hesabın var mı? giriş yap

  • işte bu nedenledir ki eğitilmemiş, bağnaz ve din ticaretinin gelişkin olduğu toplumlarda en tehlikeli yönetim biçimi de demokrasidir.

  • kendisinin 5.000.000 türk lirası değerinde kontratının olmasından daha şaşırtıcı olmayan durumdur.

  • sanırım 10 yaşındaydım, kardeşim de 7 filan olsa gerek. ailecek hastaneden eve dönmek için otobüs bekliyoruz. otobüs durağı, kocaman camekan vitrini olan bir pastanenin tam önünde. güzelce ışıklandırılmış vitrinde çeşit çeşit pastalar, adını bile bilmediğimiz tatlılar var.

    kardeşim, suriyeli gibi pastanenin vitrinine yapışmış bir türlü ayrılmıyor, hatta dilini çıkarıp vitrini yaladığına yemin edebilirim ama ispat edemem. illaki oradan birşeyler almak ve yemek istiyor. annem babama bakıyor, ben de babama bakıyorum, kardeşim cam bariyerini umursamadan pastayı yalamaya devam ediyor, babam yere bakıyor.

    annem sinirli bir kadın biraz da pervasız, babama: "şu masuma bir dilim pasta alamıyorsun sen ne işe yararsın be adam" diyor. babam açıklamaya çalışıyor: "maaşa 2 gün var, 2 gün sonra alırız, şimdi anca yol parası çıkışıyor hafize" diyor. kardeşimi vitrinden uzaklaştırıp, dikkatini dağıtmaya çalışıyorum ama ikna olmuyor, diliyle havayı yalamaya devam ediyor.

    neyse ki bir süre sonra otobüs geliyor, annem babama yol boyunca söyleniyor, hatta ara ara "beceriksizsin" filan diye hakaret ediyor. ben kardeşimi suçluyorum, içimden: "bok boğazlı pezevenk" senin yüzünden kavga çıktı diyorum. annem bir noktada: (bkz: ben evde sana aynısını yaparım) diyor. eve girince de petibör bisküvi arasına lokum döşüyor, puding pişirip etrafına sıvıyor. hatta üzerini de kaysı kurusu ile süslüyor.
    kardeşim "himmf bu ondan değil" deyip yemeyi reddediyor, annem "bok ye! sanki bana istanbul'dan geldin itogli!" diyor.

    annemin yaptığı pasta benzeri ürünü babamla ben yiyoruz, ortamı yumuşatmak için anneme "pek de güzel olmuş eline sağlık" filan diyoruz; kardeşim "hiç de bile, bokum gibi olmuş" diyor, annem "nimete öyle denmez allah bir daha hiç vermez" deyip kardeşime bir tokat atıyor. kardeşim az önce bir dilim pastanın peşinde, mazlum bir mülteci iken, bir anda asi bir militana evriliyor: "zaten bir bok vermiyor" diyor.
    kısmen mütedeyyin bir insan olan babam: "bunu seneye imam hatibe yazdırmak lazım" diyor.

    kardeşim şimdi 44 yaşında, üst düzey devlet memuru ama hâlâ pasta yiyemiyor, şeker hastası. ısrarla akp'ye oy veriyor ve boşluğu yalamaya devam ediyor.

  • dondurulmuşunun tercih edilmesi gereken sebzeler hakkında bir makale:
    http://www.huffingtonpost.com/…d08be4b0ec3d5a6ba29c

    özetle diyor ki,
    - bazı sebzeler (brokoli ve karnıbahar örnekleri verilmiş) dondurma işlemine dayanamıyor ama bazıları (bezelye, ıspanak ve enginar kalbi) özellikle uygun,
    - manavdan en tazelerinin seçilmesi durumunda bile, tarladan toplandığı gibi şoklananların tatları daha güzel, besin değerleri daha yüksek oluyor.

    not: sebepleri tahmin edilebilir, bu sebzeler olgunluklarının ve besin değerlerinin zirvesindeyken donduruluyorlar. halbuki öbürleri manavımıza gelene kadar nice badireler atlatıyorlar.

