hesabın var mı? giriş yap

  • beni ziyadesiyle mutlu eden naif bir olay. mesela parçalara bakıyorum birinin ismi emme manifoldu diğerinin ismi endüksiyon bobini ne bileyim eksantrik mil var triger kayışı var, acayip güzel isimler, insan olduğu halde böyle güzel isme sahip olamayan canlılar var şu hayatta şaşırmamak elde değil, böyle bir gerçek varken motor parçalarının ismindeki bu tatlılık gerçekten tebessüm ettiriyor. evet.

  • çok enteresan aslında ünlü birisini dövmek falan. hani bizim buralarda pek yok, ünlü birisini konser vs. olmadan çok göremezsin. demek ki bolluk olunca istanbul gibi büyük şehirlerde ünlü de dövebiliyosun. mesela konya'da pavyonda, az sayıdaki barda olay çıkarsa yine ünlü birisi diye dövmez kimse. ne güzel bişey adamlarda ünlü dövme rahatlığı var, biz en fazla imza ister, selfi yaparız. sövse mesela abi ünlü bulaşmayın deriz, ünlü adamdır yapar deriz geçiştiririz meseleyi. vay amk ünlü dövüyo adamlar.

  • "tercihen çocuk yapmasa da her kadın içgüdüsel olarak çocuk ister. ilerleyen yaşlarda bu his daha da baskın hale gelir. bence yaşı itibariyle bunun pişmanlığını yaşıyor. gerginliğinin sebebi de o."

    gerginliğinin sebebi çocuk yapmamış olması ve geç kalması filan değil. kadın orada istiyor ki projeyle ilgili soru sorulsun fakat 56 yaşında kadına "sizden de bebek gelecek mi?" diye densizce bir soru soruluyor. kadın soruyu "o konuya girmeyelim" diye savuşturunca muhabirler "çocuklardan bahsetmeyeceksek o zaman seninle konuşacak bir şeyimiz de yok" der gibi can bonomo ve eşine dönerek bu sefer onlarla çocuk geyiği yapmaya başlıyor ve laklakın bir türlü sonu gelmeyince de erener haklı olarak sinirleniyor.

    kadın tam benim vereceğim türden bir tepki vermiş. bazen benim de eş dost ortamımda çocuk muhabbeti açılıyor ve "ay gece uyutmuyor, aman derdi bitmiyor" diye yarım saat aynı terane devam ediyor. ben hâlâ çocuk yapabilecek yaştayım ama yapmıyorum. şimdi benim de gerginliğim çocuk yapmamış olmamdan ötürü mü? değil kardeşim. istemiyoruz sizin sevimsiz çocuklarınızın bıkkınlık veren hikayelerini dinlemeyi. ilgimizi çekmiyor. bazı insanlardaki herkes çocuk sahibi olmak istiyormuş da yapamıyormuş algısından gına geldi artık cidden.

  • çalış,
    - denizin 50 metre altına techizatla dal, dalamadığın yere başka bilimsel çalışmaların ürünü teknik araçlar gönder, vakit ve kaynak tüket. kaynağın içinde ömrün de olsun...
    - yeni tütmüş volkanın dibine kadar gir. "dürtsem ısırır mı?" tedirginliğine denk bir tedirginlik yaşa. zehirli gazın içinde kaybol. binlerce santigratlık volkan damlaları arasında örnek topla...
    - 7. kat balkonundan bakmaya korkan insanların olduğu bir dünyada, gezegenin yörüngesine gir, gözlem yap. kainatın sırrına erişir gibi ol.
    - fırtına, kasırga, boran, tayfun kovala. felaketin hızını, çapını ölç.
    - kimsenin görmediği, görse de anlam veremediği, anlam verse de yorumlayamadığı mikroskobik canlıların uğruna hayatını ver. evladından çok bu tipsiz tek hücreli canlıları gör. sanki bir aşk doğacakmış gibi virüs, bakteri incele.
    - birkaç rakamın ve sayının, birkaç harfin ve işaretin oluşturduğu bir grafik dizilişin (formül) karşısında acz içinde bekle, düşün, kafa yor: "belki şu ana kadar fiziğe dair bildiklerimiz yalandı" şüphesinden dolayı.
    - ada ada, tepe tepe, okyanus deniz gez. kuş gözlemle, kertenkele incele, fil tedavi et, at takip et, gorille dostluk kur...

    sonra hıyarın biri ömründe ilk kez tanık olduğu bu gerçeğe, bilgiye, düşünceye sahip çıkıp desin: "bu yazıyordu zaten"

