hesabın var mı? giriş yap

  • diyanet vakfı'nın topladığı kurban bedellerini türlü katakulli ile kendisine gelir yazma hadisesi. özetle kurban bedelleri ile et balık kurumu'ndan kurban alınıyor. sonra hayvanlar kağıt üzerinde kestirilip karkas et olarak et balık kurumu'na zararına geri satılıyor ve bedel gelir olarak diyanet vakfı'na kaydediliyor. imzalanan protokole göre et balık kurumu, dağıtılmak üzere vakıf tarafından et istendiğinde istenen miktarı gönderiyor. işin skandal kısmı, bugüne kadar toplanan kurban bedellerinin ederinin %2'si değerinde et dağıtılmış olması. diyanet vakfı aracılığıyla vekâleten kurban kesmek isteyen müslümanların parası nerelere gitmiş, bilmiyoruz.

    haber linki

  • ilkel insan için mucize, yaşamın kaynağı ve doğanın işleyişinin temel yöntemiydi. faydasına ya da zararına sebep olan ateş, nehirlerin akışı, seller veya kuraklık, şimşek ve yıldırım gibi her doğa olayının arkasında akıl erdiremediği birer sır gizliydi.

    o halde bu olaylara sebep olan doğa üstü varlıklar olmalıydı. önceleri kendisinden güçlü hayvanların bu tür gizli güçleri de olabileceğine hükmetti. bugün mağara duvarlarına resmedilmiş hayvan figürleri bunu doğrular nitelikte.

    insan, bilinci geliştikçe üzerinde yaşadığı yeryüzünden daha da akıl almaz, ulaşılmaz ve dolayısı ile çok daha gizemli olan gökyüzünü keşfetti. haliyle yeryüzünde akıl erdiremediği olayların da sebebinin göklerde olabileceğini düşünmeye başladı. gizli güçlere sahip olabileceğini düşündüğü güçlü hayvanları gökyüzünde gözlemlediği yıldız kümelerine yerleştirmesi bundan kaynaklandı.

    “gökyüzünde ne oluyorsa bunun yeryüzünde bir karşılığı vardır” inancı böylece oluştu. sümer tabletleri’nin bulunması ile tarihsel anlamda ilk kez yazılı bir kaynağına ulaştığımız bu bilgi, aslında insanlığın kollektif bilincine binlerce yıl boyunca öylesine yerleşmişti ki hiç düşünmeden gerçekliğine inandığımız pek çok fikrin de temel taşını oluşturdu.

    bu fikirleri sistematize etmeye kalkışacak olursak temel olarak üç ana grupta toplayabiliriz:

    - bunların ilki sümer dini’nin, daha sonraki uygarlıkları da etkilemesi sonucu aynı mitlerin, yerel motiflerle yeniden anlatılmasıyla ortaya çıkan zahiri dinlerdi.

    - ikinci düşünce biçimi ise “gökte ne varsa yerde de o vardır” özdeyişinin zahiri dinlerin bile ortaya koyamadığı gizemli tanrısal gerçeklerin anahtarı olduğunu ve bu gizemlerin ancak seçilmişlere açılacağını düşünen batini inançları (kabala, ezoterizm, gizemcilik, hermetizm, mistisizm, astroloji) şekilendirdi.

    - son olarak gökteki olayların yerdekilerle ilişkisini, aklın süzgecine koymayı akıl edenlerin ortaya çıkmasıyla, mitolojiden felsefeye evrilen düşünce ve astrolojiden astronomiye evrilen bilim ortaya çıktı.

    böylece birbiri ile farklı kulvarlardan ilerleyen ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkaran iki felsefe ortaya çıktı:

    - evrenin tanrının iradesi ile oluştuğunu düşünenler, uzun süre bunun tamamen tanrının hiç bir kuralla sınırlanmamış iradesi ile oluştuğunda ısrar etseler de zamanla doğanın kurallarına ilişkin bilgimiz arttıkça ve ardı ardına olayların birer neden sonuç ilişkisine bağlı oldukları kanıtlandıkça bu iddialarını terk ettiler. bunlar zaman içerisinde, tanrının ilk hareketi belli bir tasavvura uygun olarak veren güç olmakla yetindiğini ve geri kalan kuralları da en baştan belirlediği için, olacak olanları da baştan bildiği fikri etrafında mevzilendiler. bunlara, fikrin ağababalarından biri olan platon’un koyduğu isimle idealistler dendi.

