hesabın var mı? giriş yap

  • "bilimkurguda mantik aranmaz" diye dusunenleri, ulu onder kim jong un'un izniyle yeniden egitim kamplarina gondermeden once, gerekli girizgahi iceren su versiyona davet ediyorum.

    buradaki versiyonunda ise ne bilimkurgu elestirisi hakkinda, ne de filmin kendisi hakkinda konusacagim. onun yerine konumuz akp sivil diktasi.. saka len, kisa tutuyorum, konumuz "beynimizin sadece %x'ini kullaniyoruz" miti. ve bunun yanlisligi degil (millet aciklamis zaten), zarari:

    2012'deki bir ankete gore ingiltere ve hollanda'daki ogretmenlerin neredeyse yarisi bu %10 safsatasina inaniyor (%48 ile %46 tam olarak)

    buna inanan biri, insanlarin basarilarini calismaya degil, beyinlerinin daha fazlasini kullanabiliyor olmalarina yorar. disiplin yerine yetenek on plana cikmis oluyor. cocuklarin boyle ogretmenler tarafindan yetistirildigini dusununce durum daha da korkunc; erken yaslarda basarisiz olan ogrencilerden umidi kesecekler, ve muhtemelen bunu pek farkinda olmadan yapacaklar.

    disiplin, calisma etigi, motivasyon onemli seyler. basarinin ana faktoru bunlarin bir karisimi olan ve turkcesini bilmedigim grit. (metanet bence karsiligi degil, azim/hirs anlami da olmali..sebat geldi tahir ile vesper isimli yazardan, bence bu karsiliyor. odul olarak o anlik hirsla hackledigim bilgisayarini issiz bir ormana goturup saliverecegim).

    bu grit meselesinin de kaynagi su

    bunun eksikligini bizzat yasiyorum cunku erken yasta, ortalamanin ustunde olan iq'um sayesinde kolay yoldan edindigim ufak basarilar, beynimi "basari = yetenek" seklinde sartlandirdi ve bu yuzden kolay yoldan basarili olamadigim konulara -ki bu hayatin buyuk kismi zaten- fazla asilmadim, dogal olarak da hakkaten o konularda basarili olamadim. hala da bircok alanda buyuk zorluk cekiyorum. benden daha az zeki bircok arkadasim uzun vadede daha basarili oldular, cunku ogrenmek veya bir yerlere gelmek yetenege/iq'ya dayali bir 100 metre yarisindan ziyade, zorluklara gogus gerebildigin bir maratona benziyor.

    bunda ailenin rolu de buyuk. cocuklari zekalarindan oturu fazla ovmemek lazim erken yasta, onun yerine calismalarini, degisik yollardan basarmayi denemelerini ovmek lazim.

    benzer sekilde ogretmenler de cocuklara maraton kosucusu muamelesi yapmali. oysa buyuk ihtimalle basta bahsettigim ogretmenler, 100 seneyi askin suredir olmeyen bu zombi mitin, einstein'in agzindan ciktigi yalan haline de inaniyorlardir: "ben beynimin yuzde 10'unundan fazlasini kullanabildigim icin bu kadar basarili oldum".

    buna inanan bir cocuk, o kadar da zeki olmadigini kavradigi an -ki benim gibi cocuklarin eninde sonunda basina gelecek de budur- ornegin einstein sayesinde ilham almayi kesecek, onun yerine bir boka yaramayacak olan einstein'i ikonlastirma/kahramanlastirma surecine girecek.

    bu gorus, paradoksal olarak, hakedilmemis bir ustunluk hissi de veriyor insanlara: "aslinda potansiyelim cok buyuk". "bizim oglan cok zeki ama calismiyor" gibi bir avuntu. potansiyel bir miktar genetigine, buyuk bir miktar da hayatinda yaptigin secimlere bagli. sadece dogmus olmakla ve o beyne sahip olmakla kimse bir payeyi haketmis olmuyor.

    bu yuzden bu tip dusunce kaliplarinin yerlesmesi zararli; diger tum alanlara yaklasimi kotu yonde etkiliyor. ve buna, bu kadar bodoslamasina katkida bulunan eserleri de once asmak, sonra yargilamak lazim.