  • türkiye birileriyle gurur duyarken ben o tadı alamıyorum. gurur duyulanlar değişiyor; bazen bir katil bazen bir siyasi bazen bir sporcu. gurur duyanlar değişmiyor. elvan söz konusu olunca gurur duyan kitle değişiyor ve açıkçası elvan ile gurur duymanın en güzel tarafı bu..

    kabul etmeliyiz, bu zamanın başarılı türk sporcularına benzemiyor, uzaktan türk olduğunu düşünmeyenler yakınlaştıkça böyle bir ihtimali kaale almıyorlar. başarılı olmuş türk sporcusunun temel özellikleri vardır. başarılı olduktan sonra uzatılan mikrofonları affetmezler. allah affeder rambo affetmez diyenler bizim sporcuların zafer sonrası demeçlerini hiç dinlememiş kişilerdir. türk sporcusu; önce devlet büyüklerine teşekkür eder daha sonra bir tarihteki başarısızlığından dolayı o'nu eleştirenlere sallamaya başlar. ikinci olan sporcumuz ise birinciyi geçebileceğini lakin hakemin, zeminin, rüzgarın, sakatlığının bunu engellediğini söyler. doping kontrolünden kaçıp bütün dünyanın kendine düşman olduğunu iddia eder.

    elvan ise yarışma bittikten sonra süratinin bu kadar olduğunu söylüyor. geçen sene dünya şampiyonasında ikinci olduğu için kimse karşılamaya gitmedi. onlara laf söylesen bir daha yapamazlar ama yok söylemiyor. yahu "devlet bana destek olsun birinci olurum bu daha ne", diye açıklama yap geleceğini kurtar, dört sene yatarsın sonra sakatlanırsın.. bunu da demiyor.

    bir iş yapmanın saadeti ile türk bayrağı ile pisti turluyor ve baklava istiyor, mümkünse..

    zeki,çevik ve ahlaklı sporculara benziyor.. o koşarken mutlu oluyorum, kazanınca seviniyorum, benimle beraber sevinmeyip aaa bu türke benzemiyor diyenleri görünce daha da seviniyorum.. benim milli atletim bu.. ay yıldızlı forma, madalya, baklava.. hepsi helal olsun.

  • gerizekalı gibi videonun tamamını izlemeden gelip yorum yapmayın. kadın kürtçe konuşan kadını stüdyodaki kızlara kürtçe hakaret ediyor diye yayından aldı. lafın sonunu başıyla birleştirip algı kasmaya çalışmayın.

  • günümüzde hayatımızı derinden etkileyen bir pandemi ile karşı karşıya olduğumuz şu günlerde belki de tarihin en meşhur salgını olan "kara veba" hakkında ana hatlarıyla genel bir bilgi vermek istedim. "kara veba" konusu tarihçilerin hala tartıştığı konulardan birisi olması nedeniyle en yaygın ve kabul edilen görüşler ışığında açıklayacağım bu salgını.

    öncelikle veba bakteri kaynaklı bir hastalıktır. tarihin neredeyse her döneminde çeşitli coğrafyalarda sıklıkla yayılım göstermiştir.

    kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla çeşitli dönemlerde avrupa, asya kıtalarının birçok bölümünde etkili olan veba özellikle batı ve güney avrupa, avrasya ve arap yarımadasını öldürücü şekilde vurmuştur. bunun nedeni ise ortaçağda yerleşimin yoğun olduğu, ticaret ve ekonominin kalbinin attığı bölgeler olmasıydı.

    veba'nın yol açtığı salgılanlardan en ünlüsü ise hiç şüphesiz 1347-1351 yılları arasında süren avrupalıların "black death" dedikleri "kara veba" salgınıydı.

    öncelikle veba hastalığı hakkında bir bilgi vermemiz gerekir. veba dediğimiz gibi bakteri kaynaklı bir hastalık olup 3 tipe ayrılır:

    1) hıyarcıklı
    2) septisemik
    3) pönomik

    hıyarcıklı veba 1347-51'de kıta avrupasında yayılım gösteren veba tipidir. burada kemirgen faktörü oldukça önemlidir. insanlara kemirgenlerin üzerindeki pireler aracılığıyla geçmektedir. kemirgen-pire-insan şeklinde bir rota ile insanlara bulaşan hıyarcıklı veba'da yüksek ateş, titreme ve sarsıntı oluşur. ayrıca vücutta meydana gelen koyu renkli şişlikler hastalığın en önemli belirtilerindendir. bu şişlikler patlarsa, vücuttaki bakteriler dışarı atılıp hasta kurtulmaktadır. aksi takdirde 3 gün içinde ölüm gerçekleşmektedir.

