hesabın var mı? giriş yap

  • belki eski türkiye demek doğru ama bence burası doğru adres.

    eski istanbul'da mayıs bitip haziranın başlaması üniversitelerde bahar şenlikleri zamanıdır. ortalık hareketlidir.
    insanlar baharın enerjisiyle sokaklardadır.
    meydanlar daha kalabalık olur, istiklal'de akşamüstleri tramvayın bir vagonu canli müzikle caddeyi bir aşağı bir yukarı gezerdi.
    sokaklar masalarla dolar, akşamüstü iş çıkışı biralarıyla geyikler dönerdi.
    bazen rakı balık yapılır.
    "fava mı alsak, humus mu?" diye bakışılır, "abi ikisinden de ver" denirdi.
    karides güvecin kokusu, kendinden önce tüm masaların çevresinden dolaşarak size ulaşır, tazecik ekmek yanlışlıkla güvecin içine düşerken "ah yaa" dedirtirdi.
    buzlu bademci ortalıkta dolaşır.
    "abi kim yiyo bunu yaa, nerden çıkarmışlar" diye klişesi yapılırdı.
    olduğun yere gelen arkadaş için, "ağzındaki şeyle god father çalan adamı görünce sağdan içeri dal" diye yol tarif edilirdi balo sokak için.
    babylon'da ne konser var diye bakınırken asmalı'da birer shot atılır, ferahlanırdı.
    güzel konser varsa önden altlık yapılır, konserde güzelce eğlenilir akabinde günün sonu cihangir merdivenlerinde tanımadığınız insanlarla saatlerdir süren sohbetin içine dahil olmayla biterdi.

    her şey bitip saatler 12-1'e yaklaşırken meydandaki büfeler daha gezi'de yavşaklık yapmamışken ıslak hamburgerle mide yatıştırılırdı.
    "üst bostancı mı alt bostancı mı?" arasında anlamsız karmaşa yaşayan hafif çakırkeyiflerin arasından geçip dolmuşa binilirdi.
    cepte para varsa hiç uğraşmadan bir taksiye binilip eve gidilirdi.

    hadi abi dendiğinde dışarıda vakit geçirmek zevkliydi.
    hafta sonu kalabalık oluyor bir yerlere mi kaçsak derken soluğu heybeli'de ya da burgaz'da aldığımız zamanları vardı.
    gece adada sabahlamak, ilk vapurla ana karaya geri dönmek.

    eski istanbul'da takıldığınız yer neresiyse hep bilindik yüzlere denk gelirdin illa.
    müdavim olunan yerlerdeki insanlara göz aşinası olmak, içsel bir huzur ve güveni getirirdi.

    sokakta huzur vardı. insanların neşesi, enerjisi hep yüksekti. bakırköy meydanı'ndan kadıköy'e nereye gidersen git hep kalabalık, alışveriş yapanlar, bir şeylere koşturanlar kendi içinde kaotik ama bir ahenk içinde olurdu.

    bir sokaktan geçerken güzel bir ev bulunca kirası ne kadarmış diyip araştırıp "aa buraya taşınsak mı?" diye iç geçirebilirdin, ne kadar pahalı da olsa erişmek o kadar da zor değildi.

    eski istanbul'da beton henüz her yeri dikine dikine sarmamıştı.
    koca koca binalar komünizm dönemi yapıları gibi rüzgarın yönünü değiştirip güneşten gelen sıcağı katlayıp ortalığa yaymıyordu.
    aksine ağaçlar, çiçekler daha renkli açardı.

    artık onlar geri gelmez, biz de o günleri göremeyiz.
    göçüp gidersek hatırası, anısı bizimle de gidecek.
    ait olmadığımız bir yaşamı bize dayatan, dayattıran herkese karşı nefretim var, ama bunun önemi yok.
    yaşadıkları yozluk içinde boğulsunlar yeter.

    ------
    edit: dün bunu yazdıktan sonra arkadaşım gel adalarda caz'a gidelim dedi ve bu içsel özlemim dün akşam resmen birkaç saatliğine doyuma ulaştı.
    ibb kültür nefis iş yapmış, ellerine sağlık, emegi gecen herkesin.
    gece geç saatte yatmama rağmen sabah uzun zamandır olmadığı kadar enerjik uyandım.
    bu şehrin insanları böyle güzel şeyleri hak ediyor.

  • sürükleyicilik açısından breaking bad ayarında, hikaye ve sinematografi açısından fark yaratır cinsten güzel bir dizi.

    yeni bir diziye mi sarsam, diyenler için iyi bir alternatif.

  • reyhanlı'ya gidip halkın arasına karışabilen bir lidere de oy vermektir. yoksa usa'ya kaçıp, ben gelinceye kadar tazminat işlerini halledin diyene oy vermek mide değil işkembe ister.

