hesabın var mı? giriş yap

  • beşiktaş'ın şampiyonlar ligi gruplarında yapacağı son maç.

    kendini avrupa'nın en büyük takımı say.+

    herkesle dalga geç, aşağıla, küçük gör.+

    yerel rakibin (fenerbahçe) avrupa'da lime lime doğranırken dalga geç.+

    ama aynısı sana olunca destek bekle, milliyetçilikten ve türklükten bahsedip iki yüzlülük örneği göster.+

    sağa sola renkli menkli (hayır ne alaka amk) diye saldır ama sahaya kırmızı renkli formayla çık.+

    kendine efendi de ama seni desteklemeyen herkesin anasına avradına küfretmeyi kendinde hak olarak gör.+

    tüm bunların ardından gelen eleştirileri bütün dünya'nın sizi kıskandığı, türkiye'de başka takım tutanların sizden korktuğu şeklinde yorumla.+

    işte, tiner kafası.

  • bruce -the boss- springsteen'in benim için de en harika şarkısıdır. en harika diyorum çünkü bu ulu adamın her şarkısı ayrı bir harika. şimdi atlantic city isimli bu muazzam parçaya gelelim. bu şarkı sözleri ve müziğiyle zaten çok komplike bir yapıya sahip değildir. sözleri sıradan insanın yaşamına dair şiirlerini hatırlatıyor bana nazım hikmet ustanın. şimdi diyeceksiniz ki "nazım'la bruce'un ne alakası var?". evet bir alakaları yok belki ama bu şarkının sözleri o kadar hayata dair ki aklıma ister istemez nazım hikmet'in şiirlerini getiriyor.

    atlantic city new jersey'nin atlantik kıyısındaki kumar, içki ve, haliyle, mafya merkezidir. şarkının ilk dizesindeki "the chicken man" philip testa adlı bir mafya babasının lakabıdır. testa 15 mart 1981 tarihinde, güney philadelphia'da 56 yaşındayken evinin verandası bombayla havaya uçurularak öldürülmüştür. şarkıya da patron bu olaya göndermede bulunarak giriyor ve diyor ki "well they blew up the chicken man in philly last night now they blew up his house too". bu ilk dize ve ardından gelen birkaç dizeyle de içinde bulunulan kentin ya da ortamın ne kadar kirlenmiş ve tehlikeli olduğunu anlatıyor. şarkının merkezinde bir çift var ve şarkının sözleri adamın kendi sevgilisine anlattığı şeylerdir. ilk dört dizeden sonra nakarat girer ve patron burada "her şey ölür sevgilim bu bir gerçek, ama belki ölen her şey bir gün geri gelir. makyajını yap, saçlarını düzelt ve bu gece atlantic city'de buluş benimle" diyor. ne kadar sade ama hayata dair ve güçlü sözler olduğuna değinmeme gerek yok sanırım. ardından asıl olay başlar. işi olan ama dürüst bir adamın ödeyemeyeceği kadar da borcu olan adamımız çaresizdir. kenti terk etmekten başka yol yoktur onun için. sevgilisine ve kendisine iki bilet alır ve kumların altına dönüştüğü (taşın toprağın altın olduğu istanbul rüyası gibi, kaybetmenin evrensel bir şekli var tabii) yere, atlantic city'e, giderler. fakat atlantic city'de hayatını gelirken ümit ettiği gibi sürdürebileceği bir iş bulamaz. çünkü burada sadece kazananlar ve kaybedenler vardır ve kaybeden ucunda olmamak gerekir bu çizginin. adamımız ise bu çizgiye sürekli kaybedenler ucundan tutunmaktan yorulmuştur artık. o da artık o kirli şehrin kirli ve sonu olmayan işlerinin içine girmek zorunda kalmıştır. mafyanın ayak işlerini yapan ve bir gün erkenden yitip giden biri olmaya namzettir artık. hayat çaresizlik içinde olan bu adamı "the chicken man"lerin dünyasına ve kaderine ortak etmiştir. her şeyden çok sevilen, sevmeye doyulamayan sevgililer ise artık geride kalmıştır, kalmak zorundadır.

    patron'un yorumu ve bu şarkıya yaptığı müzik ise ayrı bir güzeldir. adam sözleri yazmış, yetmemiş müziğini yapmış, yetmemiş bir de böyle bize hiç acımadan güzel güzel yorumlamış. şarkının müziğindeki ve patronun yorumundaki tarifsiz hüzün ise bu hikayeye ve o muhteşem sözlere o kadar iyi gitmiş ki şarkıyı dinlerken insan farklı dünyalara dalıp gidiyor.

