hesabın var mı? giriş yap

  • 1. kare seklinde kutu üretmek, daire seklinde kutu üretmekten daha ucuzdur. stoklamasi da daha kolaydir.
    2. pizza (tavada yapilmis amerikan tarzi sikindirik kalin pizzalardan söz etmiyorum), hicbir zaman tam daire seklinde olmayacagi icin onu o daire seklinde bir kutuya yerlestirmek sorunlu olacaktir.
    3. köselerdeki bosluklar sayesinde pizza dilimlerini kare kutudan almak, kalip gibi daire kutuya yerlestirilmis pizza dilimlerini almaktan daha kolaydir.
    4. yeryüzündeki yillardir bu isi yapan milyorlarca pizzacinin bir bildigi vardir.

  • kırmızı ojeleriyle namaz kılan ünlü. fotoğrafı çekenin de mi dikkatini çekmemiş. ilginç.

    bu tarz en dindar benim tadında takılanlara uyuz olmaya başladım. namaz kılıyorsan kıl. neden gözümüze sokuyorsunuz ben de bunu anlamıyorum. mustafa ceceli de gözümüze bazı şeyleri soktu soktu sonra ne oldu? gerek yok böyle şeylere. hem kişinin inancı da ibadet edip etmemesi de kendisini bağlar.

  • devre arasında prandelli kesinlikle sneijder'i çıkarıp direnci arttırmalı demişti. not düşelim buraya. bu yüzden sen devre aralarında tv'de yorum sıçarken prandelli gibi adamlar ise soyunma odasında taktik veriyor.

    eyyorlamam bu kadar.

  • sanırım 10 yaşındaydım, kardeşim de 7 filan olsa gerek. ailecek hastaneden eve dönmek için otobüs bekliyoruz. otobüs durağı, kocaman camekan vitrini olan bir pastanenin tam önünde. güzelce ışıklandırılmış vitrinde çeşit çeşit pastalar, adını bile bilmediğimiz tatlılar var.

    kardeşim, suriyeli gibi pastanenin vitrinine yapışmış bir türlü ayrılmıyor, hatta dilini çıkarıp vitrini yaladığına yemin edebilirim ama ispat edemem. illaki oradan birşeyler almak ve yemek istiyor. annem babama bakıyor, ben de babama bakıyorum, kardeşim cam bariyerini umursamadan pastayı yalamaya devam ediyor, babam yere bakıyor.

    annem sinirli bir kadın biraz da pervasız, babama: "şu masuma bir dilim pasta alamıyorsun sen ne işe yararsın be adam" diyor. babam açıklamaya çalışıyor: "maaşa 2 gün var, 2 gün sonra alırız, şimdi anca yol parası çıkışıyor hafize" diyor. kardeşimi vitrinden uzaklaştırıp, dikkatini dağıtmaya çalışıyorum ama ikna olmuyor, diliyle havayı yalamaya devam ediyor.

    neyse ki bir süre sonra otobüs geliyor, annem babama yol boyunca söyleniyor, hatta ara ara "beceriksizsin" filan diye hakaret ediyor. ben kardeşimi suçluyorum, içimden: "bok boğazlı pezevenk" senin yüzünden kavga çıktı diyorum. annem bir noktada: (bkz: ben evde sana aynısını yaparım) diyor. eve girince de petibör bisküvi arasına lokum döşüyor, puding pişirip etrafına sıvıyor. hatta üzerini de kaysı kurusu ile süslüyor.
    kardeşim "himmf bu ondan değil" deyip yemeyi reddediyor, annem "bok ye! sanki bana istanbul'dan geldin itogli!" diyor.

    annemin yaptığı pasta benzeri ürünü babamla ben yiyoruz, ortamı yumuşatmak için anneme "pek de güzel olmuş eline sağlık" filan diyoruz; kardeşim "hiç de bile, bokum gibi olmuş" diyor, annem "nimete öyle denmez allah bir daha hiç vermez" deyip kardeşime bir tokat atıyor. kardeşim az önce bir dilim pastanın peşinde, mazlum bir mülteci iken, bir anda asi bir militana evriliyor: "zaten bir bok vermiyor" diyor.
    kısmen mütedeyyin bir insan olan babam: "bunu seneye imam hatibe yazdırmak lazım" diyor.

    kardeşim şimdi 44 yaşında, üst düzey devlet memuru ama hâlâ pasta yiyemiyor, şeker hastası. ısrarla akp'ye oy veriyor ve boşluğu yalamaya devam ediyor.

