hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: fıstık)
    bizimki pek eve uğramazdı.
    uğradığında da elinde siyah poşet içinde 4-5 tane bira, 2 paket uzun samsun olurdu.
    bazen o siyah poşetin içinde fıstık olurdu.

    kapıdan sallana sallana, elinde poşet ağır alkol ve sigara kokusu ile girdiğinde, elindeki torbaya kitlenirdik.

    aslında elinde torbayla gelmesi bir bakıma iyiye işaretti. torbasız gelse, annemin elinde günlük kazancı vs varsa döverek alacak ve kumara gidecek demekti.

    siyah torbayla geldiyse, en azından tv'nin karşısında yere oturacak, çakmağıyla efes tombulu açacak, önüne kül tablasını koyacak, yanına uzun samsun paketleri ve en sonda da fıstık torbasını koyacak demekti.

    pek az yemek yerdi. zaten çöp gibi bir adamdı. bünye olarak zayıf ama psikopatlıkta ağır bir abiydi kendisi.

    bazen annem siniyle akşam yemeğinde yediklerimizden önüne koyar, sofra bezinin üstüne dizlerini kırıp, eğilerek höpürdete höpürdete yalap şap yerdi.
    asla bitmezdi o tabaktaki yemeklerin hepsi.
    mutlaka biraya da yer kalması gerekirdi.

    yemesi içmesi bitince yine yerde koltuğun kenarına yaslanır, yüzü tv'ye dönük sigarasını yakar, birasını açardı.

    genelde ilk bira bittikten sonra bizle biraz sohbete başlardı. sohbet dediysem dersler nasıl falan filan değil. genelde kendini anlatırdı.
    bazen de annem laf atardı "ee naptın" bugün falan gibi.
    sanki birkaç gündür evde yokmuş gibi değil de, sürekli bizleymiş sanki bozuk bir aile düzenimiz yokmuş sanki varı yoğu kumarda, meyhanede, birahane yememiş gibi.

    benim gözüm ise fıstıklarda olurdu. bazen şeffaf yumurta poşeti gibi poşetlerin içerisinde, bazen de kese kağıdında gelirdi o fıstıklar.

    bense en çok kese kağıdında gelenleri severdim. çünkü kese kağıdında geldiyse, o fıstıklar sıcaktır demekti.

    kül tablasının yanındaki fıstıklara uzanır, içlerinden alabildiğim kadar alır, kenara çekilirdim. görmezden gelirdi. sonra annem alır kardeşime falan uzatırdı.
    kardeşim genelde istemezdi.
    bense hemen çabucak yiyip fıstıklar bitmeden bir kez daha avuçlama derdinde olurdum.
    ikinci kez seğirtip de, biraz fazla alırsam, "höst len meze bu" derdi.
    kendine kadar alırdı çünkü.
    "az al az", "yavaş ye lan boğulacan" derdi. işte o zaman yediğim bütün fıstıklar boğazımda kalır, gözlerim buğulanır, kendimi zor tutardım.
    keyfi yerindeyse de hiç ses etmezdi.

    şimdi düşünüyorum da, deli gibi çerez sevmemin, hatta yemekleri hızlı hızlı yemenin, içki içerken mezeyi bol bol hatta bazen açmış gibi çalakaşık yememin altında da acaba bunlar mı yatıyor?

    hep böyle kasvetli ortam da olmazdı. bazen neşeli olurdu, eğer o gün kumarda falan kazanmışsa, yada çok nadir kumara gitmeyip direkt eve geldiyse, gün içerisinde hoşuna giden bir şey yaşadıysa.

    ama o siyah torba hep elinde gelirdi. ve biz de beklerdik acaba bize ne getirdi diye. torbanın içine kitlenir kalırdı gözlerimiz.
    ama tarife genelde hep aynıydı 4 bira, 2 paket uzun samsun. bazen fıstık, bazen de tavuk..

    çikolata olsun isterdik, dondurma olsun isterdik her çocuk gibi.
    alamayacağından değil çünkü işin kötüsü ne biliyor musunuz?
    bu adamın işi buydu.
    kantini vardı.
    başkalarına çikolata, gofret, sandviç satıyor ama eve gelirken çocuklarına bir parça çikolata getirmek yerine kendine bira ve sigara almayı ihmal etmiyordu.

    hep derim.
    17 yaşımdan 21 yaşıma kadar küs ve kavgalı, 21 yaşımdan 23 yaşıma kadar ise bir baba oğuldan ziyade, onun için bir suç ortağı bir arkadaştım.
    ben 23 yaşımdayken de öldü zaten.

    yine hep derim ki;
    ......ve ben babamı yaşattığı tüm kötü anılara rağmen öldüğünde affetmiştim.
    sonra ben baba oldum ve baba olunca anladım ki, evlat bambaşkaymış.
    şimdi iş yerimde, çocuklarımsız bir doğum günü pastası bile yesem boğazımda kalır.

    o yüzden baba olduktan sonra, babama olan affediciliğim yerini çok daha büyük bir kızgınlığa bıraktı...