    - karşıt görüşte olanlar ise tanrısal bir iradenin varlığını baştan reddedip, evreni harekete geçiren gücün evrenin kendisinden başka bir kaynağı olamayacağını savundular. dolayısı ile şu an evrende bir irade, (insan iradesi) mevcutsa bu, ancak evrendeki malzemenin evrim yoluyla işlenmesi ile ortaya çıkabilirdi. bunlar da maddeyi evrenin başlangıcına koyup herşeyin maddesel olduğunu ileri sürdüklerinden “materyalist” olarak adlandırıldılar.

    ancak birbiri ile farklı kulvarlardan ilerlese ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkarsa da bu iki çerçevenin ortak bir savı bulunmaktaydı:

    bu nokta ise evrenin bir varoluş anından başlayarak dizgesel bir süreçte gelişmekte olduğu fikri idi. buna “zaman” diyorduk ve sabit aralıklarla işleyen bir düzene sahipti. ve böylece, “evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların belirli yasalarla belirlenmiş ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu” öne süren bir öğreti ortaya çıkmış oldu. bugün buna “determinizm” (belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik) diyoruz.

    bu inanç (artık bunun bir inançtan öte olmadığına eminiz) nerdeyse 20nci yy’in başına kadar varlığını korudu. 19ncu yy’da yaşamış ve materyalizmi şahikasına çıkaran das kapital’i kalame almış büyük düşünür karl marx şöyle demekteydi:

    “tarihte ne olduysa, öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur."

    ama biraz yakından bakınca bunun idealizmi doruğa çıkarak büyük düşünür georg wilhelm friedrich hegel’in determinist söyleminden pek de farkı yoktu. hegel'e göre “us dünyaya egemendi, dünya-tarihinde ussal olan ilerlemekteydi. ilerleyen dünya-tarihi sürecinin bir amacı bir son ereği vardı.”

    yani ister metafizik-teolojik olup tanrı’nın iradesinden, ister mekanik ve biyolojik olup doğanın yasalarından hareket etsinler, her iki düşünce yönteminin ortak noktaları, tarih yorumlarında determinist olmalarıydı. hegel'in de marks'ın da “tarihin belirli yasalarla yönetildiği”ne ilişkin belirlenimci savları ortaktı. hatta denilebilir ki marks söz konusu tavrı zaten hegel'den edinmişti.

    marks'ın hegel'in determinist yaklaşımına katkısı şuydu:

    - hegel, tarihi başlatan ilk hareketin tanrısal olduğuna ve tüm maddi evrenin bir usun şekil vermesi ile ortaya çıktığına ilişkin idealist savı yinelemekteydi.

    - marks buna karşı yönden taarruz ederek, tersine, önce maddenin varolduğunu ve usun o maddenin evrimleşmesinin eseri, zorunlu olarak meydana geldiğini savundu. zaten kendisimin de “hegel'in diyalektiği baş aşağı duruyordu; ters çevirdim ki, ayakları üstünde dursun" derken kastettiği budur.

    yani uzun lafın kısası insanlık, tarihinin başından bu yana bu iki düşünce zıt düşünce arasında gidip gelmekteydi ve bu fikirlerin en güçlü savunucuları olan hegel ve marx’ın da bu ikiliği çözmek konusunda getirebildiği temel bir yaklaşım bulunmuyordu.

    derken 20nci yy’ın ortalarına doğru ani bir gelişme oldu. yeni yetme bilim insanları filozofların gözü önünde, binlerce yıllık determinist geleneği yerle yeksan eylediler:

    önce, einstein’ın “genel görelilik kuramı” mutlak zaman düsüncesine son verdi. derken planck’in “kuantum teorisi” ve heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” ile güçlenen indeterminizm, laplace’ın “evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildiği takdirde gelecekte veya geçmişte herhangi bir andaki durumlarının kestirilebileceği” yolundaki determinist anlayışını yıkıverdi.

    bense bütün bunları aslında çok güncel bir gözlemimden dolayı kaleme aldım:

    günümüzde olayın temelini kavrayamayan ister caner taslaman gibi dinci, ister muhtelif mistik (spritüel, gizemci, ezoterik, falcı, reikici, budist, taoist, sufi) düşüncedeki çevreler, bunda materyalist felsefenin çöküşünü görmektedirler. onlara göre evrenin, matryalistlerin sandığı gibi birbirine bilardo topları gibi çarpan atomlardan değil varlığı ve yokluğundan emin olamadığımız atom altı parçacıklardan oluşan indeterminist bir yer olduğunu anladığımıza göre artık tanrısal mucizelerden de yeniden konuşmaya başlayabiliriz. (bkz: #70928805)

    oysa farkında olmadıkları husus, aynı indeterminist altyapının, en fazla tanrı inancının (ya da o güce verdikleri ad her neyse) mutlakiyetçi yapısına zarar vermekte olduğudur. çünkü evrende tesadüflerle yer bulunması, her şeyden önce "tanrı iradesi" kavramı ile çelişir. zira bu durumda tanrı varsa bile kendisinin bile tahmin edemeyeceği sonuçlar üretebilen bir evren yaratmış olmalıdır.

