hesabın var mı? giriş yap

  • homer ölecektir, son gece çocuklarını yatağında ziyaret edip onlar uyurken onlara güzel şeyler söyler, över tek tek. maggie'ye "ne tatlısın, ne şirinsin" der, lisa'ya "ne zeki, çalışkan b kızsın , övünç kaynağımızsın" falan der. sıra bart'a gelir, bakar bakar diyecek bir şey bulamaz ve:

    -bart, (bi kaç sn. sessizlik) ,yorganın çok güzel

  • sabah 7-9 ve akşam 17-20 saatleri arasında katıldığım öneri. tabi ki yaşlılarımıza saygı falan önemli ama sabahın kör karanlığında kalkıp işe gitmeye çalışan, akşama kadar çalışıp iş çıkışı da sürünen adamın halini de anlamak gerek.

  • çok fazla kişinin başına gelen yakın zamanda moda olmuş bir yöntem. hele de ülkede her iki kişiden üç kişinin kitap çıkarmak istemesi, üstü örtük bir pazar haline geldi. merdiven altı tonlarca yayınevi bu işin kalpazanlığına başladı resmen. şimdi isim veremiyorum ama özelden yardımcı olurum.

    gelelim kitap bastırma dolandırıcılığına. hızlıca özet geçeceğim. yayınevi sizden paranızı alıyor ve diyor ki bin adet basıyoruz, yüz tanesi sizin. siz ok diyorsunuz. kitap basılıyor. e-devletten bandrol sorgu yapıyorsunuz bin adet bandrol alınmış. oh süper. size yüz tane de geldi. gerçekten bandrollü kitap. şahane. sonra eşiniz dostunuz kitabı netten sipariş ediyor. yayınevi diyor ki kitap tükendi. oha. şaşırıp arıyorsunuz yayınevini, diyorlar ki kitabınız çok beğenildi bir haftada tükendi. aman ya rabbim. ne büyük yazarım ben. hemen üç beş bin daha ateşleyim de ikinci baskıyı yapsınlar. sonra üçüncü baskı. dev yazar.

    işte burada babayı yediniz. çünkü kitap sadece 100 tane basılmıştır, hatta matbaada bile değil dijital baskı dediğimiz fotokopi şeklindeki bir cihazla. sizin duygularınızı sömürerek paranızı yolarlar.

    ha, geriye kalan 900 bandrole ne mi oldu? onu da başka ama iyi satan bir kitaba çaktılar ve sizin sırtınızdan o yazarın da hakkını yiyerek yola devam ettiler. bu anlattığım sadece bir yöntem. daha birkaç farklı yöntem daha var. onlara ve daha fazlasına şuradan bakabilirsiniz.

  • her bir halttan kaçış gezegenim. büyülü dünyam.

    13 yaşımda, hayatıma ilk girdiğinde beni nasıl etkilediyse ve nasıl sevdiysem şuan 27 yaşımda beni yine aynı şekilde etkiliyor harry potter’ın dünyasının içindeki herşey. büyüler, süpürgeler, iksirler, sihirli yaratıklar ve pek tabii hogwarts'ın içinde kaybolmayı çok seviyorum. ne zaman kaçmak istediğim bi konu olsa kitaplardan birini elime alır gömülürüm. bayılıyorum.

  • giriyor da diziyi ayrı, filmi ayrı, maçı ayrı, basket maçını ayrı, avrupa maçını ayrı, araba yarışını ayrı, masa tenisini ayrı, misketi ayrı tasoyu ayrı platforma alıp orta sınıfı ayda 300-400 lira harcamaya mecbur etmek de hırsızlığa giriyor.

    o hırsızlıksa bu da hırsızlık.

    yok bu hırsızlık değilse, milletin yaptığına da hırsızlık demeyelim; servet otlakçılığı diyelim.

    türkiye gibi alım gücünün her geçen gün düştüğü bir ülkede verilen hizmet ve istenen para adil değil. internet yayıncılığı meselesi serbest piyasa yüzünden zaten eziyete dönüştü. netflix ilk başladığında “istediğine istediğin zaman reklamsız ulaş” hizmeti para vermeye değer bir kolaylıktı. şu an her şey başka yere dağıldığı için platformlar hem istediğimiz yayına ulaşmamızı zorlaştırıyor hem de bizi gasp ediyor. 6 tane zamazingoya üye oluyorsun, aklına bi film geliyor düştüğün yer yine hdfilmcehennemi. house of the dragon'ın haftalarca hem yayını yoktu hem telif nedeniyle sitelerden kaldırılıyordu. bu zulme karşı her türlü anarşi caizdir. kimse kusura bakmasın.