  • islam'ın, uygarlık treninin arkasından koşmasının üzücü videosudur.
    demiryollarını içeren herşeyi, treni, dizel motoru, sinyalizasyonu, elektroniği, motor yağını, seri üretimi ve bunun için gerekli olan tüm süreçleri, insanların eğitimini, rayları ve gerekli tüm sistemi kurup işler hale getirenler seni niye beklesin ki?
    neyini beklesin senin söylesene? şahane, en birinci ibadeti yapıyorsun diye mi beklesin? para versen de beklemiyor baksana.
    sen hala tren beni beklesin diye bekle.
    nah bekler seni tren.
    hala anlayamadın.
    tren kaçtı, hala anlayamadın.

  • eğitim olarak eleştirmek doğru olmamakla beraber (iyi eğitilmiş oldukları bir gerçek), kapalı ekonomilerin mühendislerini serbest piyasa ekonomilerinin mühendisleri ile çıktılar açısından karşılaştırmak iki açıdan mantıklı değil:

    1- sovyet mühendislerinin "daha fazla" & "daha iyi" yapmak için fazla teşvikleri yok. ancak ölüm tehdidi gerekir (ki nitelikli elemana zırt pırt "seni gulaglara göndereceğim" diyemezsiniz çünkü motivasyonunu daha çok bozarsınız, hiç meyve vermez.)
    2- ne kadar idealist olursa olsun, bir insan ideolojik olarak sürekli "motive" kalamaz. içgüdümüz en çok kendi çıkarımız (ya da çoluğumuzun çocuğumuzun çıkarı) için çalışır. bu nedenle kişi hem "özgür dünya"ya özenip motivasyonunu kaybedebilir, hem de hangi şart altında olursa olsun, (uzun vadede) mütemadiyen motive kalamaz. biyolojimiz bu.

    rekabet olmadan teşvik yaratılamaz, teşvik olmadan da inovasyon olmaz. bu sebeple mevzubahis manzaralara şahit olmamızın kaynağı serbest piyasa ekonomisinin teşvik farkıdır.

    sovyetler her daim en hızlıve en büyük politikasıyla ilerlemiştir, mühendisler de buna göre çıktı vermişlerdir ancak “en”lerin toplamı her zaman en verimliyi vermez ve verim olmadan sürdürülebilirlik de olmaz; nitekim sscb de sürekli olamamıştır.

    mühendisler bu ısmarlama çıktıları verirlerken de belli dinamiklere harfiyen bağlı kaldıklarından bazı püf noktaları kaçırıp verimlilik konusunda söz sahibi olamamışlardır (hem maddi kayıp, hem teknolojik fırsat kaybı).

    ***

    "insanlar çıkarları için, hakları (davaları) için savaşacaklarından daha istekli savaşırlar (napolyon)
    insanlar en iyi kendi faydaları için çalışır ( adam smith)
    (sebest piyasa ekonomisi *her bireyin kendi faydası için çalışması, herkes aynısını yapacağı icin toplamda da en yüksek getiriyi getirir*).

    ***

    elbette serbest piyasanın emek somurusune davetiye cikarmasi, toplam varliklarin gittikce daha da azalan bir azinligin elinde artarak toplanmasi gibi eksileri vardir. sonucta tasinabilir ya da tasinamaz varliklarin getirisi (i), dunya ekonomisinin buyumesinden(g) daha yuksek (i>g), bu durumda hicbir varligi olmayan milyarlarca insan varlik elde etmek bakimindan yerinde sayarken (sadece g), varliklari elinde bulunduran ve sayilari cok daha az olan bir kesim elindekini surekli buyutuyor (sadece g veya i+g). piyasanin buna daha da artan oranli vergilerle cozum bulmasi gerekiyor (zaten artan oranli vergi mevcut).

    gene de ne olursa olsun; bu isten yeteri kadar ekmek yiyebilen insanlar gerekli motivasyona ve dolayli olarak da gelisme istegine kapali ekonomilerdeki meslektaslarına gore daha cok sahipler.

