hesabın var mı? giriş yap

  • insanlığın başına ne geldiyse zaten bu kader, kısmet, şükür inançları yüzünden gelmiştir. binlerce yıldır toplumu yönetenlerin istediği de bu; nolursa olsun sesini çıkarma, kısmet de, buna şükür de ve sus. bunlardan kurtulup sesini çıkartan bir toplum olduğu gün her şey daha güzel olacak.

  • eğer bu kazaya audi değilde reno neden olsaydı muhtemelen bu haber; d-100'de maganda dehşeti olarak olarak verilirdi. şimdi haber çok masum d-100'de makas kazası olarak geçiyor.
    klasik bir habercilik mantığı; zengin ailenin çocuğu kazaya neden olursa şablon şu: iki ay sonra okulundan mezun olacaktı ama olamadı, sevgilisi son yolculuğuna gözyaşlarıyla uğurladı, daha hayatının başındaydı gibi gençlik vurgusu, gülümseyen hayat saçan fotoğraf seçimi.
    sıradan gariban biri kazaya neden olursa trafik canavarı oluverir. öldü de allahtan kurtulduk toplumca gibi bir bakış açısıyla haber veriliyor.
    iki yüzlü bir toplumun iki yüzlü bir medyası da olur haliyle...

  • rahatlatır lan. kabul eder, çeker gidersin. tamam zordur üzülürsün, ağlarsın zırlarsın hatta önceleri öfkeden ne yapacağını bilemezsin. canını acıtırsın, can acıtırsın. ama kabullenmek iyidir. kalpte bıraktığı etki fenadır ama eninde sonunda en iyisidir. bir yalana sarılmaktansa, yalnızlığı göğüsleyip tek başına devam etmek en iyisidir.

  • devletin yeni facebook projesi. mesai bitince kapanan, yapılan paylaşımların evrak kayıttan geçtikten sonra ertesi gün yayına girdiği bir deli oğlan.

    boğazda kahve keyfi için gereğini arz ederim.

  • bir başlığa entry yazasım geldiğinde aklımdan geçen kelimeleri mutlaka "başlık içinde ara" tır önceden yazan olmuşsa şukelamı veririm. bazen bir de bakıyorum ki aklımdan geçenler teee 2005'te yazılmış ve üstelik ben yazmışım. 3000'e yakın entry'mi tek tek hatırlayamayacak kadar yaşlandığıma mı üzülsem bilemedim. bunca yıl içinde fikirlerimin hiç değişmemiş olmasına üzülsem mi sevinsem mi onu da bilemedim. bilmiş bi insan değilimdir zaten.

  • maşuka'dan geliyor:

    kız istemede kızın babası 'verdim gitti' diyor sorun olmuyor. kız 'verdim gitti' diyince ortalık karışıyor.

  • bizim ülkenin sorununu gösteren içerik. hep kötüyü örnek almak.amerikada sigortası olmayan tedavi edilmemiş ama tayyip sağolsun bize sigorta sormuyormuş. iş oraya geldiyse küba’yı örnek gösterin o zaman. eğitim sağlık her şey ücretsiz. adamlar çılgın çalışıyor. ne kadar aptal bir kafanın hezeyanı bu.

    edit:@kiray mahlaslı yazarın söylediğine göre gss prim borcu olanlar tedavi olamıyor. buna da cevap alalım.
    edit: gss prim borcu olanlar endişelenmesin lütfen, acilden giriş yaptığınızda borcunuz var diyerek geri çevrilmiyorsunuz. zaten gss prim borcunun ertelendiği yönünde mesajlar da geliyor. kendiniz araştırabilirsiniz son durumu.

  • amerika'da adamın biri normal işine giderken birden anormal bir trafiğin içine duşer, ama trafik bir milimetre bile kıpırdamamaktadır. bi süre sonra yandaki cama birisinin tıkladığını görür ve camı açar.
    ne var acaba?
    - teröristler bush'u yakaladılar eğer 10 milyon dolar verilmezse, üstüne benzin döküp yakacaklarmiş. işte onun için, herkesten biraz yardım alıyoruz...
    - insanlar ne kadar veriyor ortalama olarak?
    - valla yaklasık olarak 5'er litre !!!!