    söz konusu çelişki einstein'ı da çok şaşırmıştı. öyle ki idealist - determinist yaklaşımla yeni kuramlar arasındaki çelişkinin farkına varınca, rastlantısallığın evrenin olayların oluşumunda anahtar önemde olabileceğini savunanlara karşı tarihe malolmuş özdeyişi ile:

    tanrı zar atmaz!” demişti.

    geç gelen edit: aslında einstein, böyle bir söz de sarfetmemişti. ama konumuz bu değil!

    geç gelen edit geç gelen edit:
    bir ifade hatası yaptığım gerçek. einstein, "tanrı zar atmaz" demişti elbette.
    ancak bunu derken teolojik bir manada söylememişti, fizik bilimi anlamında konuşuyordu. zira o tek tanrılı dinlerin tanrısına inanmıyordu. görüşleri olsa olsa panteizm olarak tanımlanabilir.

    (bkz: #59020692)

    (bkz: #59020674)

  • zaten açık olduğundan, tekrar açılmasına gerek olmayan yolun açılmasına yönelik taleptir...
    hemşireler tıp fakültesini kazanmak ve bitirmek suretiyle zaten hekim olabiliyorlar...

  • pek hoş degil galiba. bi hocamız var, şöyle demişti bi derste:

    - hiçbir mühendis bi başka mühendisle arkadaş, sevgili, eş olmamalı. hepiniz aynı boksunuz.

    ve bu 5 yıllık üniversite hayatımın bana öğrettiği en anlamli bilgi oldu.

    8 yil sonra gelen edit: tabii ki bu anlamli bilgiyi dikkate almadim ve tam bir muhendisle evlendim. hayat cok guzel.

  • hasan: peki merve'nin doğu'yu etkilemiş olma ihtimali var mı?
    hilmicem: (kendinden emin ve duraksamadan) yüzde 85.

    yüzde 85 ne olum? 90 de, 100 de, 50 de. konda sanki herif.

  • evrim teorisine inanmayanlardaki en büyük mantık hatası, evrim teorisini bilenlerin buna "inandıklarını" sanmaları. evrim teorisine inanılmaz, evrim teorisinin gösterdiği bilimsel gerçekler "görülür". cahilsen, bakmasını bilmiyorsan, ya da kafan çalışmıyorsa bu evrim teorisinin sorunu değil, senin sorunun.

  • --- spoiler ---

    siyasetci allah'a hesap veririm diyerek kacamaz, allah'a hepimiz hesap verecegiz. sen halka da hesap vereceksin
    --- spoiler ---

    gol ustune gol bir yayin. nagehan'in surati eksidi yayin boyunca.

  • benim çok sevdiğim arkadaşımdır.

    turgut özal zamanında bulgaristan'dan ailesiyle birlikte göçüp gelmiştir buralara.

    maddi imkansızlıklardan dolayı liseye başlayamaz ve kaynakçı çırağı olarak bmc'ye girer. bir kaç sene sonra sonra bmc'de kaynakçı olarak çalışırken liseyi açıktan okumaya başlar. liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına girer ve 2 yıllık makine bölümünü kazanır. ailesi "sen artık çalışma, okuluna odaklan. biz seni okuturuz" diyerek ellerinden gelebilecek en büyük desteği verirler.

    2 yıllık makine bölümünü başarıyla bitirdikten sonra, dikey geçiş sınavına girer ve dokuz eylül üniversitesi makine mühendisliği bölümünü kazanır. işte üniversiteye girdiği sene 25 yaşındadır bu ellerinden öpülesi arkadaş.

    peki sonra ne mi oldu? mezun olduktan sonra askere gidip geldi ve kaynakçı olarak girdiği bmc'ye mühendis olarak geri döndü. daha sonra isveç'te yaşayan başka bir bulgaristan göçmeni kız bulup evlendi. şimdi isveç'te ikamet etmekte olup volvo'da çalışmaktadır.

    aklıma suriye göçmenleriyle bulgaristan göçmenlerini kıyaslamaya çalışan şorololar geldi de... neyse lan gülüp geçiyorum.

    edit:başlıktaki yeniden yazısını anca farkettim. neyse dursun şu ibretlik hayat hikayesi.