    sovyetler; 30-70 arasi inanilmaz bir buyume hizina cikmisti. ustelik bunu esitligi saglamaya calisarak yapabilmisti (serbest piyasa ekonomisi veya görünmez el olmadan). bati'daki bazi kesimler bile hayranlik duymaktaydi. fakat motivasyon kirildiktan sonra bu gibi disa kapali buyumelerin sonu geliyor. insanlarin disariyla iliskisinin olmadigi ve disariya ozenip heveslerinin kirilmadigi kisitlayici bir ekonomi ile ayni inovasyon yaratilabilir (sovyetler bunu bir sure yaratti). bunu milliyetcilik, dini motivasyonlar ya da benzeri ideolojilere baglilik ile de saglayabilirsiniz. yalniz sadece bir sureligine olur, daima degil.
    insanlar disariyi ogrenir ve gorurseler; disarida gordukleri hayatlara ozenmeye baslarsalar verimlilikleri dusmeye baslar. cunku sizin karsi tarafinizda kendi icin calisan insan her daim motive iken, siz insanlari motive edecek bir ideoloji yaratamazsiniz. soyvetler'in utopyasi kulaga cok guzel gelse de uygulamada yeterli motivasyonu saglamak ve fikrin uzun vadeli devam etmesi cok zor. cunku ada alan, venice beach'de baba parasiyla (servetin faizi/kirası/getirisiyle) gonlunce guzel kizlarla/cocuklarla eglenen tiplemeler nufusun çogunluguna cekic-oraktan daha cekici gelecektir. maalesef insan dogasi bu.

    tum bu dezavantajlara rağmen sovyetler, serbest piyasa yoklugunda motivasyonu saglamak icin belli girisimlerde bulunmustur:

    1-tarimdan uretilen urunlerin dagitimini uretimin dustugu alanlara yogunlastirarak motivasyon saglanmaya calisilmistir.
    2-bonus sistemi getirilmistir. sadece farkli mesleklere farkli ucretler odenmesi degil, merkezi sistem tarafindan konulan hedeflerin tutturulmasi halinde ekstra ucret (bonus) odemeleri belirlenmistir.
    3- yalniz, hedefler tutturuldukca bir sonraki hedefler yukselecek. bir sonraki hedeflerin tutmamasi halinde ise bonus kaybi, maas kesintisi veya ceza(surgun vs.) uygulamalarina basvurulabilecekti. bu sebeple kimse elinden gelenin en fazlasini yapmaya calismiyordu.
    4- ek olarak bu bonuslar, yonetim kismi icin aylik ucretin %37'sine tekabul ettiginden, teknolojik degisimlere gidecek kaynagi (bkz: arge)(bkz: r&d) yok etmis oldu.
    cunku, inovasyon icin arastirma gelistirme gerekir, bunun icin de kaynak ayirmaniz gerekir. kaynak ayirirsaniz hedefleri tutturamama tehlikesi ortaya cikar ve insanlar da maastan kaybetmek yerine sadece hedef tutturmaya yonelir.
    cunku inovasyon gelecek adina bugunden fedakarlik yapmaktir, fakat fedakarligi hos gormeyen bir sistem altinda fedakar olmaya soyunmazsiniz.

    bunlarin sonucunda sovyet yonetimi inovasyon eksikliginin ve bunun neticesinde teknolojik olarak geri kalinacaginin farkina vararak 1940'larda bonus sistemini kaldirildi. bu sefer teknolojik ilerlemelere (inovatif gelismelere) buyuk bonus odemeleri sistemi getirildi (hedefe degil, teknolojiye odul). yalniz burada da fiyatlar serbest piyasa tarafindan degil devlet tarafindan belirlendigi icin emegin gercek degerini yansitmadi, bu sebeple beklenen etkiyi gosteremedi.

