hesabın var mı? giriş yap

  • katılmadığım önerme.

    ___________________________________________________________________________________
    i5-2500k@4.50ghz ocz vendetta 2 cpu cooler and ac mx4 termal compound*-*msı p67a-gd65 motherboard*-*gskill ripjaws 4*4gb 1866 mhz ddr3*-*ati hd7870 pcs+ ez edition display card*-*tagan force ıı 800 watt psu*-*1tb caviar black*-*2tb seagate hdd
    aerocool s9 pro case

  • staj süreleri boyunca siklenmeyen, onlara laptop dahi verilmeyip kendi getirdikleri laptopta amanın kartvizit düzenletmek yok bilmem excel ile ilgili bir iki ufak tefek düzeltme yaptırmak, fotokopi çektirip zımba bastırmaktan öteye şeyler verilmeden kendi başlarına staj defterlerine ne yalanlar yazmak zorunda bırakan işverenlere dert olmuş sanırım.

    o stajyer bok var gibi sabahın 6'sında kalkıp dizi, film izlemeye geliyor değil mi sıcak yatağından kalkıp?

    aldıkları maaşmış. beyim beyim o maaşı sen ödüyorsun zaten değil mi? bu arada maaş denilen ücret asgari ücretin %30'una tekabül ediyor. ben vereyim o parayı da yatağımdan kaldırmayın beni diyecek o kadar çok stajyer var ki.

  • devletin kaynaklarının temelini ne oluşturuyor biliyor musunuz? ülkede fakir zengin tüm vatandaşlardan, hemen hemen her vesileyle (telefon konuşması, ekmek almak vb.) toplanan vergiler.

    ne diyordu bu hükümet? kaynaklarımız kısıtlı, devletin malını çarçur edemeyiz, tasarruf etmemiz gerekli demiyor muydu? bu sebeple bir çok kamu kurumunda insanların maaşları donduruldu. hükümet kaynak sağlayabilmek için bir çok önemli kamu kurumunu, kit'leri satışa çıkardı. hatta satmaması gereken şeyleri bile (telekom gibi). gerekçe ne? kaynaklarımız kısıtlı.

    bu ülkede hastaların hatta kanser hastalarının bile ilaç masraflarının devlet tarafından karşılanmadığının haberlerini izledik tv'lerde. devlet kendisine düzenli prim ödeyen vergi mükelleflerine üç kuruşluk ilacı bile alırken kurban pazarlığına girmiyor mu? sebebi ne? devletin kaynakları kısıtlı.

    ülkemiz gelişmekte olan bir ülke, yani tam anlamıyla müreffeh değil. tam olarak batılı toplumların ulaştığı refah seviyesine ulaşamadık. batılı bir ülkede öğrenciye, hastaya, muhtaç durumda olanlara harcanan para miktarı ülkemizde harcanamıyor. bunun sebebi ne? ülkemizin yeterince zengin olmaması. arkadaşlar ülkenin kaynakları çok kısıtlı.

    hükümet zaten kaynak kısıtlılığından bir çok tedbir almadı mı? belli kesimlerden (özellikle ücretlilerden) alması gerekenin çok üzerinde vergi almıyor mu (gelir vergisi + dolaylı vergiler) ? bunun sebebi kaynakların kısıtlı olması.

    şimdi tüm bu kısıtlar altında iken ve ülke olarak maddi durumumuz kötü iken hiç de ihtiyaç olmayan böyle şaşaalı bir yapının inşa edilmesi hükümetin ve rte'nin samimiyetine gölge düşürmez mi?

    ak-saray'ın yapımı bana aylık geliri 3000 bin tl olan 5 çocuklu orta halli bir ailenin babasının sırf keyif için altındaki kendisine her halükarda yetecek olan arabasını (örneğin linea) satıp yerine yığınla kredi borcuna girerek yepyeni üst orta sınıf bir araba (audi a4 veya passat gibi) almasına benziyor. şimdi babaya böyle bir harcamayı neden yaptığını sorduklarında "aileyi daha iyi temsil etmem lazım, ben bu arabaya binerek ailenin itibarını koruyacağım" derse ne kadar aptalca ve bencilce bir açıklama olduğu anlaşılır. bu adama aklı başında her insan "yahu arkadaş senin daha küçücük bir sürü çocuğun (genç nüfus) var. sen halihazırda bunların eğitim, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını sağlayamıyorsun. bu arabayı alarak onlara harcayabileceğin ve onların hakkı olan büyük bir miktar parayı kendi keyfin dışında hiçbir anlam ifade etmeyen bir şeye yatırmaya hakkın yok". diye sormaz mı?

    aklım almıyor vallahi aklım almıyor. bencilliklerini, kıroca-çocukça heveslerini bile ülkeye hizmet diye yutturmaya çalışıyorlar ya bir şey diyemiyorum.

    allah aşkına çankaya'nın ne problemi vardı da milyar dolarlık yeri yapma ihtiyacı hissettiler.

