ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
22.00-05.00 arası sokağa çıkma yasağının mantığı
-
içkili mekanları iflas ettirip yerlerini nargileci tayfaya peşkeş çekip dönüşüme devam etmek.
getir
-
65 yaş üzeri kullanıcılar için getirmesi bedava ve “getirevlat” kodlu %10 indirim
sağlık personeli için de aynı şekilde getirmesi bedava ve “minnettar” kodlu %10 indirim
yapan uygulama. böyle ufak jestlerle mutlu oluyor insan.
bebek ziyaretine gelen misafire elini yıka demek
-
benim bebeğim yok ama bu gözler neler gördü...
uçuklu dudağı ile 4 aylık bebeği öpmeye çalışan mı
evden gelip ayakkabısını çıkardığı gibi bebeğe elini uzatan mı
bebek konusu kibarlık kaldırabilecek bir durum değil... anne & baba risk alma şansına da sahip değil illa ki içeri girer girmez uyarmak durumunda ki kontrolü dışında bir şey olmasın. ben alınırım gücenirim diyorsan bebekli eve gitmeyeceksin... bir yıl geçsin sonra gider rahat rahat seversin.
babanın zulasından esrar çalmak
-
nereden baksan hırsızlıktır. bu eylemin gerçekleşmesi için esrar içen bir baba ve en az bir çocuk olmak zorundadır. üzeri ejderha oymalarıyla bezeli küçük bir tabakada saklardı babam esrar plakasını. tütün için kullandığı sigaraları ve üzeri yaldızlı arapça harflerle bezeli, şeker ambalajına benzeyen diğer şeyi. ejderhalı tabakayı da başucunda. küçük bir kız için eğlenceliydi babayı esrar pişirirken izlemek. önce gazete kağıtlarına, en son bir jelatine sarar, pişirirdi ocakta. sonra da bir su şişesinin altına koyar, üzerine çıkar, zıplardı. en sevdiğim bölümdü. komik gelirdi. aklım erdiğinde ben mi uzaklaştım yoksa uzaklaştırıldım mı bilmiyorum ama daha az şahit olduğum bir durumdu.
bilinen gerçek: babam esrarkeş. yani babam esrar diye birşey içiyor. içki gibi... yok, sarhoş olmuyor. hayır, sallanıp yıkılmıyor yere filan. sigara gibi. belki de çok anlatmaya başladığım için uzaklaştırılmış olabilirim. "çaylak her zaman tehlikelidir" derdi babam.
tam olarak ilkokula başladığım sene gözümün önünden bu görüntüler, burnumun dibinden esrarlı sigaranın dumanı ve genzimdeki yakıcı tadı kaybedilmişti. sanırım yeniden ortaya çıktığında orta ikinci sınıfa başlamıştım. neden hiç esrar içmeyi merak etmedim, neden hiç denemedim, hiç özenmedim, bilmiyorum. belki abartısız, sıradanmış gibi, olduğunca normal bir şekilde önüme sunulduğu içindir, bilmiyorum. belki de tesadüftür. kullanmadım, meraklanmadım. ama... sadece bir kez.. evet, bir tek kez.. babamın kutsal emanetinden bir cigaralık esrar çaldım. sezin abla için. evet. bıçakla çizerek, kırdım ve çaldım. hırsızlık anından yarım saat sonra babam anladı durumu. evde annem, ananem, iki kedi, bir kanarya yaşıyor. kimseye sormamış bile. doğrudan beni çağırdı. kanım dondu. parçamı bile bulamazlar. beni doğrayıp arka bahçeye gömeceğinden emindim.
"rana... burdan birşey aldın mı?"
ömrümün yüzbin yılını verdim bu soruyu cevaplamak için.
"almadım baba!"
ayağa kalktı. kenarına iliştiğim yatakta eriyip muşambaların üzerine akacağımı sandım. onüç yaşındaydım.
"doğru, almadın. çünkü çaldın!"
ağlamaya başladım. korkudan altıma işedim. titriyordum. şimdi bile ellerim titredi yazarken..
"kime verdiysen, git onu getir buraya.." dedi. arkasını dönüp arka odaya gitti. evden ölü çıkmış gibi bir sessizlik döküldü sofaya. niye yazıyorum bunları. bilmiyorum. ders, anı, hatırat merakı, kendimi deşifre etmek için belki. bilmiyorum. üstümü değiştirdim, ağlamamı kimse kesemiyordu. hıçkırmaktan göğsümün acıdığını hala hatırlıyorum. gidip, sezin abla'yı çağırdım. geldi. esmer bir kızdı. yirmili yaşlarını sürüyordu. bembeyazdı babamla karşılaştığında yüzü. babam ikimizi de karşısına aldı. sezin abla'ya içici mi olduğunu, ne zamandır içtiğini, nedenlerini sordu. sonra beni odadan dışarı çıkardı. onlar gene konuştular. uzun konuştular. sezin abla mutfaktan çıkıp evine gitti. hiçbirimizin yüzüne bakmadı. babam benle konuşmadı. ben günü huzursuz tamamladım. geceyi uykusuz geçirdim. bir bedeli olmalı bunun.
