hesabın var mı? giriş yap

  • üzerinden 11 sene geçtiğine inanmakta güçlük çektiğim konser. siyah t-shirtlerimiz, kovboy çizmelerimiz, körpe ciğerlerimize yeni doldurmaya başladığımız kısa camellerimiz, lise yüzünden uzatamadığımıza kahrolduğumuz kısa saçlarımız, elden ele dolaşmaktan kağıdı hamurlaşmış rock kazanı dergilerimiz, böğürmekten kısılmış seslerimiz aklıma geldikçe iyi ki oradaydım derken hüzünle karışık bir tebessüm yayılıyor yüzüme. stadı dolduran binlerce kişi hiç o kadar genç hissetmemişti kendini herhalde. asla birbirimizden kopamayız sandığım en yakın lise arkadaşımın dizindeki burkulma yüzünden sakatlık çıkmasın diye kapalıdan izlemiştik konseri. arkamda 50li yaşlarda bir adam hatırlıyorum. belli ki daha çok küçük olan kızını tek başına konsere göndermeye gönlü elvermemiş, onunla gelmişti. arada biz bağırdıkça oturduğu yerden ellerini çırpıp çevresine gülümsüyordu. metallica sahne aldığında "geldiler işte geldiler" diye bağırıp omuzlarıma yapışan çocuğu nothing else matters boyunca adını bile bilmediğim halde öptüğüm kızı, üzerime o fosforlu zımbırtıyı bulaştırdı diye itiştiğimiz fade to black çalmaya başladığında da kol kola şarkı söylediğimiz adamı, stat kapısında "ya amma bağırdınız be" diye söylenen köfteciyi, inönüden beşiktaşa kadar şarkılar eşliğinde yürüdüğümüz ve ayrılırken birbirimizi artık ölsek de gam yemeyiz diye uğurladığımız arkadaşları hatırlıyorum sonra. sanırım birçok kişinin hayatında hep hatırlamak istediği en özel günlerinden biri olacak 25 haziran 93.

  • yılbaşında 20 trilyon benim çeyreklerden birine çıksaydı, gurbet elde para kazanan eşimi arayıp bu soru cümlesini kuracaktım. "ilk uçakla gel, hatta tarifeli uçak bekleme, kirala bir uçak tez evine dön evimin direği" diyecektim. olmadı.

    ha keza, bir kitabım yayınlandığı gün, tek kişilik tiyatro oyununda 2 dakikadan uzun alkışlandığım gün, bölüm müdürü olarak atandığım gün, kendime manzaralı bir ev satınaldığım gün kurmak istediğim cümleydi. olmuyor anasını satayım. şu cümlenin hakkını verecek bir olay yaşayamıyorum.

    bari çocuklarımı dünyaya getirdiğim gün kullanayım dedim. onda da anestezi yan etki yaptı, burnum acaip tıkandı. en fazla " nefes alamıyorum lan?" diyebildim.

  • beynin ön lobuna bağlı sinir liflerinin kesilmesi şeklinde uygulanan tıbbi tedavidir.

    çağdaş lobotomi 1930 larda başladı. doktorlar beynin ön lobuna bağlı sinir liflerinin kesilmesinin inatçı depresyon ve anksiyete gibi bazı psikiyatrik problemlerde hastaları iyileştirebildiğini fark etti. takip eden 20 yıl içinde bu prosedür basitleştirildi ve yaygınlaştı. genellikle keskin bir aleti göz yuvarnın üstünden sokarak yapılan lobotomi, bir araştırmaya göre hastaların 3 te 2 sinde iyileşme sağlıyordu.