  • oldukça seçkin görünüşlü bir bayan uçakla isviçreden
    dönmekteydi. yanında oturmakta olan rahibe
    -"özür dilerim peder, sizden bir iyilik
    isteyebilirmiyim?" diye sordu.
    -rahip "elbette kızım, senin için ne yapabilirim?"
    diye cevapladı.
    kadın açıkladı: "işte problemim; kendime yeni bir
    epilasyon aleti aldım ve buna oldukça yüklü bir para
    saydım. sanırım limitlerin oldukça üzerine çıktı ve
    gümrükte elimden alırlar diye korkuyorum. acaba
    gümrükten geçişte bunu cübbenizin altına saklayabilir
    misiniz?"
    -rahip "tabi ki yapabilirim evladım ama biliyorsunuz
    ki ben yalan söyleyemem." diye yanıtladı kadın "çok
    temiz ve dürüst bir yüz ifadeniz var peder, eminim ki
    size soru filan sormazlar" dedi ve pahalı epilasyon
    aletini pedere verdi. uçak havaalanına vardı. peder
    gümrükten geçeceği sırada görevli
    -"peder, bildireceğiniz herhangi bir yükünüz var
    mı?"diye sordu. bunun üzerine peder "
    -başımdan kuşağıma kadarki bölümde açıklayacağım
    herhangi birşey yok, evladım" der
    bu yanıtı garip bulan görevli
    -"peki kuşağınızın altında kalan bölümde neyiniz var?"
    diye sordu.
    peder yanıtladı:
    -kadınların kullanımı için dizayn edilmiş mükemmel,
    küçük bir alet var,
    ancak şimdiye kadar hiç kullanılmadı!!"
    görevli kahkahadan kırılarak:
    -"tamam peder geçebilirsin, sıradaki!.."

  • benim babam bana kızar ve bir şeyi beceremediğimde bana "çöçe" derdi.
    ağzını çok şapırdatırdı. ama bizden ufacık bir ses duysa çok sert tepki verirdi.
    çok sertti babam çok sert.

    salak bir devlet hastanesinde, salak bir asistan bizi başından kovmak için hastanenin kantinine gönderdi. sonra orada beklerken bir kaç kız ile geldi. hemen yanına gittim. babamın filmleri ne oldu diye. canı sıkıldı kızların yanında ona yaklaşmama. birazdan yanıma gel diye bana emir verdi.

    tostunu çayını bitirip kızlarla muhabbetini bitirmesini bekledim ve iki adım arkasından merdivenle yukarı çıkıyoruz. annemle babam orada kantinde sırada oturuyorlar.

    yukarı çıkarken salak doktorun, salak asistanı, babamın beyninde kocaman bir ur olduğunu 3 ay bile yaşamayacağını, maç skoru söyler gibi söyledi. biraz biliyordum durumu ama böyle de söylenmezdi ki.

    neyse filmleri aldım. annemle babamın yanına gittim. hiç çaktırmadım onlara.

    babam durumu anladı ve

    "size ben doyamadım ki" dedi sadece.

    ameliyatlar kötü günler ve ben "çöçe" ellerimle ona biraz da olsa yemek yedirebildiğimde "şapırdatmasından hoşlanırdım". sadece biraz yemek yedi diye. sadece 3 ay sürebildi zaten.

    yani dediği tüm kötü sözleri kızmaları değil de "bize doyamadığını" söylemesini unutmamam.

    budur.

    ----

    edit: doktorlar kızmasın ama salak olan kişi salaktır. salak olmayan salak değildir. doktorluk teferruattır.

  • bir rizeli olarak çoğunuzdan bir tık daha fazla söz söyleme hakkını kendimde görerek belirtmek isterim ki beter olun.ne araziniz kalsın elinizde, ne toprağınız. o cahil özgüveniyle size laf anlatmaya çalışan bilinçli insanlara yıllardır gösterdiğiniz partizan ve agresif tavır sizin sonunuzu getirsin umarım. taşınız da toprağınız da cengiz'in köpeği olsun. olsun ki sizin kafanız yine basmazken belki çocuğunuz, torununuz akıllanır. zerre acıyorsam size namerdim. 1-2 arazi ver bunlara bak gör yarın günün ilk ışıklarıyla kendileri çalıştırırlar o iş kamyonlarının kontağını ki iş çabuk bitsin.

  • ayı viralidir

    son zamanlarda bu ayıların kibarlıklarının olduğu videolar daha sık karşımıza çıkmaya başladı. kamuoyundaki "ayı" algısını değiştirmeye çalışıyorlar bence. ayrıca dikkat ederseniz 32. saniyede kameraya bakıyor. kesin kurgu. kameraya oynuyor.

  • aziz nesin'e sorulan soru ve kendisinin verdiği cevap belki birşeyler anlatır;
    "alevi değilsin ki sana ne oluyor?” dedi. "insan değilsin ki sana nasıl anlatayım" dedim.
    kendisini bağlamayan ne varsa yanıp yıkılsın düşüncesinde ki insanlar umarım birgün gerçek sevgiye iyiliğe kavuşur.

  • beyin için printer.

    hani yazılı bişi basamazsın ama bari görüntü çıktısı filan alsak. şu adam kimdi? ha şuna benzeyen bi alet, adı ne bunun? şu mekanın adı neydi? şöyle bi saç modeli istiyorum. dörtyol ağzı ama tam değil, yeşilimsi ev var ordan dön, gibi görselini barındırdığımız ama asla tarif edemeyeceğimiz şeylerin çıktısını alıp göstersek ya..