  • doğru şeyler söylüyor ama apo adı geçtiği an diğer söylediklerinin pek anlamı kalmıyor. abdullah öcalan, herhangi legal bir konuda hak veya söz sahibi olamaz. hani olmaz ya, hdp tek başına iktidar olsa bile öyle bir şey olamaz. yıllardır şu apo ve pkk ısrarı yüzünden kürtlerin söz hakkı olmuyor, legal siyaset yapamıyorlar. zararın en büyüğünü kürtlere veriyorsunuz.

    seni haksız yere muhalefet yaptığın için içeri attılar (gerçi o zamanlar bile apo diye tutturuyordun ya), muhalefet ve halk sana destek vermek istiyor ama hemen bir apo güzellemesi yapıyorsunuz. pkk sempatizanı kürtler hariç şimdi halk sana nasıl destek versin? sana destek vermiş herkesi bir anda pkk destekçisine çeviriyorsunuz.

  • suç bunlarda değil, bunların büyümesine izin veren hükümettedir. yapılan çocuk istismarını başka bir grup yapsaydı hükümet en sert demeçleri vermekten çekinmezdi. adamlar yaptıkları açıklamayla eleştirenleri suçlu ilan etmişler. hem suçlu hem güçlüler. yazık oluyor bu ülkeye, bunlara gereken cezayı verecek devlet istiyoruz.

  • wason selection task olarak da bilinen meşhur matematik problemlerinden biridir.

    önümüzde bir masa var ve bu masanın üzerinde yan yana dizilmiş 4 kart var. bu kartların ikisinin üstünde sırasıyla 3 ve 8 yazarken, diğerlerinin üstünde bir şey yazmasa da bu iki kart sırasıyla kırmızı ve kahverengi.

    görsel

    sorumuz şu şekilde:

    birileri bize gelip "ön yüzünde çift sayı olan kartların arka yüzleri daima kırmızı renktir" diyor. bu kişinin doğru söyleyip söylemediğini anlayabilmek için hangi kartları ters çevirmek gerekir?

    bu soru aslında zor bir soru değildir ve bu tarz sorulara alışkın kişiler bir süre düşündüklerinde sorunun cevabını rahatlıkla saptayabilirler.

    ancak ilginçtir ki bu tarz sorularla haşır neşir olmayan kişiler bu soruyu çözmekte çok zorlanırken, tamamen aynı soru bu kişilere farklı bir biçimde sorulduğunda problem günlük hayata uyarlandığından problemi kolayca çözebilirler.

    şimdi yukarıdaki soruyu bir süre boyunca çözmeye çalışın. eğer çözemezseniz aynı sorunun şu şekilde sorulduğu versiyonu çözmeyi deneyin:

    siz bir polissiniz ve 18 yaşından küçüklerin alkollü içecek tüketmesinin yasak olduğu bir ülkede alkollü içecek satışı yapan bir barı denetlemeye gidiyorsunuz. bu barda oturan 4 genç ve her gencin önünde bir içecek görüyorsunuz. gençleri birden dörde kadar 1. genç, 2. genç olacak şekilde isimlendirelim. gençlere uzaktan bakarak şu bilgileri ediniyorsunuz:

    1. genç 17 yaşında
    2. genç 22 yaşında
    3. genç kahve içiyor
    4. genç bira içiyor

    şimdi isterseniz 1. ve 2. gencin hangi içeceği içtiğine bakabilir, ya da isterseniz 3. ve 4. gencin kaç yaşında olduğunu öğrenebilirsiniz.

    bu durumda bu barda yasaların çiğnenip çiğnenmediğini en az kaç genci sorgulayarak ve hangi gençleri sorgulayarak öğrenebilirsiniz?

    şimdi iki farklı şekilde sorduğumuz sorunun cevabını önce ilk halindeki şekliyle, sonra da ikinci halindeki şekliyle verelim.

    sorunun ilk hali için cevap: üzerinde 8 yazan ve kahverengi olan kartı çevirmek bize olabilecek en az sayıda kartı çevirerek "ön yüzünde çift sayı olan kartların arka yüzleri daima kırmızı renktir" diyen kişinin doğru söyleyip söylemediğini anlayabiliriz.

    eğer üzerinde 3 yazan kartı çevirirsek ve kırmızı olduğunu görürsek bize ön yüzünde çift sayı olan kartların arkasının kırmızı olduğunu söyleyen kişinin söylediği şeyle çelişkili bir durum bulamayız. çünkü bu adam bize tek sayıların arkası kırmızı olamaz diye bir bilgi vermedi.