  • rüzgar'ın etrafındaki arkadaşları ve peşinde koşan kızlar zaten onunla aynı karakterde olduğu için etkilenmeyecektir. hatta teselli bile edeceklerdir "mağdur" arkadaşlarını. çünkü bura türkiye, ne bekliyon.

  • ateistlerin bu gaza gelisi, bu yeniden dogusumuz, ne yazik ki chainardin madimak olayinin failini bulmasiyla golgede kalmistir.

    evet, fail aziz nesin

    "korkup otelden cikamadigi icin, otel komple atese verildi. aziz nesin otelden çıksa idi, aziz nesin ölecekti, otel ateşe verilmeyecekti".

    yillarca hakaret ettigi muslumanlarin ne mal oldugunu bilmiyormus gibi, otele siginmasi tam bir sorumsuzluk ornegi. hangi delikanli linc kalabaligindan kacar?

    oteli atese verenlerin kendisine manevi tazminat davasi acmalari lazim. elleri mahkum yakacaklar oteli, agir tahrik var sonucta -hadi gelin durust olalim, hangimiz inancimiza hakaret sonucu agustos ayinda tatilci dolu otelleri, hic olmadi mesai sonu mecidiyekoy metrobuslerini atese vermedik ki?- ve onca masum insanin canli canli yanarken attigi cigliklar psikolojilerini etkiledi. hem katil, hem sadist aziz nesin! seni oldurmek icin illa bu kadar zahmete mi girmek lazim?

    bence chainard, benjamin netanyahunun hesabi. buraya yazmadigi zamanlar, "tek hedef bize fuze atan teroristler" diye gazzeyi dumduz ediyor kendisi. ah nerde eskinin binalara saklanmayan teroristleri, hic okul bombalamadigimiz zamanlar olmustu.

  • hp alin hem sicak hem soğuğu yaşayin. kasada yanma ekranda donma şeklinde

    yıllar sonrası için edit: lenovo hiç almayın! hp'yi rahmetle ararsınız.

    2020 editi: başlığa baktım şukela modunda en tepede kendimle karşılaştım. şunu söylemem lazım 2003 de toshiba aldım 5 sene taş gibi sağlam çıktı. 2008de bir toshiba daha aldım 6 sene çatır çatır kullandım. sonra ne olduysa ( olan belli aslında maliyetler ve rakiplerin kalitesiz ve düşük fiyatları tabiki) bu japonlar piyasadan çekildi. lapin çinlisine topun korelisine kaldık. en son seviye işlemci ram vs va kullansalarda hiçbiri 5 para etmiyor. ah be toshiba kalitesi seni rahmetle arıyoruz.

  • şu rezalete bakar mısın ya? dünyaya ülkece rezil oluyoruz. sosyal medyada imamoğlu algısı yapmaya çalışmalarının sebebi bu işte.

  • yine bir star wars filmi ve yine bir hayal kırıklığı…
    bölüm: vııı the last jedi ile bir kez daha star wars ruhu taşımayan, uzayda geçen salt bir aksiyon filmi izledik. disney yani george lucas’ın deyimiyle “beyaz köle tacirleri”, bir fiyaskoya daha imza attı. eğer seri bu şekilde devam ederse, bir sonraki nesil star wars’u “hayal kırıklığı” ifadesi yerine kullanmaya başlayacak.

    yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.

    --------------------

    neden olmuyor?

    bir filmi star wars yapan özellikler nelerdir sizce? uzayda geçmesi mi? ışın kılıçları mı? taşları hareket ettiren karakterler mi?
    bence bir filmi star wars yapan özellikler şunlardır:

    1. merkezinde george lucas’ın doğu felsefelerinden ve özellikle taoizm’den esinlenerek yarattığı güç miti.