  • cumartesi arkadasimin dugunune gidicem. cok da tanidigim samimi oldugum biri degil, arkadasimin arkadasi ama kirmayalim diye gidelim dedim. neyse beni gelip alacaklar sonra dugun salonuna gidicez. gomlegimi, pantolonu falan utuledim suslenip puslenip bunlari(beni alacak arkadasi) beklemeye basladim. lan ne gelen var ne giden. ariyorum caliyo caliyo telefonunu acmiyo. mesaj atiyorum cevap vermiyo. kizdim sinirlendim, atladim bi dolmusa kendi basima dugunun yapilacagi mekana gittim. kapida karsilama fasli falan tabii ben samimi olmadigimiz icin gelinle damadin anne babasini da dogal olarak tanimiyorum. neyse oturdum bi masaya, ufak ufak atistiriyorum falan derken bi alkis kiyamet koptu konfetiler falan gelinle damat geldi. lan o da nesi?! kizi tanimiyorum, damadi hic tanimiyorum... hemen elimi telefona atip facebook'a girdim. basimdan asagi kaynar sular dokuldu, meger dugun yarinmis ve ben hic tanimadigim birilerinin dugununde alkis tutuyorum yiyorum iciyorum. neyse hic caktirmadan oturdum yerime, kalktim dans ettim, halay cektim, ickimden yudumladim yedim ictim mekani terkettim. kimse de bana "aga sen kimsin?" diye sormadi. turk insaninin ne kadar misafirperver oldugu bi kere daha tescillenmis oldu. muhendiz bi cocukla tanistim cerenle nerden arkadasiniz, okuldan mi dedi. evet diyip hizlica konuyu degistirdim. lan ne ceren'i ben burcu'nun dugune geldim amk. adamlar yarin gerdekten sonra acip dugun kasedini izliycekler. ortalikta dolanan bi tip halay cekiyo oturmus iciyo falan kim lan bu diycekler ahahah

    ertesi gun yani bugun oldu arkadas aradi. hadi in seni almaya geliyoruz diye. yok abi ben ateslendim cok kotuyum diye savusturdum gitmedim. simdi bugun de gitsem mekan sahibi, garsonlar diycek lan bu dun de burdaydi, gene gelmis diye.

    bu da boyle bi ani olarak not dusulsun.

  • normal koşulları olan bir uygarlıkta böyle bir keşif büyük heyecan yaratırdı. hadi halkı bir yana bırakın, bilim insanlarının bu işin peşine düşmesi beklenirdi.

    altın elbiseli adamın şanssızlığı bu işte. 2500 yıl sonra ilgisizliğe mahkum olması.

    yanındaki tabakta bulunan yazının ilk cümlesi okunmuş ve diyor ki :" hanın oğlu 23'ünde öldü..". 2500 yıl önce atalarımız bir alfabe kullanıyordu. bu bile çok heyecan verici bir olay değil mi? dile kolay 25 asır öncesinden bahsediyoruz. 300 spartalı thermopylae'de savaşırken, altın elbiseli adam orta asya'da türk dili konuşuyor, alfabe ile yazılar yazıyordu. bugün antik pers ve antik yunan tarihini okurken, aynı dönemlerde türklerin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz. ve hatta aşağılıyoruz kendi atamızı, "şehir kurmamışlar, yazıları yoktu, medeniyetleri yoktu". bu kadar basit değil. işte yazı vardı, işte altını en güzel şekilde işleyen, ölümsüz bir sanat eseri haline getiren bir medeniyet olduğu da ortaya çıktı. niçin kimse ilgilenmiyor? niçin daha fazla araştırılmıyor?

    uçsuz bucaksız orta asya steplerinde daha çok şey bulunacağına inanıyorum. didim, efes, truva bunlar toprak altında değil miydi? birileri araştırdı ve buldu. almanlar türkiye'deki hititlerle ilgili kazılara niye sponsor oluyor? çünkü hitit diliyle almanca arasında yakın ilişki olduğu biliniyor. adam sahip çıkıyor.

    peki aynı şey türkler için niye yapılmıyor? ortaya çıkacaklardan korkuluyor belki de. toprak altında şehirler, başka uygarlık kalıntıları olmadığını kim söyleyebilir? işte dün altın elbiseli adam yokken türk tarihini 500 lü yıllardan başlatıyorlardı.

    2500 yıl öncesinden gelen bir miras var orada, dil mirası, uygarlık mirası. konuştuğumuz dilin atası orada, yok denen uygarlığımızın, alay edilen kültürümüzün temeli orada. sadece ilgi bekliyor, toprağın altında.

  • şehzade mustafa'nın annesi, kanuni'nin eşidir.

    zannedildiği gibi hürrem'e yenilmemiştir. çünkü hürreme yenilen kanuni'nin bizzat kendisidir.
    mahidevran sultan, o gösterişli saray hayatından sonra bir anneye en yakışanı yapıp, babası tarafından öldürtülen oğlunun yasını sessiz sedasız çekerek, fakirlik içinde manisa'da sürgün hayatı yaşamıştır.

    kanuni o kadar yenilmiştir ki hürrem'e; ilk göz ağrısı olan karısına bir maaş bile bağlatmamıştır.
    onu açlığa terk etmiştir.
    kanuni o kadar yenilmiştir ki hürrem'e; kendi oğlunu öldürttüğü yetmezmiş gibi, karısı mahidevran sultan'a bir saraylının başına gelebilecek en kötü şeyi yaşatmış ölmekten beter etmiştir.

    kanuni sözüm ona ''muhteşem yüzyıl'' yaşarken,
    kendi karısına ve öz oğluna aslında hiç de ''muhteşem'' bir baba olmamıştır.
    böyle bir babanın yönettiği o ''muhteşem'' yüzyıl ne ilginçtir ki hürrem'in oğlu tahta geçince bitmiş,
    osmanlı duraklama devrine girmiştir.

    kim bilir belki de kanuni tarafından boğdurulan şehzade mustafa'nın,
    hatta yıllarca sürgün edilip, hürrem'in hırsının ve kininin altında ezilmesine izin verilen mahidevran sultan'ın ahı tutmuştur.
    belki de onun için osmanlı devleti bir daha asla ''muhteşem'' olamamıştır.