    1956'ya geldigimizde bu durum degisti. bonus, teknolojinin uygulanabilirligine ve yararina gore dagitilmaya baslandi. fakat burada bonusun firmanin maas bordrolari tarafindan kisitlanmasi (ya da tam zitti), bu inovasyonlarin adapte edilmesinin/ benimsenmesinin onune gecti. goruldugu uzere, "sanayide verimlilik" hususunda serbest piyasa standartlarina ulasmak neredeyse imkansiz.

    calisanlarin motivasyonunu saglamak icin konulan ceza sistemi de cok sertti.
    mesela 1940'ta is basinda bulunmama ya da is basinda zaman gecirme durumunda maastan %25 kesinti oluyordu. 1940-55 arasinda 36 milyon insan (o donemki calisabilir nufusun 1/3'u) "calismamak"tan suclu bulundu, 15 milyonu hapse atildi, 250,000'i de idam edildi. her yil 1 milyon insan bu sebeplerle hapiste bulunmaktaydı.

    bu sekilde insanlarin motive olmasi, yaratici fikirler uretmesi ve ulkelerini diger ulkelerin onune gecirmeleri beklenemez. yaratici fikirler tehdit veya ceza yoluyla ortaya cikmaz. insanlarin motive olmalariyla, karsiliginda bir sey kazanacaklarina olan inanclariyla mumkun olur. bu da insanin kendi cikarini dusunmesiyle mumkun olabilir.
    cunku insanin dogasini degistiremezsiniz. insan bencildir, insan once kendini dusunur ve uzun vadede her daim bu icgudu galip olacaktir. insanlari esitlik veya dava ugruna kisa vadede motive edebilirsiniz ama davalara baglilik icin insan hayati cok uzun ve insanin icindeki bencillik; "e artik hani bana?" sorusu er ya da gec ortaya cikacaktir.

    sovyet halki motivasyonunu bu sekilde kaybetti; kot pantolona ozenen, yasaga ragmen bunu temin etmeye calisan gencler ortaya cikti (bu bir ornek, neden degil elbette). tum bunlar birikerek disa kapali sovyet halkinin bir bati/amerikan rüyası'na kapilmasina ve sonucta mutsuz olmasina yol acti. uzun sure her sey iyi giderken, calisma motivasyonunu kaybetmis ve artik gozu disarida olan sovyet halkinin, kaynaklarini halkindan cok askeri harcamalara ayiran ulkelerinin ekonomisi sallanmaya basladi. sonrasinda sovyetler dagildi.

    uzaya ilk cikan, yer yer askeri olarak daha cok ilerleme kaydeden de sovyetler'dir, dogru. fakat bu elinizdeki kaynaklari nasil dagittiniz ile alakali. elinizde olani agirlikli olarak iki alana yatirir ve halktan uzaklastirirsaniz; halkiniz sizin ulkenize gelir getiremez ve buyuk basarilar elde ettiğiniz diger sektorleri besleyecek bir kaynaginiz kalmaz. cunku ekonomi bir butundur, sadece iki sektor bazli değildir. toplam fayda ve dinamik olmak esastir. 2.dünya savasi ile beraber iyice ragbet goren sovyet sistemi -fabrikalarin belli bir urune odaklanmaktan ziyade "cok yonlu" olmasi (bunlar mutually exclusive)- da baslarda korkunc verimliyken dunyadaki urun cesitliliginin artmasi ile verimliligini kaybetmistir. bu da "issizlik" diye bir kavramin olmamasi (hep değindiğimiz teşvik eksikligi) ile birleşince sovyetler uretimdeki verimliligin yaninda inovasyon anlaminda da geri kalmaya baslamistir.

    guclu olanin hayatta kalmasi felsefesi ile bencilligin hukum surdugu insan dogasina en yatkin sistem olan serbest piyasanin uzun vadede kazanacak olmasi kadar dogal bir sey yoktur, sonucta konumuz insan oldukca bu degismeyecektir. dunyadaki her ulke esitligi kabul etmedigi surece, serbest piyasadaki ulkeler daha cok gelisecek ve her disa kapali ekonomiyi uzun vadede maglup edeceklerdir. ancak her ulke "hepimiz daha az geliselim ama esit olalim" derse serbest piyasa ekonomisi saf disi kalir, aksi takdirde serbest, ozgur olan daha yaratici olup digerlerinin onune gececektir.