    ne varki lobotomi yi uygulayan herkes aynı derecede dikkatli değildi ve bu teknik bazı hastalarda çok ciddi yan etkiler doğurdu. nöbetler, uyuşukluk, kişilik değişikliği ve kendini tutamama bunlara dahildi. bunun üzerine doktorlar tekniklerini geliştirdiler ve lobotominin yerine singulotomi, anteriyor kapsülotomi ve subkaudat traktotomi gibi daha uzmanlaşmış yöntemleri koydular. bu prosedürler incelendiğinde obsesif kompulsif bozukluk ve depresyon hastalarının en azından dörtte birinde yararlı olduğu görüldü. profesyoneller tüm yan etkilerine rağmen prosedürlerin başarılı olduğunu hala savunuyor. amerikan stereotaktik ve işlevsel nöroşirurji derneğinin başkanı ve chicago daki lllinois üniversitesinde tıp profesörü olan konstantin slavin "bana kalırsa araştırma bulguları ablatif cerrahiyi nispeten temize çıkarıyor ve çok spesifik durumlarda işe yaradığını gösteriyor" diyor.

    1980 lere gelindiğinde lobotomi gözden düşmüştü slavin "genel olarak tüm işlevsen nöroşirurji alanı yok etmekten ablatif cerrahiden uzaklaştı" diyor. o zamanlar yeni olan derin beyin uyarımı tekniğinin ablatif cerrahiyi tarihe gömeceği düşünülüyordu. bu teknikte cerrah hastanın kafasına matkapla delikler açıp sinir dokusuna elektrotlar batırıyor. elektrotlara akım uygulandığında beynin kimi bölgeleri etkinleşiyor ya da devre dışı kalıyor. "işin güzel yanı dokuyu yok etmememiz" diyor slavin. doktorlar aynı etkilerden yakınan hastaların sorunlarını giderebiliyor, akımı düşürebiliyor ya da slavin in deyimiyle "beyne tatil verip" akımı tümden kapatabiliyor.

    çoğu derin beyin uyarım yöntemleri şu anda parkinson hastalığı gibi hareket bozukluklarının tedavisinde kullanılıyor. obsesif kompulsif bozukluk hastalarında cerrahi tedavi çoğu ülkenin sağlık bakanlığı tarafından onaylanmış ancak sadece son raddede başvurulan bir yöntem. slavin ile meslektaşları şu an devam eden bir çalışmada cerrahinin daha geniş kullanımlarını araştırıyor. slavin "önümüzdeki 5 yıl içinde işe yarayıp yaramadığına dair kesin bir yanıt verebileceğiz" diyor.

    -daniel engber

    edit: imla.

  • her tarafına silikon yaptıranlarla aynı sektörde olmasına rağmen doğal göğüslerdir. takdir edilesi.

  • geçen hafta oğlumuzu kreşe yazdırdım. özel eğitim aldığı okuldan çıktıktan sonra iki saat oyun grubunda diğer çocuklarla oynasın, onlarla aynı masada yemek yesin, yaşıtlarını görebilsin istedik.

    okulun sahibini görmeye gittim ve durumumuzu tüm detaylarıyla anlattım. oğlumuzun konuşamadığını, dikkat eksikliği sebebiyle herhangi bir oyunu sürdürmesinin çok zor olduğunu, başkasıyla yemek yerken rahatsız olduğunu, zaman zaman aşırı hareket isteği duyup düz duvara tırmandığını söyledim. diğer çocukları engellemek istemediğimizi ama aslında ihtiyacımızın tam olarak da diğer çocuklar olduğunu, olası aksilikleri engellemek için bakıcısının gölge öğretmeni olarak her an oğlumuzun yakınında olacağını belirttim.
    hiçbir şeyi gizlemedim, gerekirse tam gün parası vermeye razı olduğumuzu bu tür durumlara alışık olduğumuzu söyleyince kadın güldü bana.
    "iki saat geliyorsa ona göre ödersiniz, diğer aileleri ve çocukları merak etmeyin, ben burdayım, çocuğunuz bize emanet, el birliğiyle toparlayacağız" dedi.
    mücadeleye, gerekirse savaşa gitmiş birinin dayanışmayla karşılaşması pek rastlanan bir durum değildir, afallıyorsunuz. içimden kadına sarılmak geldi ama zırhım müsaade etmedi.