ertesi gün yemekten sonra babam beni alıp sokağa çıkardı. herhalde dönemeyeceğim kadar uzağa bırakacak, diye düşündüm. arabayla kuruçeşme'ye gittik. sahile park edip, topal ömer'e çay söyledi. sonra uzun uzun anlattı. uzun uzun. dinledim. yeminler ettim. sarıldım. özür diledim. kızmadan konuştu benimle. dedi ki: "korktum... hem de çok korktum. evladımsın. dahası avcuma bırakılmış bir hayatsın sen. nereye koyarsam orda duracaksın ya da yıkılacaksın.. korkuyorum bu sorumluluktan ve seni yanlış yere mi koydum diye soruyorum kendime "
bugün, benim babamın, doğum günü olacaktı. eğer yaşasaydı. böyle işte..
sinem kobal
-
kitap okumamakla övüneceğine kitap okuyor taklidi yapmış. güldüm ama kınamadım. en azından hangi tarafın doğru taraf olduğunu biliyor.
hiç gelmeyecek birisini beklemek
-
belki de gelir la bi gün.
benimki geldi mesela. gitti bi gün, gelebilecek durumdaydı ama gelmedi çok uzun süre. ben de hiç gitmedim. o da gelmedi. çok zaman geçti, 8 yıldan biraz fazla.
sonra bir şey oldu, ne olduğunu anlamadım. o da anlamamış.
geliverdi. geldi değil, tam olarak geliverdi.
o kadar yıllık susamışlık, o kadar zamanlık eksiklik. eve dönmüş gibi olduk, çook uzun bir seyahatten sonra kendi koltuğumuza uzanmış gibi. hani kendi evinin kaloriferi bile başka ısıtır ya, öyle.
şimdi neden gelmedi diye sorgulayıp bok etmek de var her şeyi, koltuğa uzanıp o muhteşem sıcaklıkta ısınmak da.
uzandık ısınıyoruz. dönüp baktığında gördüğün şey şaka gibi geliyor, inanamıyorsun, inanamadığına sevinip tekrar bakıyorsun.
belki de gelir, mevzu, gelmiyorken zamanını nasıl geçirdiğinle ilgili. ya gelirse, ne anlatacaksın?
beklerken öyle yaşa ki, dönüp geldiğinde gurur duysun seninle, anlatacak bir şeylerin olsun.
hala starbucks'larda sıra olması
-
starbucks lüks değil. tall boy bir filtre kahve ile sabahtan akşama kadar oturma imkanı sunuyor gençlere. üstelik bedava internet ve her masada priz imkanı ile. bu dediğini no name cafelerde yapamazsın. sıra olmasının tek sebebi bu.
ayrıca bir kahve içiliyor diye ülkedeki enflasyon gerçeğini yok saymak cebindeki telefonu çıkar diyen dayı kafası.
japonya'da japon yapıştırıcısı bulamamak
pınarbeyli köyü canlı yayını
-
bakınız yaşını başını almış, kariyer sahibi adamım. açtım izliyorum... zira şu an memlekette gördüğüm en normal şey pınarbeyli köyündeki durağanlık olsa gerek.
ekonomisi, politikası, magazini, tacizi, tecavüzü, şiddeti derken memleket olarak lağım çukurundaymışçasına bir hayat yaşıyoruz.
sanırım muhterem bir arkadaşımız biraz trollemek, biraz da köyündeki bu inovatif hareketi bizlerle paylaşmak adına hepimizi bir nebze gülmeye davet etmiş.
kendisine saygı duyuyor ve iştirak ediyorum...
4 haziran 2019 gaziantep'teki imamın sözleri
-
edit: ihanet dolu cümlelerin sahibi için; (bkz: fadıl yılan)
sevr antlaşması sonrasında osmanlı devletini işgal eden emperyalist unsurlar aşağıdaki eylemleri gerçekleştirmiştir;
- anadolu'da binlerce kadına tecavüz edilmiştir,
- binlerce vatan evladı şehit edilmiştir,
- içerisinde bebeklerin dahi bulunduğu binlerce çocuk katledilmiştir,
- anadolu insanının taşınmazları yakılmış veya kullanılamaz hale getirilmiştir,
- anadolu insanının ziynet eşyaları gasp edilmiştir.
tüm bunlar olur iken osmanlı devletinin başında olan şahıs anadolu insanının ırzına, namusuna, malına ve özgürlüğüne göz diken emperyalist unsurlarla mücadele etmek yerine, işgal kuvvetleri arasında yer alan ingiltere'ye can korkusu ile iltica edip sığınmıştır.
ve yukarıda bahsi geçen unsurları görüp, en zor anında türk milletine sahip çıkan, bir ulus'u kuva-yı milliye ruhu ile örgütleyip kurtuluş savaşı'ı sonrası türkiye cumhuriyeti'ni kuran lider ise mustafa kemal atatürk olmuştur.
bu bağlamda türk milletine en zor anında sırtını dönen din tüccarlarının ihanet dolu sözleri nezdimizde yok hükmündedir, türk ulus'unda karşılığı yoktur.
dipnot: (bkz: kurtuluş savaşına ihanet eden vatan hainleri)
dipnot 2: (bkz: mahmut esat bozkurt'un türk gençliğine mektubu)
yaran behzat ç. diyalogları
-
şule: merhaba bişi sorabilir miyim?
polis: ne var?
şule:ben behzat başkomiserin kızıyım da telefon hakkımı kullanmak istiyorum.
polis:behzat kim? soyadı ne?
şule: ç
polis:ç ne?
şule: behzat ç. bende şule ç. soyadımız ç bizim.