıyor ki..
    - şekerim benimki de öyle. istediği olmayınca çıldırıyo. kapıları tekmeliyo. hiperaktif.

    sen o çocuğu arap veliahtı gibi yetiştirmeseydin tepene tepene gagalanmazdı şekerim. şimdi çocuğa koyacak teşhis bulamıyorsun. gezmediğin psikolog kalmadı.

    ben teşhisini koydum onun, gel bak: "arsız".
    al sana bir teşhis daha: "şımarık"
    başka ister misin: "sorumsuz"

    bildin mi?

    yaa yaa.

    *

  • almanya'dan yıllık izne gelen akrabalarımızın benim yaşlarımdaki çocuğuyla birlikte (11-12 yaşlarındaydık) batıkent'ten demetevler'e -lunaparka- gitmek için bindiğimiz dolmuşta yaşamıştım benzer bir olayı. (aslında buna olay bile denemezdi, o zamanlar henüz olric yoktu, hava raporlari da günlük bültenlerden sonra okunmuyordu. henüz durum, bugünkü gibi açik ve seçik, bir bakima da belirsiz değildi..)

    hatırladıkça gülerim. almanya'dan gelen arkadaşımla ben en önde oturuyorduk. arkadan biri omzuna dokunup, "şu parayı uzatır mısın?", diye sordu. çocuk büyük bir ciddiyetle parayı uzatan adama dönüp, "ben burada çalışmıyorum." dedi. kimse böyle bir cevabı beklemiyordu tabii. çocuk taviz vermez bir tutumla bir zırh gibi duruyor, görevi olmayan bu işi yapmayı şiddetle reddediyorurdu. parayı uzatan adam bir şeyler eveleyip gevelemeye başladı ama ben iki büklüm olmuş kahkaha atmakla meşgul olduğum için gerisini pek hatırlamıyorum.

  • acı, ağrı ve diğer işaret edilemez kavramlar gibi, umudun tasviri de epey zor.

    acıyan yerini gösterebilirsin, acını çeşitli benzerliklerle ifade edebilirsin veya belli davranışlar sergileyerek bu acını dışavurabilirsin. peki tam olarak acıyı nasıl işaret edersin?

    acıyı "bir şey" veya "işte bu" diyerek göstermenin zorluğu bir tarafa, onu "hiçbir şey" olarak nitelemek de yanlış olurdu. zira acı sadece tecrübe eden nezdinde kesinliğine sahip bir duygu olmakla kalmıyor, üstelik bu duyguyu yaratan koşulların ve hatta bu duygunun kendisinin çeşitli bilimsel açıklamarı da ortada.

    umut da gözümdeki bu resimde acıdan pek farklı bir yere oturmuyor.

    yokluğunu yutkunan bir boğazın düğümlenmesinden, varlığını ise sesin belli bir türde çınlamasından çıkarabileceğimiz umudun, muğlak fakat o ölçüde kesinliğe kaydolan veçhesini bir kenara bırakalım ve onu bilimsel olarak tasvir etme çabalarından birine odaklanalım.

    1950'de harvard üniversitesi'nde hipotalamus üzerine sağlam araştırmaları bulunan bir biyolog olan curt richter'ın gerçekleştirdiği acımasız, fakat bir o kadar da çarpıcı deney, umudun böyle bir bilimsel tasvirini sunma amacı taşıyor.

    deneyde fareler su dolu şeffaf bir kabın içine koyuluyor. deneyin amaçlarından biri, tırmanmaları imkansız gözüken bu kaygan ve su dolu kabın içinde yüzmeyi ne kadar süre sonra bırakıp boğulacaklarını tespit etmek.

    fareler büyük çoğunlukla 15, 16 dk civarı kafalarını su üstünde tutup yüzmeye devam ediyor ve ne yazık ki bu dakikalardan sonra teker teker kendilerini suya bırakıyor ve batıyorlar.

