hesabın var mı? giriş yap

  • az rastlanan, uzun zincirli şeker moleküllerini metabolizmanın işleyememesi nedeniyle görünen bir rahatsızlıktır. mukopolisakkarit adı verilen bu uzun zincirli şekerler vücut tarafından kayganlaştırıcı ve darbelere karşı koruma mekanizması olarak
    kullanır.

    300 binde bir olarak görünen bu rahatsızlık genetiktir. geniş parmaklar, dışa dönük diz yapısı, çok büyük aralıkları olan dişler, çana benzeyen göğüs kafesi, sıkışmış omurilik, kalp büyümesi, cücelik, üfürüm ve yaşa göre gelişimin geçilmesidir.

    anne ve babada çekinik olarak bulunan bozulmuş bir genin çocukta devreye girmesiyle hastalık ortaya çıkar. bebeklerde teşhis edilmesi zordur ancak hastanın yaşı ilerledikçe bedende oluşan hasar kendini göstermeye başlar.

    hastalığın tedavisi için doğum öncesi tanı ve enzim terapisi uygulanmaktadır.
    https://www.wikiwand.com/en/morquio_syndrome

  • küçük çaplı bir lego tutkunu olarak bazı noktaları ben de anlatmak isterim.

    öncelikle herkesin belirttiği gibi lego ismi leg godt yani iyi oyna anlamına gelmektedir.

    6 tane aynı renkli 4x2 brick, 900 milyondan fazla kombinasyonla birleştirilebilir. yani yaratıcılıkta sınır yok. tabi özel parçalar olmadan kafanızdaki kadar özel dizaynlar yapamazsınız (örneğin slope lar. her şeyin köşeli olmasını istemiyorsanız mesela)

    legonun bütün parçalarının üstünde lego yazar (bakacağınız yeri bilmeniz lazım, kiminde kabak gibi, kimindeyse karınca duası gibi). yani bir parça lego mu çakma mı anlayabilirsiniz.

    her sette lego ekstra parçalar verir, genelde çabuk kaybolabilecek parçalardır ve sete göre 7-15 parça civarındadır.

    lisanslı setler genelde daha pahalıdır. telif sebebi ile ama asıl kriter fiyat bölü parça sayısıdır. genelde ortalama 6-10 cent gibi kabul edilebilir.

    genelde herkesin temaları olur yani friends, technic, modüler, vb. insanlar bunların koleksiyonlarını yapar. zaman sonra da uzmanlaşır. örneğin ben technic biriktiriyorum ve 45.000 parçam var. technic dizayn ya da moc (my own creation) yapabiliyorum ama bu demek değil ki modülerde de akarım. hayır her tema kendi dinamiğini, düşünme ve tasarım altyapısını kullanır. bu da aslında sizin tercihinize kalmıştır aslında ya da düşünme yapınıza.

    şimdilik aklıma gelenler bu kadar, geldikçe editlerim.

  • zaman:2002, yer: roma, interrail sirasinda tanisilan alman bir cocukla -ki adi john boy'du- muhabbet edilmektedir. ingilizce yazmak zorundayim yoksa bir manasi yok.

    john: i like doner a lot. so how can i say "i want one doner" in turkish?
    ben: you should say "bir doner istiyorum".
    john: can you write it here, so i can spell.
    (kagida once turkce olarak "bir doner istiyorum" yazarim. cocuk duzgun telaffuz edemeyince, o okunusu veren ingilizce kelimlerle anlatmaya calisirim)
    -"beer doner is tea your um"-
    john: biir doner iz-tii-yor-um.. that's it?
    ben: yep.
    john: cool.. but you know, when i go to turkish restaurants in berlin, the turkish guys always use some words like "be" and "ulan". what does "ulan" mean?
    ben (hadi buyrun): hmm.. "ulan" is a turkish lingo. it doesn't have an actual meaning but it adds a more serious feel to the sentence. like, "gel" means "come" in turkish; but if you say "gel ulan", it's more serious like "come here right now" or something.
    john: hmm ok. what about "be"?
    ben: not the same thing but similar.
    john (aha burası): ok then.. so when i go to the restaurant, i'm gonna say "ulan biir doner iztiiyorum be"
    ben: hahahaha!
    john: ??

  • ben içtiği coca cola nın kutusunu kasa bandına koyanı gördüm. hem de hepsini içmeden öyle bırakanı. benim kasamdı. ve ürünlerini kasadan geçirirken kötü bir sürpriz olarak aralarından çıkıvermiş ve en kötüsü de üzerime, ellerime dökülmüştü. yapış yapış bir şekilde ürünlerini kasadan geçiremeyeceğim için ellerimi ve üzerimi temizlemeye çalışmıştım hemen. ve nacizane “hanımefendi keşke ayrıca verseydeniz içtiğiniz kolanın kutusunu. bakın ellerime de bulaştı. ürünlerinize de bulaşabilir” dedikten sonra kadının verdiği cevap şuydu. “sen ne kadar küstah şeysin öyle. ismini söyle bana” duygusal yapıda olduğumdan etkilenmiştim. fişte göreceksiniz dedim. ve şikayet etti. yöneticim gelip durumu izah ettikten sonra ve yöneticim beni bildiğinden ve kadının terbiyesizliğini de gördüğünden “tamam mert” deyip sırtıma dokunmuştu. bunu gören kadın ne dedi biliyor musunuz. müdür yardımcısına “sen de adını söyle. hepinizi şikayet edicem.” ve yöneticinin gözümde iyice yüceleşmesini sağlayan hareket geliyor. kadına ne dedi biliyor musunuz? “arkadaşımı daha fazla rencide etmenize izin veremezdim. sizi dışarı alalım lütfen. şikayetlerinizi iletebilirsiniz”

    10 sene olmuş. öğrenciydim ve migros ta 18:00-22:00 saatleri arasında part time kasiyerlik yapıyordum o zamanlar. ve biliyor musunuz o kadar etkilenmiştim ki. akşam kafamı yastığa koyduğumda hep o kadını gördüm. çok zor uyumuştum. paylaşmak istedim sizinle. lütfen hizmet alırken empati kurmayı unutmayın. ben de bir müşteri olarak her zaman empati kurarım. hele ki o yaşadıklarımdan sonra! daha neler neler var. bir bilseniz:)) 9 ay çalışmıştım.

  • ahmet davutoğlu'nun beyanatı. hani şu obama çağırdığında ehe ehe diye koşarak giden bakan. yani diyor ki, yargı benden hesap soramaz, halk seçtikçe burdayım.

    ne güzel değil mi, ben parasız eğitim istiyorum diye pankart açınca yargı var, sen yolsuzluk yapınca beni sadece allah yargılar.

    haber

  • ıki sebepledir. birincisi yer. camasir makinesi zaten cok yer kaplarken bir de kurutma 90m2 evlere sigmaz.

    ıkincisi, kurutma makinesi kumasi cok yipratir. kullanmayanların bilmediği bir gerçek var. sürekli kurutmayla kurutulan kıyafetler pamuklanmaya baslar. ya da kolayca deforme olur. mesela havlular bir süre sonra yırtılır. hele jeanler... incecik olur.

    bu arada öyle şak diye kurutmuyor. nereden baksan, 1,5 saat dönüyor yine o makine. kendi tecrübeme göre çamaşır odasına 1 ufo koymak aynı sürede aynı performansı sağlıyor. üstelik çamaşırlar da yıpranmıyor. üstelik odayı da ısıtıyor.