    şarkının nebraska albümündeki versiyonu harikulade ama the e street band ile new york city'de verdiği konserdeki yorumu da adamın tüylerini diken diken yapacak cinsten. benim için patron'un ve dünyanın en güzel şarkılarından biridir. saygı, minnet ve hayranlıkla eğiliyorum önünde bruce springsteen. büyük insansın!

  • benim bir kedim var. öyle kaprisli ev kedilerinden değildir. sizi görür görmez yere atar kendini, açar karnını ve bekler. ister ki sevilsin, okşansın.
    bazı günler bakar ki gelip onu yerde seven yok, kalkar oturduğum koltuğa gelir. önce boynumun arkasına burnunu sürter, saçlarımı koklar ve hoppp diye kucağıma atlar. çok da güzel mırlar, açar motoru tor tor tor...
    severim ben de kedimi, o kadar zahmet etmiş, ayıp olmasın derim. ama o sırada başka bir odaya gitmek isterim. karnım açtır mutfağa gitmek isterim, hava sıcaktır duş almak için banyoya gitmek isterim. isterim de isterim!
    peki kediyi o mutlu, huzurlu ortamdan çıkarmak onu üzmeyecek mi derim içimden. daralırım, kalbim sıkışır.
    düşünürüm ve sonra yavaş yavaş sevginin şiddetini arttırırım. dokunulmasını sevmediği yerlerine dokunur, koltuktaki yerini daraltırım.
    önce bir afallar, sonra bana kızar, bazen pati atar hatta dişlerini de kullanıp şiddetin dozunu kaçırır ve bir hışımla kucağımdan atlatıp kaçar.
    "gitme" derim ama gider.
    ilişkileri bu tek kelimelik cümle ile bitiririm ve benim bitirdiğimi kimse anlamaz. bana kızan olmaz.
    bu yöntemi ben keşfetmedim, bir zamanlar keşfedenin kedisiydim.

  • oncelikle orhan pamuk'un anlattigi uc ayri donemin diline gosterdigi ozen gercekten cok basarili ve etkileyici. hem ne kendini ne okuyucuyu salak yerine koymadan, bir derdini otekilerin onune koymadan yazmasi, hem de bunu o zaman, o yasta yazmasi onemli geliyor bana. ama edebiyat arastirmacilarina birakiyorum bunu. 2000'lerin ikinci yarisinda ancak 'duyarlilastigimiz' bir suru meseleyi de ta o zaman ta o yasta dile getirilmesi gereken meseleler olarak gormesi, bunlarin uzerine dusunmesi ve bunu yaparken de icinde bulundugu cevreyi ve anlam dunyasini, anlamanin otesinde, asmis ucmus gitmis bir yazar olmasi cok onemli, bunu ilk romaniyla yapmasi cok carpici.

    ama (soz konusu orhan pamuk'sa ama'dan oncesi teferruattir) butun kulliyatini bitirmis bir (sevgili) okuru olarak benim icin onemli iki sey daha soylemek istiyorum. birincisi orhan pamuk romanlarininin icinde tanpinar'in en cok sayfalara sizdigi roman bu bana gore. tanpinar etkisinin en cok goruldugu demedim bilerek. pamuk'un sona dogru torun ahmet'e hissettirdigine benzer birsey benim soylemek istedigim. yaptigi resimlerde goya sevgisinin ortaya cikmasina sevinirken o resimleri goya taklitine donusturmek istememesi gibi. tanpinar'in pamuk'un yazarliginda artik sindirim sistemine karisip bir parcasi olarak yaziya geri donen etkileri benim soyledigim. onun disinda olabilecek her turlu kavgayi ve tartismayi yapmis gibi gorunuyor pamuk zaten. bu roman'nin sahnenin disindakiler ile karsilastirmasi sahane olur gibi geldi bana o yuzden.