    2. bu güç’ün öğretmenden öğrenciye aktarılması (ve tabii ki güç adına yeni bir şey söylenmesi)

    3. iyi ve kötünün savaşını iyi ve kötünün iyi ve kötü olma motivasyonlarına inerek anlatması.

    the last jedi’a geçmeden önce seriyi, yukarıda bahsettiğim özellikler açısından inceleyelim.

    ---------------------

    1. güç ve güç’ün ustadan çırağa aktarılması

    bölüm i, yaşayan güç ve midichlorian’lar üzerinedir. öğretmen qui-gon öğrenci ise obi-wan’dır.

    star wars bölüm ı’de obi-wan ile qui-gon arasında şöyle bir diyalog geçer:
    qui-gon: endişelerini merkezine koyma obi-wan. tüm dikkatini ait oldukları yere, bu ana ve buraya ver.
    kenobi: ama usta yoda geleceğin farkında olmam gerektiğini söyledi.
    qui-gon: ama karşılığında şu anı vererek değil. yaşayan güç’ün farkında ol, genç padawan.

    star wars bölüm i’de qui-gon, anakin’e midichlorian’lardan bahseder:
    midichlorian’lar olmadan hayat var olmaz ve güç’ün anlamını asla bilemeyiz.
    onlar devamlı bizimle konuşurlar ve güç’ün dileğini söylerler. zihnini sakinleştirmeyi öğrendiğinde, onların seninle konuştuklarını duyacaksın.

    bölüm ii, “sabrın gücü” ve “şefkatin gücü” üzerinedir. öğretmen obi-wan, öğrencisi ise anakin’dir.

    bölüm ıı’de sabrın gücünü obi-wan’ın anakin’e attığı nutuklardan öğreniriz.
    anakin: ama kulübün içine girdi o.
    obi-wan: sabır. gücü kullan. düşün.

    şefkatin gücü’nü ise anakin’den duyarız.
    padme: sevmeye izniniz var mı? jedi’lar için sevmenin yasak olduğunu zannediyordum.
    anakin: bağlanmak yasak. tutku yasak. şefkat ki ben bunu koşulsuz aşk olarak tanımlıyorum, o da jedi’ların hayatında olmazsa olmazdır. yani sevmeye cesaretlendiriliyoruz diyebilirsin.

    bölüm iii, bensizliğin gücü, gücün sonsuzluğu ve gücün karanlık tarafı üzerinedir. öğretmen ilk başta obi-wan sonra ise palpatine; öğrenci de anakin’dir.

    bölüm iii’te anakin, palpatine ile konuşurken bensizlikten bahseder.
    anakin: jedi’lar bensizdir. sadece başkalarını düşünürler.

    bölüm iii’te yoda, anakin’e gücün karanlık tarafı’ndan ve sonsuzluğu’ndan bahseder:
    yoda: dikkatli olmalısın geleceği hissederken sen.
    kaybetme korkusu karanlık tarafa giden bir yoldur.
    anakin: bu görüntülerin gerçekleşmesine izin vermeyeceğim usta yoda.
    yoda: ölüm yaşamın doğal bir parçasıdır. sevinç duy çevrende güç’e dönüşenler için.
    tutma yas.
    özlem duyma onlara.
    bağlılık kıskançlığa neden olur. gölgesidir o aç gözlülüğün.

    bölüm iv duyuların gücü üzerinedir, öğretmen obi-wan öğrenci ise luke’tur. star wars bölüm iv’te luke, millennium falcon’da ışın kılıcıyla antrenman yaptığı bir sahne vardı. luke, kendisine ateş eden topu engellemeye çalışırken her seferinde yaralanıyordu.
    o sırada obi-wan şöyle der: bu sefer bilincini serbest bırak, içgüdülerinle hareket et.

    bu sözlerinden sonra obi-wan, luke’un kafasına bir kask geçirir ve ondan görmeden dövüşmesini ister.
    luke: böyle hiçbir şey göremiyorum. nasıl dövüşebilirim ki?
    obi-wan: gözlerin seni yanıltabilir. onlara güvenme. duyularını serbest bırak.

    bölüm v ise tamamen güç üzerinedir. öğretmen yoda, öğrenci ise yine luke’tur.
    star wars bölüm v’te yoda güç’ün her yerde olduğundan bahseder: ne kadar da güçlüdür o. hayat doğurur onu, büyütür. enerjisi bizi çevreler. etrafımızı kaplar. ışıl ışılız biz. sadece et ve kemik değiliz.
    etrafındaki güç’ü hissetmelisin. seninle benim aramdaki, ağaçtaki, taştaki, her yerdeki… gemiyle, toprak arasındaki.

    bölüm vı güç’ün aydınlık tarafı üzerinedir, öğretmen yoda öğrenci ise yine luke’tur.
    star wars bölüm vı’da yoda, luke’a karanlık taraftan bahseder: unutma bir jedi’ın kuvveti güç’ten gelir. dikkat et öfke, korku, saldırganlık; karanlık taraftır onlar. karanlık yola bir kez girdiğinde, o yol sonsuza kadar kaderini kontrol eder. asla imparator’un gücünü hafife alma, yoksa sen de yaşarsın babanın kaderini.