  • sinema aslında anlatım için çok zorlu bir format. diziler falan neyse de bir filmde yaklaşık iki saatlik süre içinde bir insanın hayatının en ilginç dönemini anlatmanız gerekiyor. burada ne kadar çok detay kullanırsınız hikayeniz o kadar inandırıcı oluyor ancak olayların geçmişiydi karakterlerin tanıtımıydı derken anlatılması gereken şeyler bir yerden sonra dağ gibi birikiyor. bu nedenle sinemacılar kısa yol diyebileceğimiz bazı yöntemler bulmuşlar. işte karakter kalıpları belirlemişler, anlatıyı giriş gelişme sonuç gibi bölümlere ayırmışlar, tema gibi filmleri bir eksende toplayan kavramlar geliştirmişler. böylece hikayede kullandıkları her şeyi tekrar tekrar açıklama zahmetinden kurtulmuşlar. mesela uzaylı varsa işte mısır tarlasına inecek, parlak gri kıyafetler giyecek ve uzun parmaklı olacak. bu kalıp hazır olduğundan izleyicinin kafası karışmayacak artık.

    bu durum standart bir hikaye anlatmak istiyorsanız avantajlı olabilir tabi ki. ancak 2021 yılında bu çabanızla nereye varırsınız orası meçhul. çünkü güvenli iş yapmaya çalışırken düşeceğiniz klişe tuzağı sizi orada bekliyor olacak. başarısızlıktan kaçmak için yapmanız gereken şey ise standartların dışına çıkmak. senaryo, karakterler, oyunculuk derken değiştirebileceğiniz bir çok şey olmasına rağmen burada da hassas bir denge bulunuyor. aynı anda birden fazla şeyi değiştirmeye kalkarsanız kurulan yapı pek sağlam olmuyor. şimdi taylan biraderler yönetimindeki azizler filmi neleri değiştirmiş ve en önemlisi kullandığı unsurlar arasındaki dengeyi sağlayabilmiş mi bir bakalım.

    --- spoiler ---

    ilk bakışta filmin sanki senaryosu yokmuş gibi görünüyor. ancak aslında filmin takip ettiği bir anlatı var. filmin adı azizler. filmde de aziz olan üç karakter var aslında. bunlardan ilki genç aziz olan alp. ikincisi engin günaydın'ın canlandırdığı gerçek aziz. üçüncüsü de haluk bilginer'in karakteri erbil. bu üç karakterin ortak noktası yalnızlık. alp maddi gücünü kullanarak yalnızlığını bastırmaya çalışıyor. karakterin buradaki mantığı ise gencim demek ki yalnız olmadığımı göstermeliyim oluyor. alp filmde yalnız kalmamak için sürekli aziz'i çağırıyor evine. aziz partiye geldiğinde ise evine parayla bir yığın insan topluyor. çünkü genç insanlar için bir şey gibi görünmek gerçekten o olmaktan daha önemli. aziz, alp'in davetlerini reddettiğinde ise alp çaresizliğini göstermemek için sürekli yalana başvuruyor. (elinde kayak botuyla gezmek gibi) bu da yine genç insanların sık yaptığı bir şey.

    üçüncü aziz olan erbil ise daha stabil bir hayata sahip. ayrıca yalnızlığını ölen eşiyle paylaşmanın da bir yolunu bulmuş. ancak yalnızlığı diğer karakterlere göre daha derin çünkü ömrünün sonunda artık ve yeni birine alan açacak kadar zamanı yok. erbil sayesinde filmde alp'ten farklı bir yalnızlık çeşidi izliyoruz. alp yalnız olmadığını başkalarına kanıtlamaya çalışan bir insan. erbil ise yalnız olduğunu kabul ediyor ve bunu da etrafındaki diğer insanlar ile paylaşmaktan çekinmiyor. mesela alp, aziz'i partiyle ya da başka şeylerle evine davet etmeye çalışrken, erbil aziz'e dümdüz ne iyi oldu da geldin diyebiliyor. çünkü diğer insanların kendisi hakkında ne düşündüğünü aşmış biri o.

    bir de bu iki ucun ortasında duran gerçek aziz var. engin günaydın'ın karakteri de insanın yalnız kalma isteğini gösteriyor. ancak filmin bize söylediği üzere yalnız kalmak aslında çok iyi bir şey değil. bu nedenle aziz'in kendi kamuran'ını bulması gerekiyor. ancak irem sak'ın canlandırdığı kız arkadaşıyla ayrılma kararı verdiği için hayatındaki akış bozuluyor. burcu kafede takılı kalıyor ve aziz gideceği yolu bulmak için hayli tuhaf macerasına başlıyor.