    digeri ise su: pamuk cok sevdigim bir romanci olmasina ragmen bir noktada sabrimin sonuna geldim ben, bu kendinden menkul erkek tipinin ic calkantilari, kararsizliklari vs vs cok uzadi ve cok da uzerimize uzerimize gelir oldu. bu meseleyi sevgili yazarimizin kendisine bir soru cevap esnasinda sorulan soruya verdigi acikca 'korkak' ve 'kacamak' cevaptan sonra daha cok dusunur oldum. bir seneden fazla olmus bunu dusunmeye baslayali, demek ki iyice evirip cevirmisim ben bunu, o nedenle de yazmakta beis gormuyorum.

    pamuk'a masumiyet muzesi ile ilgili "neden hic fusun'un dusuncelerini ogrenemiyoruz, neden hic onun aklindan gecenleri, hissettiklerini yazmadiniz" diye bir soru soruldu. bu soru daha onceden de dile gelmisti ve o dile gelislerde yazarimiz orada bulunmadigindan ben kendi kendime sorup bu soruyu, cevap aramistim. ve bence cok da guzel bir cevabi vardi bu sorunun, ustelik pamuk'a yarasir bir bicimde romanin da icine gizlenmisti. bunu sozluge de yazmistim:
    "butun bunlar olurken fusun'un ne dusundugunu bizim dusunmemiz onemli ama anlatilmamasi daha da onemli benim icin. cunku bu bir adamin bir kadina delice asik olusunun, onun her hareketini bir kamera gibi kaydetip kendi kendine oynatmasinin hikayesi. daha da onemlisi romancinin her iki tarafin da aklindan gecenleri bildigi, "o herseyi goren ve bilendir" konumundan feragat edisi. ve yine kemal'in dustugu ve hikayenin sonunu da hazirlayan bir bencillik hikayesinin dile dokulusu:
    "cunku benim dunyamda yasayan ve benim durumuma dusen turk erkeklerinin cogu gibi ben de, delice asik oldugum kadinin aklindan neler gectigini, onun hayallerinin ne oldugunu anlamak yerine, onun hakkinda hayaller kuruyordum yalnizca" (s.280)"

    iste bu son cumle, kemal'in fusun'un aklindan neler gectigini hic dusunmeden kendi hayallerinin buyusune kapilmasi, bu erkek bencilligi, bu tuhaf ruh hali... buydu sebebi. bunun tuhafligi butun roman boyunca dert de oluyordu zaten okura. fusun 'o kadar da modern' olmamasina ragmen gozunu karartiyordu da kemal gordugu dort basi mamur hayale zeval gelmemesinden baska birsey istemiyordu. pamuk'un buna benzer bir cevap vermesini bekledim ben. bu denli ayrintili aciklamadan buraya dogru iteklemesini soruyu sorani. ama ne dedi pamuk?
    "ben bir erkegim, bir erkegin bir kadina asik oldugunda aklindan gecenleri iyi biliyorum, onunda ozdeslesebiliyorum ama bir kadinin aklindan gecenleri bilemem".

    sessiz ev (ki pamuk'un en sevdigim romanlarindan biri) geldi aklima. orda o yasli kadinin aklindan gecen butun huzursuzluklari nasil da anlatiyordu? ya benim adim kirmizi? nasil bir para'nin, bir rengin, daha bir cok seyin dilinden, ruhundan konusuyordu da bir kadinin dilinden konsumayi denemiyordu bile? ama iste aslinda kadinin dilinden, agzindan yazmisti daha once. sorun kadinin dilinden yazmak degil arzu nesnesi kadinin dilinden yazmakti. onun arzularini kendi arzularinin yaninda seslendirebilmekti. basaramadigi, yapamadigi da bu pamuk'un. ve tabii ki yapamamasinin nedeni de hayal edememesi. hayal dunyasi bu kadar kuvvetli bir yazarin, kendisinden yuzyillar once yasanmis seyleri bile hayal edip o kisilerin sozcukleriyle, hisleriyle yazabilen bir yazarin asik olan kadinin agzindan yazamamasi da benim icin bu kendinden menkul erkeklik halinin gostergesi. asik olan degil, asik olunan kadini yazar pamuk. ayni tanpinar'in sahnenin disindakiler'de sabiha'nin agzindan igneyi kendine batirmasi gibi 'siz o sarkilardaki gibi aci cekmek icin seviyorsunuz, mutlu olmak icin degil' diyordu sabiha.

    bu iste pamuk'un kulliyatini okuyup bitirince cok dayanilmaz bir yere geliyor. bu kadar tekrarlanan bu kendinden menkul erkek halini bir 'hal' olarak anlatip anlamasi... bir tane daha boyle pamuk karakterine dayanabilecegimi sanmiyorum. refik'in bencilligine, omeri'in bencilligine, muhittin'in bencilligine dayanabilecegimi sanmiyorum. anlamak zaten istemiyorum.