  • cadılık tarihini incelerken kedilerle ilgili ilgi çekici bir durumdan bahsediliyordu. cadı olarak nitelendirilen, aslında zamanının şifacısı olan kadınlar, pisliğin ne kadar zararlı olabileceğini bildiği için evlerini, zemine tuz döküp süpürürlermiş. bu nedenle süpürge, cadılarla özdeşleştirilmiş. ayrıca farelerin ne kadar pis olduklarını ve her türlü hastalığı taşıyabileceklerini düşündükleri, özellikle tahıl ürünlerini korumak için kedi beslerlermiş. bu nedenle kediler de cadılarla özdeşleştirilmiş bir başka unsur halini almış.

    cadı avları başlayınca, cadıların ruhunun kediler vasıtasıyla gizlendiğini düşünen insanlar kedileri de avlamaya başlamışlar. hatta kedi sahibi olan insanlar da "aman, beni de cadı ilan etmesinler" diye kendi kedilerini öldürmüşler. bu yüzden avrupa'da, özellikle fransa'da devasa fare sürüleri ortaya çıkmaya başlamış ve fare popülasyonundaki bu artış vebanın yayılmasında önemli bir faktör haline gelmiş.

    mısırlılar da ürünlerini korumanın yolunu, onların doğal predatörü olan kedilerde bulmuşlar. hatta antik mısırda bir kedi öldürmek ölümle cezalandırılan büyük bir suç imiş. romalılar da mısırlılar sayesinde kedilerle tanışıp kemirgen nüfusunu alt seviyede tutmayı başarmış.

    1665 yılındaki günde 1.000 kadar insanın öldüğü londra veba salgınında kedi ve köpeklerin vebayı yaydığı düşünüldüğü için yaklaşık 40 bin köpek ve 200 bin kedi katledilmiş. bu durum ise vebanın daha da yayılmasına neden olmuş.

    uzun deniz yolculuklarında da, özellikle ticaret ve keşif gemilerinde, hem psikolojik yönleriyle hem de kemirgenleri iplerden ve yiyeceklerden uzak tuttukları için denizcilerin vazgeçilmezi olmuşlar. dünyadaki bütün kıtalara da bu gemi yolculuklarıyla ulaştığı düşünülüyor. pati izi alındıktan sonra sahil güvenlik kartı verilen, amerika sahil güvenlik mensubu kedi herman ve savaş gazisi olduktan kısa süre sonra aldığı yaralardan dolayı hayatını kaybeden, kraliyet donanması mensubu simon.

    ayrıca damıtımevlerinde arpaları korumak için kediler beslenirmiş. bunlardan birisi de iskoçya/pertshire'da bulunan towser isimli bir kedi. lindores abbey distillery bu geleneği vesper ve friar john claw isimli kedileriyle halen devam ettiriyormuş. küçüklükleri.

    son olarak hamam böceklerine karşı inanılmaz etkililer. tabi parazit aşılarını sakın atlamayın. psikolojik etkilerinin de fevkalade olduğunu eklemeden olmaz. özellikle babamın vefatı sonrasında bu yönlerini derinlemesine keşfetmiştim.

    özetle, tarihte kedilerin, insan yaşamına önemli katkıları olmuştur. insanlar ne zaman bu canlıların zararlı olduğunu düşünüp katletme yoluna gittiyse de, bedelini çok ağır bir biçimde ödemiştir. yaklaşık 15 yıldır bu şapşiklere sahip olan bir ailenin ferdi olarak, bizlere faydası olsa da dışarıdaki zor koşullarda mutlu olmadıklarını biliyorum. dişinde apse olduğundan yemek yiyemediği için açlıktan ölebilen, ıslandıktan sonra ankara'nın ayazını yiyen bir hayvan nasıl mutlu olabilir ki? lakin bu durumu çözebilecek, bu dostlarımızın canını yakmadan hak ettikleri değer doğrultusunda onlara yardımcı olabilecek en büyük otorite devlettir. o otorite, aklı selim bir biçimde harekete geçene kadar lütfen bu eşsiz dostlarımıza yardımcı olun.