    filmin genel olarak anlatmayı denediği akış bu şekilde. peki bunu aktarabilmiş mi derseniz orası biraz problemli. çünkü film olayları değil durumları ele almış. bir olayı işlerken neden sonuç ilişkisi kurmak böylece sahneleri birbirine bağlamak daha kolaydır. durum anlatırken ise bu biraz zor çünkü durumlarda neden-sonuç bağlamı karakterlerin kendisinden çıkar. olayların anlatıldığı filmlerde karakterler maksimum ilk beş dakika içinde tanıtılır ve geçilir. durum filmlerinde ise bu tanıtım işi de anlatıma dahil olduğu için daha uzun sürer. bu nedenle ilk yirmi dakikada seyircinin "ben ne izliyorum şuan?" deme ihtimali daha yüksektir. bu filmin başına gelen de biraz bu aslında. durum anlatımına hızlı giriş yaptıkları için karakterlerin tanıtımı daha geçe kalıyor. arada yaşanan bu kopukluk da filmin yorucu olmasına neden oluyor.

    bir de filmin reklam değerini arttıran ancak iş anlatıya geldiğinde dengesini bozan bir durum var. o da oyuncu bolluğu. şimdi belli ki türk oyuncular klasik dizilerde yer almaktan sıkıldılar. bu nedenle farklı rol ne varsa oynamak istiyorlar. bu orta vadede biz izleyiciler için de güzel bir durum. ancak sanırım tüm oyunculara yetecek kadar kaliteli dizi ya da film yapılmıyor. çünkü buradaki gibi bir yığılma söz konusu genel olarak. bu yığılma afişte güzel dursa da iş filmi çekmeye geldiğinde büyük bir problem.

    filmde ilker aksum ve fatih artman gibi iki adet kaliteli oyuncu var. ancak bu karakterler genel olarak hikayeye etki edecek rollerde değiller. bu da sahnelerde izleyicinin ilgisinin bozulmasına neden oluyor. şöyle düşünün apocalypse now bir vietnam filmi. hikaye büyük çoğunlukla da diğer vietnam filmleri gibi ilerliyor. işte emrindeki askerleri hayatta tutmaya çalışan bir adamı ve savaşın anlamsızlığını falan görüyoruz. buraya kadar her şey yerli yerinde. ancak filmin finalinde marlon brando'nun karakteri ortaya çıkıyor ve filmin o zamana kadar kurduğu bütün düzen alt üst oluyor. izleyici olarak siz neredesiniz, bu savaş ne, buraya kadar nasıl geldiniz her şeyi unutuyorsunuz. ancak coppola buradaki eksen kaymasını planladığı için bu durum bir dezavantaja dönüşmüyor. hatta brando'nun performansı filmin diğer vietnam konulu yapımlardan ayrılmasını sağlıyor.

    bu filmde ise sahnelerdeki eksen kayması planlı değil kesinlikle. mesela ilker aksum'un canlandırdığı enişte karakteri yangın çıkardığında burada ilginç bir şeyler yapmasını bekliyorsunuz. ancak ilginiz buraya kaymış olmasına rağmen film size bir şey iletmiyor. biz karakteri böyle planlamadık diyebilirsiniz ancak o zaman rolü ilker aksum'a vermemeniz gerekirdi. çünkü izleyicinin bu konuda yapacağı bir şey yok. daha önce başarılı rollerde izlediği bir oyuncuyu görünce haliyle ondan da bir şeyler bekliyor. bu beklenti anında da odak, olması gereken yerden yani ana karakterden çıkmış oluyor. bu durumun aynısı fatih artman'ın karakteri için de geçerli.