    yapabilecegimiz en iyi sey serbest piyasa kosullarinin duzenlemesi olacaktir ki; bu da bencillik sebebiyle, yani zenginlerin asiri esitsizlikten isyan cikmasina sebebiyet verip servetlerini tamamen kaybetme riskini goze almamalari nedeniyle olacaktir. veya savaslar/felaketler gerekiyor ki bu da hos bir yol degil. neticesinde kaynaklarin bir nebze daha adaletli dagitilmasi mumkun olabilir. insan dogasindan kacamayiz, serbest piyasa en buyuk motivasyonu ve en faydali buluslarin cikmasini saglar; cunku insan en cok kendisini/ailesini dusunur, en cok bu ozneler cervesinde motive olur.

    ha bana sorsaniz komünizmin de, kapitalizmin de, teokrasinin de icine sicayim.
    hep beraber kucuk gruplar halinde issiz adalara gidelim, agac evlerde yasayip tarimimizi yapalim, domates yetistirelim, balik tutalim, muzik yapalim, yuzelim, gulelim, tertemiz havada dolasalim. gel gor ki boyle bir dunya artik yok; herkesin tek derdi buyume, buyume, buyume. bu da devletlerin altindaki nufusları buyutup onlari "buyume" icin kullanmasi anlamina geliyor. peki mutlu olmamiz icin gercekten "buyume"ye ihtiyacimiz var mi? yoksa m.o. 4000'e donsek daha mutlu oluruz gibime geliyor. ya da artık dunyada kazanc maksadiyla conta civata üretmekle vakit kaybetmeyelim, buyumeye kasmadan sadece uzayi kesfetmeye calisalim, bu kafi.

  • dinlemenin bile acı verdiği ses kaydıdır. çağrı merkezi çalışanlarının da yetersizliği göze çarpmıştır.

    kapı numarası sormak, ''sizin gibi çok vaka var'' demek, sakinleştirecekleri yerde daha da panik yaratmaları nasıl bir eğitim aldıklarını gösteriyor.

    binaların durumu belli, 112 çalışanları eğitimsiz, kurtarma ekipleri tekbir çekip birbirleriyle kavga eder. nereden tutsam elimde kalıyor.
    büyük istanbul depremi öncesi, beni daha da umutsuzluğa sürükledi bu kayıt.

  • csi tarzı filmlerin vazgeçilmezlerinden biri de görevli polis memuru veya dedektifin bizim hayatımızda duymadığımız en zırt kimya formülleri hakkındaki bilgi birikimini durduk yere ortaya dökmesidir.

    - dedektif, olay yerinde bu tişörtü buldum..
    - şunu görüyor musun.. potasyum permanganat.. dostum bu şey koca bir boğayı beş saniye içinde öldürmeye yeter.. hmm.. peki neden gömleğine bulaşmış olsun ki ?

    - dedektif şuna bir bakmanız lazım..
    - boya kazıdıkça çıkıyor. magnezyum stearat.. suyla birleşimi patlayıcı etki yapar.. peki neden boyada stereat kullanmış olabilirler ki ?

    - dedektif buna göz atmak isteyeceksiniz..
    - şunu gördün mü.. sodyum hipoklorit... bildiğin çamaşır suyu. peki renklilerde neden çamaşır suyu kullanmış olabilirler ki ?

  • okuduğunda bana kızacağını biliyorum ama yazmadan edemedim. benim kocamın ilk tepkisi oflayıp, puflayıp kendini hazır hissetmediğini söylemek oldu. gerçi o biraz tuhaftı; iki gebeliğimde de benim canım hiç özel bir şey çekmedi ama kendisi 9'ar ay aşerdi. aşerince de gece dörtte ağır ateşte zeytinyağlı fasulye pişirip sabah altıda yediğine şahit oldum. ben öğürdüm o kustu, koku hassasiyeti benden daha fazlaydı. maalesef doğum sonrası fazla kilolarını da veremedi...

  • ne otoyollarda ne şehirlerde 0 takip mesafesiyle araba kullanan gerizekalilar olduğu sürece her zaman yaşanacak facialardan sadece biri.

    edit: bir üstteki yazarın tüneldeki hız sınırının 70 km/h olduğu vurgusu gerçekten belki de en önemli şey. tünelden her geçtiğimde 70le giderken tüneldeki en yavaş aracın ben olduğum gerçeği de oldukça acımasız ne yazık ki.