    kara ölüm ve kedilerin intikamı başlıklı yazı
    1665 londra veba salgını başlıklı yazı
    cadılık, kediler ve veba ile ilgili animasyon anlatım

    ayrıca netflix'de yayınlanan kedilerin aklından neler geçiyor isimli belgeseli de izleyebilirsiniz.

    bu arada kediler "çok aç kalmadıkça" fare yemezler, öldürüp bırakırlar. istisnaları mutlaka vardır. daha önceden başka bir arkadaş başlıkta bunu yazdığı için konuya değinmek istemedim. yani başlıktaki mantığı destekleyen bir yazı değildir bu. ilgili entry : #144197118

    edit: ekleme, düzeltme, kaynak ekleme.

    debe bonusu: bu da benden. en sevdiğim, sevilmekten nefret eden kedim; alamut'un efendisi, şeyhü'l-cebel, haşere suikastçısı hasan sabbah ile tanışın. hepinize teşekkür ederim.

  • adam mahallesinde yangın söndürmek için seferberlik başlattı, “villasını korudu” dendi. drone ile olay yerinden canlı yayın yaptı, yine eleştirildi. şimdi “şu an kullanılmayan ankapark’ın ziyan olan bütçesiyle 24 canadair yangın söndürme uçağı alınırdı” diyor. türkiye’nin tüm orta ve alt sınıflarına hitap eden mizahıyla, diğer pek çok “sanatçı” gibi popülist davranıp etliye sütlüye dokunmadan makbul sanatçı olarak ömür boyu gişesini koruma garantisi varken politik risk alıp doğruları söyleyen adama ben saygı duyarım.

    edit: 3.6 milyon instagram takipçisi, 4~7 milyon gibi bir gişesi var bu adamın. siz beğenmeseniz de onu benimseyen kitlenin kırkta biri “acaba?” dese “koyun işte, aysun haklı”dan öteye geçmeyen tepkiselliğinizden daha fazla farkındalık yaratmış olur.

  • açılın, branşı italyan mutfağı olan eğitimli, 15 yıllık şef geldi makarna konusunda kendi püf noktalarını söylemeye.