    eğer üzerinde 8 yazan kartı çevirir ve kırmızı görürsek adam doğru söylemiş olur ancak kahverengi görürsek adam yalan söylemiş olur. bu durumda 8 numaralı kartı çevirdiğimizde adamın yalan söylediğini gösterebilecek olan bir durum söz konusu olduğundan 8 numaralı kartı çevirmeliyiz.

    eğer kırmızı yüzü olan kartı çevirir ve arkasında herhangi bir sayı görürsek kural herhangi bir şekilde çiğnenmiş olmaz çünkü adam bize tek sayıların arkası kırmızı olamaz diye bir şey demedi.

    eğer kahverengi kartı çevirir ve arkasında çift bir sayı görürsek adamın bize yalan söylemiş olduğunu anlarız çünkü adam bize çift sayıların arkasının daima kırmızı olduğunu söyledi. bu durumda bu kartı da çevirmeliyiz.

    böylelikle cevap üzerinde 8 yazan kart ve kahverengi kart olur.

    şimdi ikinci haliyle çözümü: cevap 1. ve 4. gençtir.

    22 yaşındaki kızın ne içtiğine bakmamıza gerek yok çünkü o ne içerse içsin yasalar çiğnenmiş olmayacak.

    kahve içen gencin ne kaç yaşında olduğuna bakmamıza da gerek yok çünkü kahve içmek için bir yaş sınırı olmadığından çocuk kaç yaşında olursa olsun yasalar yine çiğnenmiş olmayacak.

    bu durumda bira içen gencin kaç yaşında olduğunu öğrenmemiz ve 17 yaşındaki gencin ne içtiğine bakmamız gerekir. çünkü bu gençlerin yasaları çiğneme ihtimali söz konusudur ve yasanın çiğnenip çiğnenmediğinden emin olmak için yaşlarını ve içeceklerini bilmemiz gerekir.

    sorunun ikinci şekline ve çözümüne baktığımızda görüyoruz ki bir matematik sorusunun zorluğu her zaman o sorunun çözüm yöntemi ile ilgili değil, bazı durumlarda sorunun soruluş biçimi ile ilgilidir.

    yani iyi bir matematikçi sadece soruları doğru şekilde çözebilen kişi değil, aynı zamanda soruları doğru şekilde sorabilen kişidir. çünkü siz bu soruyu ilk şekilde sorduğunuzda çözmeniz zorlaşır ve iş karmaşık bir hal alırken ikinci şekilde sorduğunuzda kestirme yoldan gidilebildiği için soruyu çözmek kolaylaşır. bu durumda iyi soru çözebilme yeteneği aynı zamanda iyi soru sorabilme yeteneğidir.

    peki neden?

    bir matematikçi olduğunuzu ve bu soruyu çözmeye çalıştığınızı düşünün. eğer siz bu soruyu çözerken sorunun ilk halini görüp de "bu soruyu ben aslında başka şekilde de düşünebilirim" diyerek aynı soruyu kendi kendinize ikinci şekildeki gibi sorabilirseniz kendi işinizi kolaylaştırmış, dolayısıyla iyi bir matematikçi olmuş olursunuz.

    tabii sorunun ikinci halinin daha kolay olması benim şahsi görüşüm değil. bu olay 1992 yılında evrimsel psikoloji üzerine çalışan leda cosmides ve john tooby tarafından birçok insanda denenmiş. yaptıkları denemelerde soruyu sordukları insanların çok az bir kısmının soruyu ilk haliyle çözebildiğini, ancak soru ikinci haliyle sorulduğunda soruyu çözme oranının arttığını gözlemlemişler.

  • alayınızın müebbeten mahkumu olduğu kapalı cezaevi.

    ruhunuzun ilhamlarını takip edeceğiniz yerde başkalarının, yine "başkaları ne der" tabanlı görüşlerine göre hayatınızı şekillendirdiğiniz için hak ediyorsunuz siz bu cezayı.