    buraya kadar umut devreye ne ölçüde girdi belli değil. umudun buz gibi somut ve bilimsel tasvirini gerçekleştirmek adına bu kontrol grubu yetersiz. bir de deney grubu gerekli.

    bu aşamada yeni fareler boğulmaları üzere su dolu kapların içine atılıyor fakat farelerin boğulması beklenen süreye çok yakın bir zamanda bir hamle yapılıyor ve kapların birinin içindeki fare sudan çıkarılıyor.

    ona dinlenmesi, temizlenmesi ve kendine gelmesi için bir süre tanınıyor. ardından, tekrar su dolu kaba bırakılıyor.

    fare tekrar suya bırakıldığında boğulmadan bir 15 dk daha dayanmıştır değil mi? hatta dinlendiği için belki 30 dk daha sürmüştür... tahminleri alalım.

    deneye göre boğulmak üzere sudan çıkarılıp "umut aşılanan" fare tam olarak 60 saat daha boğulmadan su üstünde kalmayı başarıyor.

    hadi şimdi hazır modunuz düşmeden motivasyonel bir kıssadan hisse bırakayım ve yüzmeye devam edeyim: ümitvar olunuz, umudunuzu yitirmeyiniz. boğulmak mı üzeresiniz? bıçak kemiğe mi dayandı? biraz kafayı dağıtın, kendinize zaman ayırın, önünüzde dünyayı kurtarmak daha çok uzun zamanların bulunduğunu fark edeceksiniz.*

  • maalesef türkiye'de nüfusun %88.12'sini oluşturan insanlardır. küsüratlı sayı verdim ama sallamıyorum ne yazık ki.

    sadece uçak için de geçerli değil, ido, vapur, yavaşlaması ile kapıları açılması arasında belli bir zaman bulunan, aklınıza gelebilecek her türlü ulaşım vs. aracında mevcut bu insanlar.

    uçak tekerlekleri piste değdirdiği an hemen kalkıp yukardan bavulu alırlar. 10 saniye sonra bir bakmışsınız koridor boydan boya esmer insan dolu. manyak mısınız oğlum, ne güzel oturmak varken niye ayakta bekliyorsunuz? otur otur kıçınız mı ağrıdı? yoksa bize "ben böyle uçak yeryüzüne temas eder etmez kalkan bir adamım, o kadar da rahatım, sülalem rahat. her gün uçuyorum yahu" mesajı mı vermeye çalışıyorsunuz? eğer öyleyse kimsenin sizi tanımadığı ve hayatında bir daha görmeyeceği, görse bile hatırlamayacağı bir ortamda neden neden neden!

    farkındaysanız herkes otursa ve uçak tamamen durduğunda kalkıp gitse, o ayakta beklediğiniz zamandan daha önce uçaktan ayrılacaksınız. ayrıca özellikle turistlere vs. bu insanlar niye ayaklandılar, nereye geldim lan ben böyle gibi anlam kaymaları yaşatmayacaksınız.

    ido'da mesela, bakırköy'e varmadan önce daha zeytinburnu'nda ayağa kalkıyorlar amk. sonra biri kalkınca hepsi kalktığı için itiş kakışta hepsi birden sıra bekliyor asdfsafdsa.

  • empati yoksunu geri kalmış 3. dünya ülkesi vatanımda bunun bir aşama olduğunu dahi anlamayanları açıkça gösteren karardır.

    kocasının soyadına kıl feministler o kullandığınız babanızın soyadı diyen zavallı cahiller;

    ben 1980 yılında doğdum. benim adım okumak için geldim. bu benim adım. hadi kolaylaştırmak için çok rastlanan bir isim seçelim. benim adım ayşe yılmaz. bu benim adım! babamın soyadı, yok kocamın soyadı diye sıfat tamlaması kurmuyorum. bu b e n i m a d ı m (caps lock on)

    diyorsunuz ki sen şimdiye kadar ayşe yılmaz'dın ama bundan sonra ya ayşe kocasıgil olacaksın ya da ayşe yılmaz kocasıgil. diyorum ki, arkadaşım ben bu ülkenin vatandaşı değil miyim? anayasada kadın erkek eşittir yazmıyor mu. benim adımı, kütüğümü, nufus cüzdanımı neden değiştiriyorsun? kusura bakma bu iş böyle, bundan böyle senin adın ayşe yılmaz kocasıgil.

