hesabın var mı? giriş yap

  • insanların izlediğini, okuduğunu ve anlatılanlarını anlamadığına örnek bir diziydi.
    şöyle ki, yusuf miroğlu karakteri mafya değildi. bunu ısrarla dizi de on kere söyleyip, mafya dünyasına da karşı duruş sergileyen, kendisine yardım için gelenleri hukuk yoluna birden fazla kez başvurmasını söyleyen yusuf miroğlu vardı.
    yusuf miroğlu sürekli etik değerleri ve dürüst bir yaşamı göze sokardı ama onu izleyip anlamayanların kafasında iki sembol vardı "palto" ve "silah"
    yusuf miroğlu derin devlet de değildi. tam tersi derin devlete alınmaya çalışılmış ama bunu kabul etmemesi neticesinde bir sürü bedel ödemiştir.
    yusuf miroğlu, mevcut adaleti yetersiz görüp adaletsizliğe isyan etmiştir. bunu şahsi menfaatine kullanıp zengin olmamış, mafyacılık yapmamıştır. hak arama biçimi olarak bence de yanlış yoldadır, yani mevcut adaleti beğenmeyip "kendi adaletini" sağlamak ve bunun için gerektiği takdirde, devlet tekelinde olması gereken cebir kullanma yetkisini kullanmak benim karşı olduğum birşey. ancak bunda şöyle bir fark var, adaletsizligi bahane edip adalet sağlayacağım gerekçesiyke kendine menfaat elde etmek gibi hem iğrenç hem de doğru olmayan bir yol yerine kendini düşünmeyip gerçekten inandığı adalet için mücadele etmiştir. bu sonuncusu bence doğru değil ama ilki gibi iğrenç de değil. mesela, dizide vatansever bir milletvekilinin devlet lehine açıklayacağı belgeler yüzünden öldürülme sürecinde bu kişiyi korumak için miroğlu olağanüstü bir çaba göstermiştir. burada miroğlunun milletvekilini korumak için silahlı bir çatışmaya girme gibi bir görevi yok. bu yetki ve görev sadece devletindir. miroğlunun yaptığı doğru değil ama ahlaken kötü bir eylem mi tartışılır.
    veya başka bir örnek verelim. devalüasyon neticesinde bir gecede zengin olan bir iki simsarın bu zenginleştiği miktar bir şekilde miroğlunun eline geçer (hatırladığım kadarıyla doğrudan bunun için mucadele etmeyip başka bir çekişme nedeniyle bu paralar eline geçmişti) bu paraları dizinin derin devletindeki ağabey devlete ait olduğu için miroğlundan ister. miroğlu paranın gerçek sahibinin devlet değil halk olduğunu söyleyerek bu parayı yardıma muhtaçlara dağıtır. kendi şirketi de o sırada mali açıdan sıkıntıdadır. miroğlunun adamı sabri, sıkıntıyı atlatmak için bu paradan kullanmayı teklif eder, miroğlu sabriyi sert bir dille azarlar bunu nasıl teklif edersin diye. burada esasında o para kamunun ve kamu adına hareket edecek merci devlettir. yani o paranın devlete iade edilmesi gerekirdi. doğru olan buydu. ancak miroğlu o zaman devletin adaletine güvrnmeyerek kendi adalet anlayışı içinde parayı dağıtmıştır. işte burada da yaptığı şey doğru değil, ama ahlaki açıdan tartışmaya açıktır.
    özetle miroğlu, mafya değil. belki bir robin hood belki bir dadaloğlu gibi nitelendirilebilir. ancak insanlar izlediğini anlamadığı icin ona mafyaymış gibi özendiler. ahlaki yönden verdiği mesajları değil, paltoyu, silahı ve karizmayı görmek istediler sadece.
    ayrıca dizi olarak güzeldi.

  • bundan 5-6 sene önce eski kız arkadaşımla taksim gezi parkında oturduk, çekirdek çitliyoruz. malum olaydan sonra atıl bırakıldığının farkında olmamıza rağmen, nedense hoşumuza giden bir etkinlikti bu, neyse konu o değil.

    bir tinerci yaklaştı yanımıza, arkasında 2 tane arkadaşı var. elinde bıçakla yanımıza geldi ve çekirdeği istedi. doğru düzgün konuşamıyor bile, çekirdeği işaret ediyor bıçağıyla. ben de içinden 1 avuç kendime 1 avuç da kız arkadaşıma aldım, pakedi verdim. eleman da sorunsuz uzaklaştı. biz de çekirdek yemeye devam ettik. bitince de konu ile ilgili tek bir yorum yapmadan uzaklaştık.

    peki bir fayda/mahsur değerlendirmesi yapalım.

    şimdi orada gereksiz bir münakaşa yaşasam, "erkeklik" yapıp diretsem, karşımda zaten diyalog kurabileceğim bir canlı yok. şu an sağlıklı bir insanım, bildiğim kadarıyla eski kız arkadaşım da öyle, ancak muhtemelen o tinerciler ya hapiste, ya da hayatta değil. şimdi ben kalkıp bu elemanlara çekirdek için diklensem, bakın çok değil, 1 tanesi bıçağı herhangi bir yerimize saplasa, geleceği olan bizim gibi insanların hayatı sona erebilir veya kalıcı bir sakatlığı kalabilirdi. onlar için ise değişen bir şey olacağını sanmıyorum.