  • mail yoluyla bana ulaşan, sahibinin belirtilmemiş olduğu bir anı:

    ben askerligimi ankara etimesgutta pek kisa donem olarak (6 ay) yaparken ve cuma gununden evci cikarken bile mutlu degildim.

    ama allahin sopasi yok ki...

    bir gun bize kurtulus dizisinde rol alacagimiz soylendi. konu memleket meselesi olunca tabii, sahsi cikarlarimizi bir yana birakip senaryoyu okumadan kabul ettik teklifi.

    sahnelerin polatlida cekilecegini soylediklerinde icime biraz kurt dusmedi degil.

    polatli topcu okuluna bir geldik ki belene kampindan farksiz bir yer. 2000 kisiyi cole saldilar ve cadirlarinizi kurun dediler.

    ertesi gun bir kismimiza kuvva-i milliye, bir kismimiza yunan, ve diger gavur askeri kiyafetlerini dagittilar. tabii bizim kuvva-i milliye kiyafetleri yirtik pirtik. ayni kiyafetle cekim yapip, yatip kalkip yasiyoruz. sabah bir matara su veriyorlar ve bir matara suyla her turlu ihtiyacimizi karsiliyoruz.

    saat 08:00 de otobuslerle sete gidiyoruz. set dediysem yanlis anlasilmasin yildiz tepe. sakarya meydan muharebesinin gectigi yer.
    rivayete gore (resmi tarihte boyle bir bilgi yok) tepe daha once bizimmis. bizimkiler yeterince stratejik gormeyip birakmislar ve yunanlilar aldiktan sonra da aymislar ve tepeyi geri almak icin taarruza gecmisler. (bu konuda tarih bilgisi olan varsa ve beni aydinlatirsa cok sevinirim).

    neyse, cekimler baslamadan once trt nin citir kizlari 2000 kisiye makyaj yapiyorlar ve tabii ki 1999 abaza makyajlarini silip yeniden yaptirmak icin siraya giriyor.

    makyozlerden biri tanidik cikti ve kizcagiza bizimkilere ulasmasini ve bana temiz camasir vs. gondermelerini soyledim.

    savasmak pis bir is. insanin ustu basi batiyor. tepenin basinda bir komutan. asagidan pire gibi gorunuyor ve asagida biz yani 2000 asker.

    komutan megafonla hucum diye bagirgyor ve biz allah allah nidalarıyla gavurun ustune yildirimlar gibi cakiyoruz. tabii bu sirada birilerinin olmesi gerekiyor ve herkes daha az kosmak icin olmek istiyor.

    olume talep cok olunca komutan (cakmak cakmak bir teğmen-enteresan
    birisi) bu isi siraya soktu. bu sefer kim olecek diyince herkes elini kaldiriyor. ama bizim bir kisa donem var, her defasinda siyatik, dalak sismesi, koroner kalp yetmezligi gibi hastaliklar bahane ederek olmek istiyor ve adamin tum saydigim ve sayamadigim hastaliklari icin raporu var. komutan kim olecek diyince herif her defasinda bir rapor ibraz ediyor ve olme hakki kazaniyor. e n sonunda komutan "lan ne bicim herifisin be, sen zaten olusun olum"
    diyerek ona her cekimde olme hakki tanidi.

    bir keresinde de ben olmeye hak kazandim ve olme yerim de yunan siperine 5 metre kala. yaklaşık 300 metre tirmanmamiz gerekiyor yani. neyse hucum emirini aldik ve allah allah allah... tirmanmaya basladik, tabii ben savasmayali yillar olmus biraz hamlamisiz.
    nefes kesiliyor. buffaloda top kosturmaya benzemiyor.

    benim olme mekanima daha cok var ve benim gozum karardi ve artik bacagim cekmedi.

    ben de erken olmeye karar verdim.

    ve yandim allah diyerek goge yukseldim, silahimla havada bir yay gibi gerildim ve koca bir dag gibi devrildim ve en yuce kata erme serefine nail oldum.

    buraya kadar olayin butun hamasi yonu bir anda traji-komik bir hal aldi. tabii olduk ve devrildik ama; yildiz tepe, dik bir tepe hafiften.

    olduk ama basladik yuvarlanmaya. her taraf tas, kaya, cakil. oramiz buramiz yirtiliyor. zaten elbise dedigin caput parcasi.

    yirtiklardan filan don paca geziyoruz. ben bir taraftan yuvarlanirken bir taraftan tutunmaya calisiyorum . tufek bir tarafa, matara ve diger techizatlarim bir tarafa, ben bir tarafa yuvarlanip duruyoruz.

    durmak mumkun degil. guya olduk rol icabi; ama can tatli tabii.
    velhasil olsen bir turlu olmesen bir turlu.

    ertesi gun biz yunanli olduk ve temmuz sicaginda bize kase elbiseleri giydirdiler. uzun donemlerden biri tutturdu ben yunanli olmam diye.
    "abi ben yunanli olursam koye donemem, anamin babamin yuzune nasil bakarim" diyor. olum ulan rol icabi bir sey olmaz dedikse de dinletemedik ve herif ictimaya cikmadi.