  • başlık: o değil de halil altıntopa helal olsun amk

    1. adamı bugünkü trabzonspor elazığspor maçında gördüm hemen ardından da beşiktaş galatasaray maçında gördüm amk hala deli gibi koşuyodu sporcu dediğin böyle olur işte

  • hijyenin aslında insanın hayatında olmazsa olmaz olmadığının anlaşılması. eskiden en yakın arkadaşımın evinde bile yatamaz, evimden başka yerde tuvalete giremezdim. gerekirse bütün gün tutup eve dönene kadar tuvalete girmezdim. fakat ne zaman ki elazığ ktm'ye teslim oldum, o zaman gerçekle yüzleştim. ilk gece çok zorlandım, o leş gibi yastığa kafamı koyamadım, t-shirt'ümden kılıf yaptım, keçe gibi olmuş ve kokuşmuş battaniyeyi üşüdüğüm halde belimden yukarı çekemedim. taa ki gecenin üçünde uyandırılıp, allahın soğuk ve yağmurunda saatlerce dışarda bekleyip, sabah kahvaltı sırası, öğlen yemek ve akşam yemeği sırası bekleyip, deli gibi yorulana kadar, tüm günü bu şekilde geçirdikten sonra o rezalet yatağa bir an önce kavuşmanın hayalini kurarsınız ve o keçeleşmiş battaniyeye sarılıp mışıl mışıl uyursunuz. artık heryerde tuvalete girebiliyorum, heryerde uyuyabiliyorum. iyi ki askere gitmişim...

    hozat pertek toplaaaağğğnnnn

  • sadece 25-30 dk. farklı zamanlarda izledim, o esnada ismail saymaz "metin külünk konusunda bir şey yapılcak mı?" diye 3 kere sordu, 2sinde diğer gazetecilerin lafını keserek "soruma yanıt alamadım" diyerek bunu yaptı.bak ben daha tamamını izlemedim ara ara toplam 30dk. izlerken yakaladım bunu.

    "sorularında ısrar etmeliydi"..yazılmış ona ithafen yazdım.
    ya ben başka bir program izledim bir kaç dakikalığına yada ekşi sözlüğü "bir şey yazmalıyım, illa birşeylerde ben yazmalıyım" güdüsüyle entry giren yazarlar basmış..

    (bkz: #123723059)

  • bizim peder hoze takmış kafaya, evlendirecek beni, benim arkadaşları yakalamış onlarla dertleşiyor.

    -söyleyin şu arkadaşınıza da evlensin artık.
    +ya x amca bizim söylememizle evlenir mi o hiç?
    -evlenir evlenir, bizim yaşar'ın kızı var izmir'de onu alsın, yaşar çok iyi arkadaşım benim.
    +ya bakalım senin oğlan kızı beğenecek mi x amca?
    -beğenir, ne beğenmeyecekmiş.
    +ya bakalım kız senin oğlanı beğenecek mi?
    -beğenir, ne beğenmeyecekmiş.
    +bakalım babası kızı verecek mi bizimkine.
    -verir verir, adam çok iyi arkadaşım, sarhoş demez, kumarbaz demez verir kızını, kırmaz beni.

    adam malını biliyor abi.

  • eh yani normal çıkarımdır. ateist nasıl mutlu olsun ki? hele de türkiye gibi müslümanların kendi inançlarını her gün dayatmaya çalıştığı, ateistleri hedef gösterdiği, sokakta rahat rahat ateist öldürmekten bahsettikleri, hepsini geçtim devletin başına çöreklenip ateistin verdiği vergilerle zorla din dersi öğretip her köşe başına cami dikip bir de üstüne çalıp çırpıp kendi ceplerini doldurduğu, ateistim dediğinde karşısındaki müslümanın nefret dolu bakışlarına hedef olduğu bir ülkede nasıl mutlu olsun ateist? müslüman adam ateiste hayatı zindan etmek için dünyaya gelmiş gibi davranmasa, dinini evinin duvarları içinde tutabilse zaten bu ülkede pek çok kişi mutlu olur, müslümanlar dahil.