    ha illaki onlar da oynasın diyorsanız konuk oyuncu statüsünde yer verebilirsiniz. ki bu filmde de bergüzar korel, halit ergenç ve okan yalabık'ın canlandırdığı karakterler çok başarılı olmuş. hatta bergüzar korel ve halit ergenç'in tartıştıkları sahneye kadar kara-mizah adına bir şey yoktu filmde. o andan sonra film güldürmesi gereken yerde güldürmeye başladı diyebilirim. okan yalabık'ın olduğu sahne ise zaten filmin en komik yeriydi. ingilizce "delivering the line" diye bir tabir var. burada tonlama, jest, mimikten ziyade zamanlama kast ediliyor. ki repliğin komedi gücünü oluşturacak şey zamanlamadır aslında. mesela "caner, maalesef, denyo." dediği kısma bakın. buradaki komedi tamamen okan yalabık'ın sözcükleri tam zamanında söylemesiyle oluşuyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak azizler, kendi içinde güzel bir mantık kurmasına rağmen bunu aktarırken yorucu olan bir film. komik anları var, yalnızlık için söyleyecek güzel şeyleri var, iyi oyunculuklar var ancak bunların bir araya gelişi sıkıntılı. yani filmin geçtiği sahnelerde tıkanma var sürekli. arada güldürüyor kabul ancak derli toplu bir film değil bu. ki potansiyel varmış aslında ama senaryo yapısı nedeniyle maalesef bunu göremiyoruz pek.

  • f-35 vs. s-400 restleşmesinin sonucudur, bu konuda atılan en son adımdır.

    devletler arasında bu tür restleşmelerin olması normal diyeceğim de aslında konuyu geniş düşünürsek, hep aklımdan geçtiği gibi, türkiye'nin mümkün olduğu kadar askeri açıdan elinin zayıf tutulması stratejisine gidiyor olay. eldeki operasyonel askeri uçak envanterinin (nakliye ve eğitim uçaklarını saymazsak) giderek eskidiğini ama bu eskileşmenin zıttı bir oranda da askeri operasyonlara ağırlık verildiğini ve uçağa ciddi olarak ihtiyaç duyulduğunu bu adamlar çok iyi görüyor. netice buraya yazan çoğu askeri uzmanın bilemediği nokta şu ki biz hala fms kanalından eldeki askeri uçak filosu için sürekli malzeme siparişine ve/veya lru/sru onarım/değişimine devam ediyoruz ve bu filo için amerikalılarla kontak halindeyiz. sipariş edilen malzeme oranlarına bakarlarsa eldeki filonun aşağı yukarı ne seviyede olduğunu tahmin edeceklerdir. dolayısıyla eskiyen filonun bize askeri açıdan baskı yaratan bir faktör olması bu adamların f-35 kartını bize karşı böyle ufak tefek gıcıklıklarla devamlı önümüze atmasına neden oluyor.

    yeniden hatırlarsanız f-35 olayında satış kanalı tamamen kapatılmadı. sadece "bilerek" geciktiriliyor, zorlaştırılıyor.

    bu konunun çözümü "sen bana f-35 satmazsan ben de gider su-xx, mig-xx, rafale, eurofighter alırım, parasıyla değil mi?!" değil. parasıyla olmuyor o işler. isterseniz kamyon kamyon para dökün, çıkarlar ortak ya da yakın değilse zırnık vermezler. uluslararası hukuk, mahkeme demek de çözüm değil. askeri satışlarda uluslararası hukuk işlemez, 2 ülke arasında olur sorun ve çözüm. mevzu diyalogla çözülürse çözülür yoksa geçmiş olsun.

    bu işin daha büyümemesi lazım ve uçakları bir an önce almamız gerekiyor. itidallı davranılmalı ve politika oluşturulmalı. f-35 ile ilgili eski yazılarımı okuyanlar bilecektir ki ben f-35 projesine, uçağın durumu ve projenin geneli itibariyle sonuna kadar karşı birisiyim çünkü hem uçak yamalı bohça durumunda hem de proje detayları milli güvenliğe zarar verici unsurlar içermekte ama bu seviyeye getirilmiş bir projenin de artık nihayete erdirilip zararın bir tarafından dönülmesi gerektiğini düşünecek kadar da realistim. ayrıca başta söylediğim gibi, ki bunu daha önce yazdım diye bana saçma sapan yığınla mesaj atıldı, bu sorunun ardında bölgede israil'le rekabet edebilecek ve ileride potansiyel risk oluşturabilecek bir hava gücü yaratmama planı var. israil "bağımsız" (neden böyle dediğimi anlamak için israil ve alis diye yazıp araştırın) f-35 filosu ile bölgedeki hava gücü en kuvvetli ülke şu anda ve bunun böyle kalması lazım geliyor ki bizim f-35 projesine taş koyuluyor. yunanistan'ın f-35 alması falan geçiniz, yunanistan hava gücünün neredeyse türkiye ile paralel oluşturulmasına bakarsak bu ülke hep türkiye aleyhine "çıkarlar için kullanılabilecek" bir emniyet subabı olarak görüldü ama şu anda ne yunanistan'ın f-35 maliyetini karşılayabilecek ekonomik gücü var ne de f-35 satın alınmasını yunan kamuoyuna mantıken açıklayıp kabul ettirebilecek bir siyasi ortam var. ayrıca ab fonlarıyla hayatta kalabilen yunanistan bu durumu ab'ye daha doğrusu almanya'ya açıklayabilir mi bir düşünmek lazım. ha yunanistan 10 seneye toparlar o ara fighter filosu eskir o zaman başka ama yakın-orta gelecekte f-35 için yunanistan faktörü bizim için risk olmaz.