    bu ülkede kanuna, hukuka, mahkeme kararlarına en çok uyması gereken hükümet değil mi? neden mahkemenin durdurma kararına rağmen hukuk sistemini ayaklar altına alırcasına, göstere göstere mahkeme kararlarına uymadı? başbakanın, hükümetin mahkeme kararlarını uygulamama gibi bir hakkı var mı? yok kesinlikle ama kesinlikle yok. burası bir hukuk ülkesi olsa adamı öttürürlerdi. inşaatın sahibi olan şahıs da çıkıp tv'den çatır çatır özür dilerdi. ama maalsef ne ülkemiz ülke ne de halkımız halk.

    not: belki anlatım basitçe ve örnekler biraz aptala anlatır gibi oldu ama kusura bakmayın. aklıma geldiği gibi hışımla yazdım.

    edit: muaviye yeni yaptırdığı sarayı nasıl bulduğunu ebu zerr'e sormuş. ebu zerr: eğer kendi paranla yaptırdıysan israf, devletin parasını kullandıysan haramdır demiş. rte çok dindar ya, hep dinden referans alıyor ya burada da muaviyeyi örnek almış anlaşılan.

    edit2: imla

  • milattan önce 98 yılında romalı bir hukukçu aşağıdaki kuralı koymuş :

    “aynı kanun tasarısında birbiriyle yakın ilişkisi olmayan konuların yer alması yasak edilmiştir. bu şekilde, halkın kabul edeceğine inanılan teklifler, tek başına oylanırsa reddedileceği kesin olan tekliflerle beraber aynı kanun tasarısında yer alamaz."

  • biz fakirlerin olayı anlaması için araba kiralama şirketinden örnek vermesiyle gösterdiği alçak gönüllülüğünün yanında sönük kalır.

  • fransız mutfağından çıktığı düşünülen ve bütün dünyaya yayılmış bir lezzet.

    kruvasanın tarihi ise ikinci viyana kuşatmasına dayanıyor. ortaya çıkışında osmanlı'nın ilginç bir rolü olduğuna dair bazı rivayetler var. bunlardan en güçlü olanın hikayesi ise şöyle:

    viyana'da strauch ile heidenschuss sokaklarının birleştiği köşede şaha kalkmış atın üzerinde kılıcı elinde bir osmanlı askeri heykeli bulunuyor. bu arada heidenschuss kelimesinin anlamı ise 'fırıncının darbesi' olarak biliniyor.

    işte tam da bu noktada meşhur kruvasanın osmanlıyla kesiştiği o hikaye başlıyor.

    osmanlı ordusu viyana kuşatması sırasında surları aşmak için top ateşinden daha etkili bir yöntem olan lağım atmayı kullanıyorlardı. kale duvarlarının altından kazılan tüneller patlayıcıyla doldurulup ateşlenir, meydana gelen patlamayla surlar yıkılırdı. yeniçağ'da kale müdafileri surlarının lağımla yıkılmasını önlemek için duvarların üzerine içi su dolu kovalar koyup, surların altından tünel kazılıp kazılmadığını anlamaya çalışırlardı.

    osmanlı, viyana kuşatmasında savaşırken bilinen savaş taktiklerinden biraz daha farklı bir yöntem kullanıyormuş. normalde millet top tüfek savaşırken osmanlı lağım atma yöntemini kullanıyormuş. türklerin eski bir savaş geleneği olan bu yöntem, osmanlı'da, modern bir yapıya ulaştırılarak, çeşitli savaşlarda kullanılmış. savaş alanının gerilerinde açılacak bir lağım ile düşman siperlerinin altına kadar ilerlemek ve burada patlatılacak bombalarla düşman siperinin yok olmasını sağlama esasına dayanan bir yöntem bu.

    osmanlıların kullandığı lağım yöntemi ise karşı taraf tarafından önceden tespit edilerek patlatılıyordu. savaş bitmeye yakınken fark ettirilmeden şehrin surlarına kadar bir tünel kazılmış. patlayıcıları ateşledikleri anda surları uçaracak bu plan, kısa bir mesafe ötesinde çalışan fırıncı tarafından fark edilmiş. tabii içindeki vatanseverlik aşkıyla avusturyalı askerlere koşa koşa durumu izah etmeye gitmiş. bunu öğrenen askerlerin ilk işi haliyle bu lağımı patlatmak olmuş ve osmanlılar için büyük kayıplar verilmiş bu noktada.

    şimdi lağımdan kruvasana dönecek olursak;

    haberi veren fırıncı savaşın akıbetinde ciddi bir rol oynamış ve karşılığında ödüllendirilmiş. bizim ay çöreği olarak andığımız bu lezzeti osmanlılar'a karşı kazandığı zaferden yola çıkarak hazırlamış. osmanlı sembolü hilali kullanarak hazırladığı bu tat böylece bütün dünyaya yayılmış.

    kaynak olarak ise şöyle küçük bir şey bırakabilirim:

    https://viennaslittledetails.com/…3/ottoman-empire/

  • mutlu olmaya odaklanmamak,
    kendini başkalarını mutlu etmeye adamamak,
    hayır demeyi öğrenmek,
    beklentilerini minimuma indirmek...