    ---------------------

    2. iyi ve kötünün savaşı

    star wars’un en iyi yaptığı şey türünün diğer örneklerinden farklı olarak iyi ve kötünün savaşını çok iyi anlatmasıdır. edebiyatta ve sinemada gördüğümüz neredeyse tüm iyi-kötü savaşlarında kötünün kötü olma sebebi yeterince işlenmez. kötü ya hep kötüdür ya da kötünün kötü olma motivasyonu, kendimizi onun yerine koyup o yolu bize tercih ettirecek kadar sağlam değildir.

    ama star wars’un belki de en iyi yaptığı şey budur. yani bize kötüyü sevdirmesi ve kendimizi kötünün yerine koyduğumuzda aynı yolu izleyebileceğimizi düşündürtmesi. hatırlayalım, anakin’in karanlık tarafa geçmesi aslında soylu bir amaç taşır. anakin, güç’ün karanlık tarafı vasıtasıyla midichlorian’ları kullanıp hayat yaratıp ve ölüme son verebileceğini düşünür.

    "uzun yıllar önce yaşamış, darth plagueis adında karanlık bir sith lordu vardı. o kadar güçlü ve o kadar bilgeydi ki güç’ü kullanıp midichlorian’ları etkileyerek yaşam yaratabiliyordu. "karanlık tarafın bilgisine öylesine sahipti ki, değer verdiği insanları ölümden kurtarabiliyordu."
    şansölye palpatıne – star wars bölüm: iii

    bunları duyan anakin şöyle düşünür: “eğer karanlık tarafa geçersem, şu hayattaki en sevdiğim insanı yani padme’yi kurtarabilirim.”

    işte bu motivasyon, anakin’den bir darth vader yaratır. anakin, karanlık tarafa geçtiğinde aynı kalacağını düşünür. ama insan bir kez karanlık tarafa geçince asla aynı kalamaz. karanlık tarafla birlikte gelen öfke ve hırs onu bambaşka biri haline getirir. padme’nin ölümüne sebep olan da işte bu öfke ve hırstır.

    ironik değil mi? senin, onun hayatını kurtaracağını düşündüğün yol; onu asıl öldüren yol oluyor. işte george lucas’ın yazdığı star wars bu kadar sağlam bir filmdi.

    ---------------------

    --- spoiler ---

    the last jedı
    şimdi, the last jedi bu kriterleri sağlıyor mu inceleyelim.

    `the last jedi’da güç ve güç’ün ustadan çırağa aktarılması`
    the last jedi’da ustanın luke, öğrencinin de rey olduğunu söyleyebiliriz. ama güç’ün ustadan çırağa aktarılmasına dair pek bir şey görmüyoruz. sadece bir sahnede luke, güç’ün denge üzerine kurulduğundan bahsediyor rey’e.

    oysa ben, bölüm: v’te yoda ve luke arasında gördüğümüze benzer bir eğitim beklerdim. güç’e ait yeni bir şey öğrenmeyi beklerdim. “do or do not, there is no try” gibi üzerinde saatlerce konuşulacak ve bir öğretiyi tek bir cümlede özetleyecek bir söz beklerdim (bu ifadenin taoizm’in en önemli kavramlarından biri olan wu-wei’nin (eylemsiz eylem, çabasız eylem) özeti olduğunu söyleyebilirim).

    ---------------------

    the last jedi’da iyi ve kötünün savaşı

    filmin kötü adamları snoke ve kylo ren’in neden kötü olduklarına dair beni tatmin eden bir şeye rastlamadım. snoke’un kim olduğunu, nasıl ortaya çıktığını hala bilmiyoruz. kylo ren’in karanlık tarafa geçmesi ise son derece yüzeysel nedenlere bağlanmış. darth vader’a olan özentisi ve luke’a olan kızgınlığı sizce bir insana babasını öldürtür mü? ya da annesinin liderliğini üstlendiği bir direnişe savaş açtırır mı?

    filme, bir filmi star wars yapan güç, güç’ün ustadan çırağa aktarılması ve iyi ve kötünün savaşı kriterlerinden baktığımızda çok rahatlıkla söyleyebilirim ki izlediğimiz şey her neyse, kesinlikle bir star wars filmi değil.