    tabii bizim bolukten biri yunan olmayi kabul etmeyip cekimlere katilmadigi icin ceza yedik. bu ara tuvaletleri cukur acip bez paravanlarla insa ettik.

    gece bir ruzgar cikiyor, colun ortasinda comelmis yuzlerce ay parcasi ortaligi aydinlatiyor.

    yunanli oldugumuz gun yine yayilmisiz ortaya hucum emri bekliyoruz. hucum emri geldi ve basladik taarruza. bu sefer gavur olarak.

    ve bizim boluk salak gibi yine allah allah nidalariyla saldiriyor.
    tepeden yakin cekim de yaptiklari icin son derece dikkatli olmak gerekiyor aksi taktirde cekim tekrar ediliyor ve bir cekimin hazirligi 3 saat filan suruyor.

    ulan dedim "manyak misiniz olum biz yunanliyiz ne allah allahi".
    demez olaydim. cekim devam ederken bizim boluk durdu. oradan biri peki ne diyecegiz diye ortaya son derece kritik bir soru atti. boluk konuyu tartismaya basladi.

    bu arada yuzlerce at yanimizdan gok gurultusu halinde geciyor.
    ortalikta bombalar patliyor. gurultuyu ve arbedeyi anlatamam.

    diger yunan bolukleri yanimizdan allah allah diye geciyorlar ve gecerken bizim boluge bakip ulan bunlar ne yapiyor savasin ortasinda diye anlamsiz anlamsiz bakiyorlar.

    olum birakin tartismayi hicbir sey demenize gerek yok kosun yeter diyorum ama bomba sesleri ve at kisnemelerinin arasinda beni pek sallayan yok. dallamanin teki bir dakika diye kukredi, beb buldum "makarios" diye bagiralim dedi. bu olaganustu fikir de bir sure tartisilmaya deger goruldu ve sonuc tahmin ettiginiz gibi sahne yeniden cekildi.

    cunku yukaridaki kameralar bizi ayna gibi cekmisler. savasin ortasinda bir grup yunanl hararetli bir sekilde tartisiyor.

    bu arada mayinlarin daha iyi patlamasi icin icine at pisligi koyuyorlarmis ve bunu kimseye soylemediler.

    daha ilk cekimde basladik kosmaya ve yanimizda, sagimizda solumuzda bombalar patliyor. ortalik bir anda bok gibi kokmaya basladi ve gokten basimiza at boku yagiyor. ensemizden at boku oldugu gibi iceri. herkes durdu ve uyuz gibi elini sirtina sokup basladi kasinmaya.

    sonuc yine tahmin ettiginiz gibi. cekim sil bastan.

  • bir tek ben mi çıldıracak, delirecek noktaya geliyorum? sorun bende mi acaba, her şey normal de bir tek ben mi böyleyim diye düşünmeye başladım artık. sorun bendeyse bir deyin ya. bir tek sen böylesin deyin de bileyim. galiba artık delirme noktasındayım. şöyle bir piyasaya bakayım diyorum elimdeki telefonu falan fırlatasım geliyor. arkadaş ben mi deliyim yoksa bu ülke insanı çok ciddi bir akıl tutulması mı yaşıyor? nasıl alıştırıldı insanlar buna? kendine ford focus alan bir tanıdıkla konuşuyorum, 292 bin tl'ye aldığını falan söylüyor. oldukça normal konuşuyor. ford focus lan ford focus ya. focus. bir tek bana mı anormal geliyor bu işler. keşke akıl sağlığımı kaybetmeden şu ülkeden kurtulabilsem.

    edit: çok sayıda mesaj geldi, yalnız değilsin biz de aynı durumdayız diye. cevap veremediğim arkadaşlardan buradan özür diliyorum. çok sayıda mesajda da insanlar peynir, ekmek alamıyor ne arabası tarzında. arkadaş sen bu durumu peynire, ekmeğe indirgersen eğer, araba almayı lüks görürsen, önemli olanın peynir olduğunu düşünürsen daha çook binerler bizim tepemize. şu kafadan çıkmamız gerekiyor. araba almak lüks falan değil, sadece birileri tarafından halkın büyük bir bölümüne lüks hale getiriliyor. hayata yeni atılan, işine yeni başlamış insanlar için araba almak, ev almak hayalden başka bir şey değil artık bu ülkede. ama buna sesini yükseltmez ve peynir de zamlandı dersen eğer, yarın bir gün biri peynir alamıyorum çıldıracağım diye başlık açar. hangisi daha vahim?