  • nükleer patlamadan buzdolabının içine girerek korunmak konusu, yıllar önce indiana jones and the kingdom of the crystal skull adlı filmde işlenmiş ve pek çok tartışmaya neden olmuştur.

    aslında, nükleer patlamanın mekanik, termik ve radyoaktif etkilerinden buzdolabının içine saklanarak kurtulmanın mümkün olup olmadığı hususunda dolaylı da olsa fikir verebilecek gerçek bir bilimsel deney mevcuttur. 5 mayıs 1955 tarihinde abd'nin nevada eyaleti'nin güneyinde yer alan bölgede icra edilen operation cue adlı test sırasında, daha önceden inşa edilmiş olan ve abd'nin belde ve banliyölerinde rastlanan çeşitli konut tiplerinin, yapıların, araçların ve sokakların bulunduğu bir yapay kasabada, atom bombasının standart bir yerleşim üzerindeki etkileri incelenmek istenmiştir. burada kullanılan ev tipleri, tuğla bacalı iki katlı ahşap ev, tek katlı tuğla ev, amerikan tipi tek katlı beyaz ahşap siding kaplamalı prefabrik ev olmak üzere çeşitlilik göstermektedir.

    testten sonra nükleer patlamaya karşı güçlendirmenin yapılmadığı tuğla evlerin yıkıldığı, ahşap siding kaplamalı evlerin banyo bölümünün daha az hasar alıp yine genelinin yıkıldığı veya ağır hasar aldığı görülmüştür. bu testte, daha öncekilerden farklı olarak, patlamanın sadece yapılar üzerindeki etkileri incelenmekle kalmamış, evlerin içerisinde, çeşitli şekillerde muhafaza edilen yiyeceklerin ve tüketim nesnelerinin nasıl etkilendiği de araştırılmıştır. bu kapsamda sığınak olarak kullanılan bodrum bölümleri haricinde, mutfak rafları, kiler vb. yerlerde bulunan nesnelerin yanı sıra o dönemde yaygın olan buzdolabı modelleri de kullanılmış, hatta frigidaire marka kurşun kaplı bir buzdolabı test sahasına ilgili firma tarafından bizzat gönderilmiştir.

    söz konusu buzdolabı patlama noktasından 4700 fit (1432 metre) uzaktaki bir prefabrik eve yerleştirilmiş ve içi de dondurulmuş bezelye, balık filetosu, patates kızartması, tavuklu börek, dilimlenmiş çilek ve konsantre portakal suyu ile doldurulmuştur. ayrıca elektrik hattına bağlanmayan dolabın iç ısısı, buz kalıpları da konulmak suretiyle, ortalama 0 fahreneit (-17 derece santigrat) seviyesinde tutulmuştur.

    patlamadan sonra yapılan incelemede, etrafındaki hasara rağmen, yana devrilen buzdolabının beklenenden daha az hasara uğradığı gözlemlenmiştir. patlamanın mekanik etkisini oluşturan şok dalgasının yarattığı basınç, dondurucunun ve kapağının dış kaplamasını yamultmuştur. ayrıca kapının içindeki plastik kaplama da kırılmıştır. ancak, yine de kapının halen açılıp kapatılabilmekte olduğu ve hatta sonrasında buzdolabı fişe takıldığında da çalıştığı görülmüştür. buzdolabının içerisindeki yiyeceklerde ise hiçbir fiziksel hasar bulunamamıştır. ayrıca yapılan dozimetrik kontrollerde hiçbir radyasyon izi de tespit edilememiştir. hatta, bu yiyeceklerin tüketiminde herhangi bir sakınca olmadığı anlaşıldığından, test sahasında görev yapan sivil savunma gönüllüleri bunları sonradan pişirip yemiştir.

    görsel

    görsel

    görsel

    nükleer patlamanın etkilerinden buzdolabına saklanarak korunabilme imkanının olup olmadığı hususu, buzdolabının patlamaya ne kadar uzaklıkta ve nerede bulunduğuna göre değişiklik gösterir. eğer içine saklanılan dolap, ellili yılların kurşun kaplı ağır dolaplarından ise ve içinde bulunduğu binanın oluşturduğu duvarlar maruz kalınan basınç dalgasının etkilerini zayıflatacak kadar güçlüyse, dolabın içine saklanmak en azından termik ve radyoaktif etkilerden bir ölçüde kurtulma şansı yaratabilir. ancak bu dolap başka bir siperlik tarafından desteklenmiyor ve basınç dalgasının etkilerine doğrudan maruz kalıyorsa içindekilerin zarar görmeden kurtulması durumu imkansıza yakındır.

    indiana jones filminin ilgili sahnesi

    test bölgesindeki kasabadan görüntüler

    1955 operation cue