    1- makarna sosunda kullanılan yağ, mutlak suretle zeytinyağı olmalıdır.
    2- kişisel önerim, kuru chilli biber, sarımsak ve maydonoz üçlemesini zeytinyağına ilave ederek harika bir natürel makarna elde edebilirsiniz.
    3- makarna yapacaksanız, çeşitlensin de istiyorsanız aynı zamanda; ana soslar ve türeyenleri konusunda mutlaka bilgi sahibi olun.
    4- makarnada sosun rengine takılmayın,damak tadınıza hangi şarap uygunsa sosu hazırlarken makarnaya çektirmeniz lezzet patlaması yaratacaktır. aynı şarabı, makarnayı yerken de tüketebilirsiniz.
    5- makarna mutlaka al'dente (italyanca dişe dokunur sertlikte) haşlanmalı. lakin haşlarken al'dente'den bir tık geride yani daha sert almanızı tavsiye ederim, siz kalan işlemleri ayarlayana dek kendi iç sıcaklığı ile pişmeye devam edecektir çünkü.
    6- haşlama suyunu kesinlikle dökmeyin, sosunu hazırlarken kullanın. makarnanın tüm lezzeti o suyun içindedir.
    7-haşlarken kesinlikle yağ eklemeyin, suya tuz eklemeniz lezzeti artırır lakin yağ sakın ha. kaynamaya başlayan suya tuz ekleyin, hazır kaynamaya koyulan suya tuz eklemeniz suyun kaynama süresini uzatacaktır. iyi karıştırmayı tercih edin yapışmasın diye. yağ eklenen makarna sosunu üzerinde tutmaz ve sosun içerdiği yağı da kusmasına sebebiyet verir.
    8- makarna kesinlikle yıkanmaz, yine aynı sebep tadı inanılmaz zayıflar ve sos tutmamasına sebep olur. bırakın sudan çıktıktan sonra üzerindeki nişastamsı dokusu kalsın.
    9- sebzeli makarna sevenler kök sebzeleri kullanarak orta sertlikte soya sosu ile sebzelerin aromasını bir tık öne çıkarabilirler.
    10- etli makarna sevenler etleri makarnadan bir gün önce makarnaya uygun boyutta doğrayıp, veya bütün pişecekse de marinasyona alarak etin makarna içindeki tadını öne çıkarabilirler.
    11- makarnasında parmesan sevenler size bir kötü haberim var. türkiye'de ithal olarak getiren büyük firmalar dışında kolay kolay "gerçek" parmesan bulamazsınız. yediklerinizin %95'i parmesanın italyan kültüründeki kardeşi olan ve bazı farklılıkları bulunan (bkz: grana padano) peynirdir. ortalama 3 yıl olgunlaşma sürecinden geçerek dağıtıma çıkar. kişisel tavsiyem, latteria grana padano kullanmanız olacaktır. hem fiyat performans ürünü, hem de gerçek bizon sütünden yapılan parmesana yakın damakta bir tat bırakıyor. makarnanın sosunu bağlamakta ve topping dekoru olarak kullanmakta muazzam oluyor.
    12- ev tipi anam babam usulü denilen makarna sevenler, mutlaka salçanın içine kavururken bir miktar toz şeker ilave edin. şeker diğer tüm tatların patlamasını sağlar.
    13- tuz karabiber çok kullanmamaya dikkat edin soslarda. sosları ana malzemelerinin tatlarına güvenerek yapın. makarnayı yerken, öğütülmüş veya değirmende anlık çekeceğiniz deniz tuzu ve tane karabiber kullanın. sosun içine koyulan tuz ve karabiber ile yerken eklediğiniz tuz ve karabiber bambaşka oluyor farkı gerçekten hissediyorsunuz.
    14- deniz mahsulü içeren makarna sevenleri unuttum. kişisel deniz mahsulleri makarna miksim kum midyesi, karides, kalamar, ahtapot, iç midye ve levrekten oluşuyor. bunlara ahtapot mürekkebi ve kremadan oluşan bir sos yapıp, renklendirmek için kırmızı sebzeler ve yeşil tonlar için de taze otlar kullanarak olayı kendi açımdan arşa çıkarıyorum.

    ayrıca son olarak, yıllardır makarna yaparım soslarda kullandığım villa doluca beyaz şarap ucuz ve makarnaya o kadar yakışan bir şarap ki (sos yapmak için) bunu da özel tavsiye olarak eklemeden bitirmek istemedim.

    tüm makarna severleri gözlerinden öperim. diğer püf ve sorularınız için yeşilim açık arkadaşlar. afiyetler olsun.

    edit: imla hatası.

    edit2: yüzlerce mesaj aldım, hepinize güzel cümleleriniz için teşekkür ederim. farklı tatları makarnada kombinlemeyi çok sevdiğimden genelde alışılagelmişin dışında, mutfak kültüründe sign plate dediğimiz kişiye özel tariflerim var. hayatı makarna/peynir/şarap tüketerek bir de kaliteli müzik dinleyerek yaşayan tüm güzel insanlara bilgi, birikimim ve tariflerim açıktır.

  • şimdi şöyle bir şey var ki, kediler nereye def-i hacet edeceklerini bilmiyorlar. bu alışkanlıklarını yetişkin kedileri izleyerek öğreniyorlar. "hmm bir yere giriyoruz, oraya çömeldikten sonra sabit bir yere gözümüzü kırpmadan bakıyoruz ve işimizi görüyoruz. sonra da böyle fışı fışı kollarımızı oynatıyoruz" şeklinde bir öğrenim söz konusu.

    ancak olayı yanlış anlayanlar da yok değil.
    kum kabına giriliyor, orada hacet gideriliyor. buraya kadar normal. bu noktaya kadar bir problem yok. ders iyi tatbik edilmiş, özümsenmiş. uygulama da kusursuz.
    ancak bundan sonra kritik bir hata var; pisliğin üstünü kapatma maksadıyla yapılan fışı fışı hareketinin kumun içinde yapılması gerekiyor. kum kabından çıktıktan sonra, parkelerin üzerinde değil. o yanlış. orada ezbercilik var.