    ---------------------

    çelişkiler

    the last jedi, bir star wars filmi olmadığı gibi star wars ruhunu –eğer the force awakens’tan sonra hala böyle bir ruh hayatta kalabildiyse- öldürüyor. bölüm: vıı’de hiçbir eğitim almamasına rağmen jedi mind trick kullanabilen rey yetmezmiş gibi, bölüm: vııı’de de hiçbir eğitimi olmayan leia, uzayda süzülüp hayatta kalabiliyor.

    bir usta-çırak ilişkisi serisi olan star wars’ın temeli bu öğretmen ve öğrencisi arasındaki eğitime dayanır. siz, milyonlarca midichloarian’a sahip olsanız bile; sizi eğiten, size sürekli geri-bildirim veren bir öğretmene sahip değilseniz, gelişemezsiniz. içinizdeki o jedi’ı uyandıramazsınız. o güçleri kullanamazsınız.

    ---------------------

    luke, bambaşka biri mi?

    filmden önce oyuncuların ve yönetmenin neredeyse tüm röportajlarını izledim. hepsinde de oyuncular aynı şeyi söylüyordu: “yönetmen rian johnson, hikayeyi yeni ve beklenmedik bir yere taşıdı.”

    mark hamill ise rian johnson’ın çizdiği luke’u doğru bulmadığını, luke’un böyle bir karakter olmadığını iddia ediyordu. bu röportajlardan sonra ben de herhalde aynen palpatine’in bölüm ııı’te dediği gibi jedi’larla sith’lerin aslında çok farklı olmadığını dair bir şeyler söylenmesini bekliyordum.

    "sith ve jedi hemen hemen her şekilde birbirine benzer. daha fazla güç tutkuları da dahil olmak üzere."
    palpatine – bölüm ııı

    açıkçası ben the last jedi’da kötülükle savaşın, kötüleri yok ederek değil; iyi ve kötü kavramlarının ötesine geçerek yapıldığını görsem ancak o zaman yeni bir şey söylendiğini, serinin bambaşka bir yere evrildiğini söyleyebilirim. tamam kabul ediyorum, bu doğu bakış açısı, batı düşüncesi için hala mümkün değil ama star wars felsefesi bu geçişe müsait.

    peki film ne yapıyor? yeni bir şey söylüyor mu? iyi ve kötü kavramları adına yeni bir şey söylüyor mu? bu savaşa yeni bir bakış açısı getiriyor mu? tabii ki hayır.

    ---------------------

    luke’a dair birkaç şey daha

    görüyoruz ki luke, kendi hayaletini kullanmayı öğrenmiş. bunu sadece güç’e karışıp sonsuz olanlar yani ölenler yapabiliyordu. luke, yaşarken hayaletini kullanabiliyor. ama bunun da bir bedeli olduğunu öğreniyoruz. luke’un hayattayken hayaletini kullanması, onu tamamiyle bir hayalete dönüştürüyor.
    bir de luke’un şu an yaşadığı gezegenin yanılmıyorsam tek güneş’i var. luke, güç’te kaybolurken -yani ölmek üzereyken- gökyüzünde 2 güneş görüyor. yani kendini tatooine’de hissediyor. tatooine’de olması ona huzur veriyor.

    ---------------------

    bu kadar klişe kullanmak suç olmalı

    bizim star wars’da sevdiğimiz şey günümüze ait klişeler görmememizdi. star wars’da günümüzün bir yansımasını değil, roma imparatorluğu’ndaki taht mücadelelerini, tarih öncesine ait şehir devleti savaşlarını (her gezegen aslında bir şehir devleti, o yüzden tek bir şehirden oluşuyor), zen samuraylarını (yani jedi’ları) görüyorduk. kısaca star wars, bize bir dünya tarihi seçkisi sunuyordu.

    peki rian johnson ne yapmış? günümüz dünyasının pek çok problemini star wars’a taşımış. bunlar arasında beni en çok rahatsız edense silah tüccarlarının savaşları finanse etmesi olayıydı. herkesin bildiği bir gerçek, tüm dünya için aşikar olan bir konu, sinemada defalarca işlenmiş bir tema neden star wars’a girsin ki? maalesef star wars artık günümüz dünyasının klişe anlatı ya da hikaye tarzının bir yansıması haline geldi.