    septisemik vebada hasta saatler içerisinde hayatını kaybederken, pönomik veba'da da etkilenen akciğerlerden dolayı kan kusmaya başlayan hasta kısa sürede ölmektedir.

    avrupa'yı vuran veba dediğimiz gibi "hıyarcıklı veba"dır. "black death" yakıştırmasının sebebinin de vebanın yol açtığı koyu şişlikler olduğu öne sürülen görüşlerdendir.

    peki kara veba ortaya nasıl ve nereden çıktı?

    bu salgının ortaya çıkışı yeri tam olarak bilinmemekle beraber en yaygın görüş asya hatta çin olduğu yönündedir. çin'den çıkan bu hastalık moğollar aracılığıyla ön asya'ya getirilmiş.
    1345'te moğolların kuşatığı ceneviz kolonisinde kefe şehrine mancınıkla vebalı hasta fırlatılması üzerine veba şehre yayılmıştır. kefe şehri zengin bir ticaret merkezi olması nedeniyle bölgeye gelen tüccarlar aracılığıyla hastalık sicilya bölgesinden avrupa'ya giriş yapmıştır.

    aynı zamanda moğolların kuşatılan şehre mancınıkla vebalı hasta fırlatması kimyasal savaşın başlangıç örneklerindendir. ortaçağda kuşatılan şehre veya kaleye mancınıklar aracılığıyla hastalıklı insan veya hayvan fırlatmak oldukça yaygındı.

    kıta avrupasına gelen "kara veba" 4 yıl etkisini göstermiş ve özellikle 1348 yılında tepe noktasını görmüştür.

    1347-51 yılları arasında avrupa nüfusunun 3'te 1'ni veya %60'nı yok ettiği düşünülmektedir. 1340'taki 76 milyonluk avrupa nüfusunun 1450'de 50 milyon olarak ölçülmesi önemli bir göstergedir.

    salgın avrupa'da özellikle italya, fransa, ispanya ve ingiltere'de oldukça şiddetli geçmiştir.

    1348'de fransa kralı iv. philippe paris üniversitesi tıp fakültesi'den detaylı bir rapor istemiştir. krala sunulan rapordaki ifadeler ise çaresizliği net bir şekilde özetler nitelikteydi: "hastalığa neden olan gerçek neden asla öğrenilemeyecek. bu hastalık insanın anlama kapasitesinin çok üzerinde"

    kara veba'nın tek kelimelik özeti: çaresizlik.

    insanlar oldukça çaresiz olduklarından dolayı depresif ve karamsardılar. "black death" ismindeki "black" kelimesinin bu yoğun karamsarlıktan geldiği bir diğer iddiadır.

    dönemin hekimleri hastalığa karşı çaresiz kalmışlar. kiliseye din adamlarına koşan halk orada da aynı çaresizlikle karşılaşınca tarifi imkansız şekilde savunmasız hissetmişlerdir. bozulan psikolojilerine en büyük örnek ise: ölüm dansıdır.

    hastalığın neden olduğu ateş, yoğun titreme ve sarsıntı insanlardaki çaresizlikle birleşince ölüm dansı adı verilen ritüel ortaya çıkmıştır.

    hastalığa sebep olduğu düşünülen sebeplerden biri yaygın ortaçağ görüşü olan "tanrı bizi cezalandırıyor" iken en kabul gören sebep ise "kötü hava" olarak gösterilmiştir.

    hatta o dönemde buna yönelik önlemler alınmış, çiçek ve hoş kokulu bitkiye olan talep artmıştır.

    diğer önlemlerde ise uzmanlar 2 farklı yöntem önermiş:
    1) ülke dışına çıkın. çünkü ülke dışında salgın yok. (bu dönemde ülkeler arasındaki iletişimin sınırlı olması bu görüşün ortaya çıkmasına neden olmuştur)
    2) şehirde kalın ama festivallere gitmeyin ve kalabalık ortamlarda bulunmayın.

    salgın döneminde hastalığın görüldüğü şehirlerin kiliselerine siyah bayrak asılması son derece yaygındı. bu şekilde salgın olan kentler şehire girecekleri uyarıyorlardı.

    diğer önlem ise vebalı cesetlerin kapıların önüne konması ve mahalleleri gezen yük arabası aracılığıyla defnedilmesidir.

    pek tabii sosyal hayata etkileri inanılmaz olmuştur.
    öncelikle neredeyse aile üyeleri birbirleriyle görüşemeyecek duruma gelmiştir.
    insanlar cenazelere gidemez olmuş, akrabalar, arkadaşlar bu dönemde birbirleriyle görüşememişlerdir.