    her gün soruyorum bakıcısına bugün naptı, ne yedi, çocuklara yaklaştı mı, oyunlara katıldı mı diye. dün akşam üstü telefonuma bir video geldi, 5 yaş grubu olarak bahçedeler, öğretmenleri içinde yönergeler olan bir şarkı söylüyor. çocuklar da hem şarkıdaki yönergelere göre dans ediyor (zıplama, sağa sola sallanma, hayali elma toplama, ismi söylenince yere oturma gibi) hem de şarkıya eşlik ediyor. kamera bizimkinde, yakında da 4-5 çocuk var. bilmeyen biri oğlumun farklılığını anlayamaz, o kadar güzel ki, salya sümük izliyorum. bir de bir kız çocuğu var dans ederken sık sık bizim oğlana bakıyor, kolunu okşuyor, baya seviyor yani bizim danayı. belli ki beğenmiş.
    şarkının sonunda herkes yanındaki arkadaşına sarılsın deniyor. bir anda herkes birine sarılıyor ama bizimkine kimse kalmıyor. çok kısa bir an ne yapacağını bilemeden öylece kalakalıyor. ben bıçaklanmış gibi bir acı hissediyorum o kısa anda. sonunu izlemek istemiyorum aslında ama kendime diyorum ki "alıştır kendini bunlara, daha iyi günlerdesin." ama o kız var ya hani, sarıldığı diğer küçük kızı bırakmadan oğluma da açıyor kollarını, bizimki de hemen sarılıyor. üç yavru sarmal şeklindeyken bitiyor video. dünyanın en güzel kısa filminde oynuyorlar benim için. dün akşamdan beri kaç kere izledim bilmiyorum. kendimi hep en kötüye alıştırmaya çalışsam da deli gibi korkuyorum oğlumun yalnız kalmasından. dün o kız açtı kollarını, belki bu güzel günlerin habercisidir.

    neyse ben gidip müstakbel gelinime beşibiryerde gibi bişey alayım. ne alınıyor ya gelinlere, ontaş alayım, at alayım. *

  • tuketiciden degil, migros'tan korkuldugu icin yapilan aciklamadir.

    edit: simdi fark ettim: kadinin egosu hala o kadar yuksek ki, 50 tane kendi fotosunu koymus en son fotoya da laf olsun diye ozur eklemis. resmen hala hepimizle dalga geciyor. muhtemelen zorla pr ekibi tarafindan hazirlanmis ve migros'u kaybettik bir an once paylasin diye yalvarilmis ve o da tamam ama sadece son fotoya eklerim demistir.

  • övünmek gibi olmasın ama sanırım bu benim. nerde ağzı açık, sağa sola bakan biri varsa gelir bana adres sorar. kimin kolunda saat yoksa yanaşıp bana "saatiniz var mı acaba?" der. yanımda 3-4 arkadaşım olsa bile her defasında sorunun muhattabı ben olurum. hatta gelip bir şey soracak adamı 50 metreden kestirebiliyorum artık. mesela geçen gün markette kadının biri elimdekilere bakıp "o kazandibi güzel mi ya? ben geçen o markanın profiterolünü aldım hiç beğenmedim. alıyım mı sizce?" diyerek hiç tanımadığı halde bana damak tadını emanet etti. işte bu sebeplerden, her sabah evden çıkmadan trt 2'yi açıp, saatim geri kalmış mı diye kontrol ederek; boş zamanlarımda google earth'ten bilmediğim mahallelerdeki cami, okul, cadde ve sokakları öğrenerek bana güvenen halka en doğru cevabı verebilmek için çalışıyorum. gelecek seçimlerde de adayım.

  • türkiye cumhuriyeti sandıkla kurulmuştur. hatta milli mücadele meclisle yapılmıştır.

    tanım: önerme