    şimdi sormak istiyorum, değer mi?

  • (bkz: kenar)

    arkadaşım anlatmıştı, ortaokulda sınıf arkadaşının soyismi kenarmış. hoca ne zaman tahtaya birşeyler yazsa birkaç kişi çıkıp "hocam göremiyoruz, kenara kayar mısınız? hocam biraz kenara kaysanız?" diye başlarlarmış. yazık.

  • "bir kisi bir yere bakiyorsa orada ilgilendigi bir sey vardir. bir kisi bir seye ozellikle bakmiyorsa orada ilgilendigi bir sey kesinlikle vardir."

    tarzinda bir cumlesi vardir freud amcamizin. cok severim. guvenirim ve kendimde test yapip onaylamisligim da vardir...

    simdi hal boyle olunca digerleri de boyledir diyebiliyorum kendimce. kendi kendime. su an olmasa da benim de vaktiyle platonik takildigim birisi vardi.

    karsilasiriz: kafasini one egip yere bakar.
    yan yana yurumek zorunda kaliriz: tam aksi istikamete bakar.
    ayni ortamda bulunuruz: telefonuyla ilgilenir.

    falan filan. n.s.a. bu kiz beni siklemiyor, belli. boyle dusunuruz. ama isin icine freud girince "hatun bana hasta. acilsa da kurtulsa garibim" falan diye dusunup sanki ben ona degil de o bana platonikmis triplerine giriyorum. ortada yanlis bir sey var ama cozemedim.

  • günah yiyicilik mesleğinin ve bu meslekle uğraşanların temel görevidir.

    bu ritüel 18. ve 19. yüzyılda ingiltere ve iskoçya'da yaygın olarak uygulanmaktaydı. aileler, ölen yakınlarının göğsüne konan ekmeğin günah yiyici tarafından yenmesini ve ölen kişinin yaşamında işlediği günahlardan arındığını izliyorlardı.

    dönemi için manevi olarak çok ağır bir meslek olan günah yiyicilik fakir kişiler ve dilenciler gibi muhtaç kişiler tarafından üstlenilen bir görev/meslekti. bu kişiler karınlarını doyurmak adına ruhlarını feda eden ya da feda etmek zorunda olan kişiler olarak kabul ediliyordu.

    bu meslek, ölen kişilerin günahlarını da üstlendikleri düşünüldüğü için toplumdaki en günahkar kişiler olarak sınıflandırılıp toplumdan daha da dışlanmalarına sebep oluyordu. fakirlik içerisinde geçirdikleri hayatlarında bir de bu dışlanmanın getirdiği ruhsal çöküntü ile baş etmek durumunda kalıyorlardı.

    günah yiyen yaptığı iş için 6 peni (kimi kaynaklara göre 4 peni) ödeme alıyordu. işini yaparken sırtı kapıya dönük oluyor ve günahı (ekmeği) yedikten sonra içmesi için konan bir kase birayı (ya da şarap) içtikten sonra "ölenin ruhunun huzuru ve rahatlığı için" dedikten sonra görevini tamamlıyordu.

    minik bir not: konu hakkında bilinen ilk kaynağın sahibi "john aubrey" ödenen tutarı 6 peni olarak belirtmiştir. 1626-1697 yıllarında yaşadığı için 1650 yılı üzerinden hesap yaparsak 6 peninin bugünkü* değeri sadece 2.59 sterlin (26 türk lirası) yapmaktadır.

    kaynaklar: 1 - 2 - 3 - 4 - 5

  • ya yine salak salak başlık açılmış yorum yapılmış. ya kardesim büyük ihtimalle zaten 1 5 yıldır tatilde bırakacakları büyükanne bakımı için destek oluyorudur. annenin ve babanın mental sağlığı için böyle aralar iyidir. kısa tatile gidecek ana babalar buradaki gerizekalı yorumlara kulaklarını tıkasınlar.
    tanım: mal beyanıdır.

    ekleme: yani bu konu ruhsuzluğa nasıl bağlanmış inanılmaz. çocuk yetiştirmenin anayasal kuralları yoktur. her aile, her çocuk kendine hastır.istisnaları saymıyorum ama her çocuk anası babası için biriciktir, onların canıdır, ciğeridir. insanlar kim oluyorlar, hangi hadle o aileleri ruhsuzlukla itam edebiliyorlar çok enteresan. 3 günle 5 günle ne çocuk bağlanma problemi yaşar ne de krize girer hele ki bakımına doğumundan dahil edilmiş bir büyükanne ile kalıyorsa. sağlıklı çocuklar sağlıkli ebeveynlerle mümkün. saçmalamayın.

  • rahmetli olan bir arkadaşım ve yine onun rahmetli olan babasından muhteşem bir diyalogtur.
    bizimki evde canı sıkıldıkça telefonu bilmemne polis karakolu buyrun diye açardı babası arıyor bir gün
    bizimki- iyi günler bilmemne polis karakolu buyrun
    babası-oğlum ?
    bizimki-baba?
    babası-oğlum karakolda ne işin var senin???

  • ''öküzüm büyük olsun da varsın çekmesin'' mantığıyla yapılmış bir havalimanıdır.

    şark kafası işte işlevine bakmadan her şeyin en büyüğünü istiyor ve en büyüğün en iyi olacağını düşünüyor.

    yazık.