    ---------------------

    disney’in kendi üçlemesine bakışı

    george lucas hem ilk hem de ikinci seriyi bir üçleme olarak tasarladı. önce ilk filmi yazıp, gelen tepkilere göre iki ve üçü yazmadı. daha en başsında ıv, v ve vı’da ne olacağını yazmıştı. bu şekilde yazılan bir üçleme, serinin kendi içerisinde tutarlı olmasını sağladı ve karakterlerin gelişimini daha gerçekçi bir şekilde anlattı.

    peki disney ne yaptı? öncelikle senaryoyu little miss sunshine ile oscar alan, toy story 3’ün senaristi michael arndt’a teslim etti. kendisi araştırdığım kadarıyla bölüm: vıı için daha cesur önerilerde bulunmuş ve disney bunların hiçbirini kabul etmemiş. filmin çekimlerine kısa bir süre kala da arndt’ın çıkış noktalarından birini (yani emre itaat etmeyen bir stormtrooper’ın hikayesini) disney alıyor ve senaryo ekibine j. j. abrams ve bölüm: v ve bölüm: vı’nın yazarı lawrence kasdan’ı dahil ederek baştan yazıyor. ortaya da hiç riske girmeyen, daha önce yapılan bir filmin neredeyse aynısı çıkıyor.

    disney, bölüm: vııı’nin senaryosunu da lawrence kasdan ve j. j. abrams’ın yazmasını istiyordu. ancak bölüm: vııı’i yönetmesi için seçilen rian johnson kendi senaryosunu sundu ve disney bu senaryoyu çok sevdi. ve bununla devam etmeye karar verildi.

    bölüm: ıx ise safety not guaranteed’in yönetmeni colin trevorrow’a teslim edildi. o da kendi senaryosunu yazdı ve bu senaryoyla uyumlu olması için rian johnson’dan ek sahneler çekmesini istedi. bölüm: ıx’un çekimlerine kısa bir süre kala colin trevorrow önce senaryo ekibinden sonra da yönetmen koltuğundan kovuldu. bölüm: ıx, jar jar abrams’a emanet edildi ve senaryoyu da kendisi yazmaya başladı.

    öncelikle işine saygısı olan hiçbir kurum bu şekilde ilerlemez. gösterime kısa süre kala apar topar yeniden senaryo yazmaya girişilmez. star wars’un disney’e satılması en başından beri büyük bir hataydı. disney de disney’liğini yaptı ve ortaya ruhu öldürülmüş bir aksiyon filmi çıktı.

    ---------------------

    i have a bad feelıng about this

    tüm star wars filmlerinde geçen “ı have a bad feeling about this” (içimde kötü bir his var) cümlesi maalesef the last jedi’da geçmiyor. sırf bu bile, filmin ne kadar kötü olduğu konusunda size bilgi verecektir.

    bazı kaynaklar bu cümlenin poe ile olan ilk sahnesinde bb-8 tarafından bip’lerle söylendiği iddia ediliyor. ama ben bu cümlenin aynen “ı have a bad feeling about this” şeklinde yani ingilizce olarak geçmediği sürece, bu cümlenin söylenmemiş olduğunu düşünüyorum.

    ---------------------

    son sözler

    rian johnson’ın yönettiği son star wars filmi, star wars ruhuyla uzaktan yakından alakası olmayan, yeni bir şey söylemeyen üstelik star wars’un özüyle çelişen bir film maalesef.

    jar jar abrams’ın bölüm: vii’de hançer sapladığı star wars ruhu, bu filmle artık tamamen yok oldu. benim disney’den bundan sonraki filmlerle ilgili umudum yok maalesef. hatta bundan sonraki filmleri izlemeyi bile düşünmüyorum.

    --- spoiler ---

    yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.

  • adanın mülkiyetini alıp üzerine istediği yapıyı kurabiliyor olmasi bir tek bana mı tuhaf geliyor? bizler tarım arazilerinin köşesine iki odalı bir barınak koymaktan imtina ediyorken (kaldı ki yasak), başlı başına bir doğa güzelliği olan az sayıdaki adalarimizdan birinin bir kişiye kayıtsız teslim edilmesi çok garip değil mi?

  • basketbol, 12 kişilik takımların 5 kişisinin sahada olduğu, 10'ar dakikalık 4 çeyrek halinde oynanan, genelde obradoviç'in takımının kazandığı bir oyundur.