    mevcut konjüktür gereği rus uçaklarını "kolay kolay" alamayacağımızı, eğer alırsak bunun çok çok ciddi bir eksen kayması anlamına geleceğini de yeniden hatırlatmalıyım. avrupa'dan da uçak muçak alınmaz. zaten onlardan mümkünse hiçbir askeri malzeme alınmasa keşke.

    yerli uçak diyen arkadaşlarımıza da hep yaptığım gibi şu tavsiyeyi vereceğim, elinizin altında google var. lütfen oraya usaf experimental fighter project vb.birşeyler yazın ve çıkanları okuyun. bir ülkenin havacılık kültürü kitaplardan okunan bilgilerle oluşturulmaz, 4-5 sene içinde "ben istedim oldu" denilerek oluşamaz, çok rollü savaş uçağı vikipedya okuyarak tasarlanmaz, bu tip silah sistemlerinin tasarım bilgilerine kolay kolay hakim olunamaz, doğru düzgün deneyim kazanmadan da ihtiyaçlarınızı karşılayacak savaş uçağı yapmak imkansız bir durumdur.

    ekleme: "zararın bir tarafından dönülmesi gerektiğini" demekle ne anlatmak istediğime dair bir mesaj aldım. anlatmaya çalıştığım şu, f-35 projesi bizim hem siyasi hem askeri hem de mühendislik anlamında çok emek verdiğimiz ve ilk defa bir silah alımında silahın tasarım aşamasından itibaren işin içinde olduğumuz bir proje. f-16'da kör-topal da olsa başladığımız çabanın daha ilerlemiş ve profesyonelleşmiş bir hali. zamanında bu ülke amerikan döküntülerinden çok çekti ama ilk defa f-35 projesi ile bize bazı teknolojileri sağlayacak ve mühendislik deneyimimizi çok ileriye taşıyacak bir fırsat yakalamıştık. evet ben bu projeye karşıyım çünkü hem uçakta ciddi yetersizlikler var hem de işin lojistik ayağında milli güvenliğe zararlı unsurlar var ama bu kadar da emek verilmiş bir projenin de bu kadar kolayca kenara atılmasına üzülüyorum. o nedenle zarardan dönülmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştım.

  • ayaküstü eline jilet verip traşa göndermek ney lan? şakaysa hiç komik değil, ciddiyse çok komik. bu ik'cıların psikolojisi nedense hep bozuk zaten.

  • az önce cnntürk ekranında gördüğüm yazı. arka planda ömer çelik.

    yani diyorlar ki ap istediği kararı alsın biz yok sayıyoruz. napcanız, akp genel merkezinde 7şerden iki takım kendi kendinize müzakere mi etceniz? "avrupa birliği" yerine "avruba dirliği"ni mi kuracaksınız? lise münazarası mı düzenleyeceksiniz?

    (bkz: abidas)
    (bkz: nikke)
    (bkz: nev balans)

    link

    edit: imla

    edit2: "ab'li yetkililer kendi görüşlerini kurumlarının görüşü olarak yansıtıyorlar " diyor bir de. ya ne olacaktı, yazılı bir kitaptan ya da bir liderden mi alacaklardı talimatları? el kaldır indir olayı o mecliste olmayınca şaşırdınız herhalde.

    edit3: link eklendi

    edit 4: minnak çocukların yürekleri ısınsın, gözleri gülsün, büyüyünce ne feodal ağaların ne de terör örgütlerinin eline düşmesin, eğitimli birer birey olsunlar diye (bkz: oyuncaklar otostopta)