    kiliselerde birisi vefat edince çan çalınma uygulaması kaldırılmıştır. çünkü sürekli bir insan ölmektedir.

    benzer bir tablo islam coğrafyasında da yaşanmıştır. ipek yolu aracılığıyla gelen veba hastalığında 1348'de dımaşk şehrinde 1 günde 300'ün üzerinde insan öldüğü bilinmektedir. hatta emeviyye camii'nde 1 vakitte 15 cenaze namazı kılındığı söylenmektedir.

    avrupa'da ise vasiyetnamelerde büyük bir artış olmuş. insanlar öleceklerini düşünüp vasiyetnameler hazırlamıştır.

    bu salgın avrupa'da sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda önemli ölçüde etkilemiştir. ancak kara veba'nın en büyük etkisi "psikolojik" anlamda olmuştur. insanoğlu'nun en büyük tramvalarından birisidir bu salgın.

    o tramvayı da "çaresizlik" ile ifade ederiz.

    yararlandığım kaynaklar:
    kara ölüm: 1348 veba salgını ve ortaçağ avrupa'sına etkileri, özlem genç
    dia, tâun maddesi

  • gerizekalı bir primatın yaptığı iş. ambulans boş da olsa yol vereceksin. o araca ve içindekilere ne zaman ihtiyaç olunacağı belli olmaz.

  • hayatım boyunca yaptığım hiç bir işten vicdanım sızlamadı. en sonunda kendi dükkanımı açtım ve istediğim gibi bir pizza yapıp satmaya başladım. kullandığım tüm markalar sektörün en iyi markaları. istanbul'un gelişmekte olan bir semtinde hem öğrenci hem beyaz yakalı hem de arap yatırımcının bol olduğu bir yerde açtım dükkanı. hiç haksız kazanç elde etmedim ve kar beklentimi de buna göre ayarladım. geldiğimiz noktada artık hiç bir şeyin önemi kalmadığı için 2020 ekim ayı fiyatları ile bugünün fiyatlarını karşılaştırmalı olarak yazıyorum.

    ortalama 36 cm pizzayı 47 tl'ye satarken 74 tl'ye satmaya başladım. başladığım gün bir çuval unu 90 tl'ye alıyorken bugün 230 tl (ova çift geyik), rende mozarella'yı 27/kg'den alıyorken bugün 82/kg (doların ilk zıplamasında yine fiyat artacaktır). en kaliteli şarküteri ürünüm 110 tl/kg 200tl/kg. mantar 8 - 12 tl/kg'den 20 - 25 tl/kg. sucuk 50tl/kg'den 80tl'ye geldi. elektrik kw fiyatı 0,90 kuruştan 2,75 tl'ye çıktı! 40 * 40 baskılı kutu fiyatımız 3000 adet basımda 1,90 - 2,34 - 2,76 olarak değişti en son aldığım fiyat kdv dahil 6,60. bunlar benim sabit maliyetlerim. niyetim esnaf kötü durumda sömürüsü yapmak değil ancak fiyatlar normal eriyen bizim alım gücümüz. tüm sabit maliyetlerim 3 - 4 katına çıkarken pizzanın fiyatını iki katına bile çıkartmıyorum ki insanlar satın alsın ama bu piyasayı nereye kadar sübvanse edeceğiz belli değil.

    bir sene sonra gelen edit: mesaj atan, iyi dileklerini gönderen, dükkanı devretmeden önce dükkana gelen herkese çok teşekkürler. geçtiğimiz yaz başı dükkanı devrettim. çok müşterimden düzgün pizza yiyemez olduk serzenişini duyuyorum. belki beklediğim başarıya ulaşamadım ama işimi düzgün yapmanın rahatlığıyla hayatıma devam ediyorum. hala maliyetleri takip etmeye devam ediyorum. o gün 82 lira yazdığım mozarella kilogram fiyatı bugün 180 lira. hepimize geçmiş olsun.

  • bir insanı nasıl sözlerinden değil, davranışlarından gözlemlemek daha sağlıklıysa, bir şirketi de önemli günlerde yaptığı paylaşımlardan, reklamlardan, pr çalışmalarından ve gösterişli tanıtımlardan değil, işçilere olan davranışından görebiliriz. okuyalım:

    "ricamızdır..
    elden ele yazalım!

    insan haklarından, kadın haklarından söz edip bir yandan işçi sömüren patiswiss sendikalı işçileri işten atıyor!

    sendikalı olmak anayasal haktır, gasp edilemez!
    direnen patiswiss işçilerinin sesini büyütelim!

    #patiswissişçisikazanacak" ~