    ben bireyim, bu ülkenin vatandaşıyım, sadece kadın değilim. benim cinsiyetim üzerinden kimlik oluşturamazsınız! hayır, hayır, hayır. sen bundan sonra ayşe yılmaz kocasıgil sin.

    sonra bir kadın avukat dava açıyor avrupa insan hakları mahkemesine, kazanıyor. aihm diyor ki medeni kanununuz anayasanıza aykırı. türkiyeyi hatırladığım kadarıla 3.000 euro tazminata mahkum ediyor. ama medeni kanun değiştirilmiyor. sonra bir başka kadın daha dava açıyor bu haberdeki gibi, kazanıyor ama kanun değişmiyor.

    düşünün ki ben bu ülkede kendi ismimi korumak, kendime ait olan ismi kullanabilmek için dava açmalıyım. bu bana verilmiş bir hak değil.

    altı yaşında çocuğa anlatır gibi anlattım ama anlayabiliyor musunuz emin değilim.

    bir de zaten bu kafadaki femenist evde kalır diyenlere de iki çift lafım var.

    evde kalmak ne demek? bu nasıl bir hitap!? siz bu ülkede yaşayan tüm kadınların koca delisi olduğunu mu düşüyorsunuz. bu ülke benim haklarımı, birey olarak varlığımı kabul etmiyor diye 13 sene direndim evliliğe. beraber yaşadık ve evlenmedik. nihayetinde eş olarak kanun önünde sahip olacağımız haklar yüzünden evlenmek durumunda kaldık. bunu da memurun odasında imza atarak gerçekleştirdik. o günden beri de takip ediyorum aihm kararının medeni kanuna yansıtılıp yansıtılmayacağını. ama benim ülkem hala bana diyor ki sahip olduğun ismi geri alman için dava açman gerekiyor.

    bu ülkede kadınlar için hiçbir şey kolay değil. bunu anlamalısınız önce. birey olduğunu bilen kadınlar içinse bu ülke bir işkence. yönetici arıyor, görüşmemiz lazım diyor, gidiyorum, ben eşinizle görüşecektim diyor! evin reisi benim bana anlatın diyorum bakakalıyor. güvenlikle konuşuyorum, malik olarak bir talebim var, olmuyor, olmuyor, araya eşimi sokup oldurtmam gerekiyor. iş yerinde, yolda, dışarda, orada, burada daima ve daima önce kadın olarak kabul ediliyorum. hep kendimi anlatmam, kendimi ispatlamam gerekiyor.

    ben bir insanım. önce bunu kabul edin. sonra konuşalım.

    edit: (bkz: 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi)

  • başlığı ilk gördüğümde;

    mercedes-benz, bmw, vw, audi, opel, porsche, man 'dan daha iyi araçlar üretildiğini, dış ticaret hacminin 3 trilyon $ olduğunu ve bunun 2 trilyon dolarının ihracat olduğunu, ağır sanayide almanlardan daha öne geçtiğimizi, dünyanın en kaliteli makinlerinin bizim tarafımızdan üretildiğini, adidas, puma, hugo boss, bosch, siemens, solingen, gaggenau gibi firmalardan daha iyi firmalarımız olduğu, bayern münih, borussia dortmund, wolfsburg, schalke 04, bayer leverkusen'den daha iyi takımlarımızın olduğunu

    fikri uyanmıştır bende.

    fakat görüyorum ki; olay tamamen farklıymış.

    edit: ergen sabah gazetesinedir sitemim.

  • buna göre papa'nın ülkesi de vardır. umarım diyanet işleri başkanı'na ülke hediye etmez sayın cumhurbaşkanı.