hesabın var mı? giriş yap

  • obi van:güçte büyük bir rahatsızlık hissettim. sanki binlerce kişi dehşet içinde bağırdı ve sonra birden sustu. sanırım korkunç birşey oldu

    luke: fener ikinciyi yedi abi maçta son 10 dakika radyodan duydum şimdi

  • bu tip kampanyalarda çok ses getirebilen biri değilim ancak bu kampanyayı başarabilirsek bu ülkede yıllardır unutturulmaya çalışılan kurucumuz, atamız mustafa kemal atatürk'ün anısını yaşatabileceğiz. tabi eğer halkın sesini dinlemeye cesaretleri olursa.

    olay şu. ulaştırma bakanlığı bir kampanya başlatmış ve avrasya tünelinin adını halk koysun demiş. biz de halk olarak oraya "atatürk" yazacağız. sitede şu an problem var. oy vermeye çalıştığımızda sıkıntı çıkarıyor. site linkini yine bırakıyorum. aktif olduğu anda herkes elinden geldiğince oy versin.

    site linki.

    ekleme: direk linkte problem var. lütfen bakanlık sitesi üzerinde sağ alttaki sekmeden oy vermeye çalışalım.
    ekleme: link güncelledi.

  • dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. o sırada ortaya stellovski adında bir yayıncı çıkar. dostoyevski'ye şunları söyler: “bak senin bütün borçlarını kapatacağım. sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

    senden bir kısa roman istiyorum. bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. istediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” çok fazla borcu olan dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

    aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. durumdan haberdar olan fransız yazar stendhal, dostoyevski'ye “ben 'parma manastırı' romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. başka çaresi olmayan dostoyevski kabul eder.

    o zamanlar rusya'da bir dikte etme okulu vardır. okulun en yetenekli öğrencisi grigoryevna snitkin adında isveç asıllı genç bir kızdır. kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

    eseri son gün bitiren dostoyesvki hemen stellovski'nin yanına gider. dostoyevski'nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı stellovski dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. o zamanlar rusya'da noter yoktur. noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı dostoyevski kazanır.

    her rus gibi dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız grigoryevna snitkin'i de çağırır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

    bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

    “memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

    dostoyevski şöyle der: “ben bir roman yazmaya çalışıyorum. romanın başkarakteri korkunç biri… sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

    kız ise şöyle der: “evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay mihayloviç…

    o kız dostoyevski'nin ikinci eşi anna grigoryevna snitkin'dir. yazdıkları eser ise ünlü roman “kumarbaz”dır.

    debe editi:
    öncelikle bırakın ilk sıradan debeye girmeyi, entryi yazarken debeye gireceğini sanmıyordum.
    teşekkür ederim.
    ilk defa okuduğum bu yazıyı başlık altında aratıp ondan sonra yazdım. başlık altında yazılan tüm yazılar “doğal olarak”, yazarların basında /nette okudukları yazılardır. onun için adı üstünde “dedikodu” olan olayların net bi doğrusu yok.
    alttaki yorumları okuduğumda da kitaba dair hikayenin net olarak doğrusu şudur diye “kaynak göstererek” yazmamışlar. dolayısıyla bu yazının da onların yazdıklarından bi farkı olduğunu düşünmüyorum.

  • birkaç gündür instagramda art arda sanat dünyasının 150 başyapıt resmini paylaşması nedeniyle takipçi sayısı 609 bin'den 607 bin'e düşen fazıl say bu bilgiyi paylaşmış.
    acun biti hakan hatipoğlu hangi akla hizmetse altına yorum yapıyor: aynı şey bana da oluyor bayram tebriki paylaşınca :)

    sonrası uygulamalı cringe. fazıl say: "siz ne işle uğraşıyordunuz?" diyor. sonrası h.h. için karanlık... onu bir daha gören olmadı. yorumunu siliyor tabii.
    fazıl say klavyene sağlık. doblo bilmeyen vedat milor'dan sonra en nazik insan ezme bu olurdu herhalde. içimin yağları eridi. evet.
    http://m.hurriyet.com.tr/…s-yapiyorsunuz-41025688/4

  • bu kule ilk kuruldugunda aslinda amac paris'te fransiz devriminin 100. yilini kutlamak icin kurulan bir fuara ekleme yapmakti. buna gore kule kurulacak ve bir sene sonra kutlamalar bitince yikilacakti. fransiz hukumetinin acmis oldugu ihaleye bir suru muhendis ve sirket katilmisti ama gustavo eiffel adli amcamiz ihaleye girdiginde herkes onun ihaleyi kazancagini biliyordu cunku bu arkadasimizin devlet icinde bir suru tanidigi ve agirligi vardi. gustavo eiffel gercekten de ihaleyi kazanacakti ve devlete ilginc bir oneride bulunacakti. buna gore kule 1 yil yerine 20 yil kalacak, kuleyi gustavo eiffel kendisi isletecek ve karsiliginda kulenin yapiminda yapilan masraflarin %80'ini bizzat kendisi cekecekti.

    bu olay paris'te cok buyuk tepki cekmisti. sehirdeki unlu edebiyatci, sair ve ressamlar kuleyi protesto etmek icin sokaklara dokulecek ve bir cok bildiri yayinlayacakti. sehrin sanatcilarina gore bu demir yigini sehrin guzel goruntusunu bozacakti ve sehri cirkinlestirecekti. ilginctir ki bugun paris deyince insanlarin aklina ilk gelen sey bu kule ve bu kule tek basina milyonlarca turisti cekiyor. o donemde insanlarin bunu gorememisti ve tepki gostermisti.

    insaatin ilk senesi bittiginde kulenin 2. kati bitmisti. insaat cok hizli bir sekilde ilerliyordu. kulenin insaatinda 300 kadar isci geceli gunduzlu calisiyordu. bu kulenin insaati sirasinda insanlari sasirtan bir olay da kimsenin olmemis olmasiydi. boylesine devasa bir insaatta bir kisi bile dusup sakatlanmamis veya olmemisti. insanlar gercekten cok buyuk bir ozveriyle calismisti.

    kulenin insaati 1889'da bitmisti ve yuksekligi 300 metreydi. o gunlerde bir efsaneye gore 300 metrenin uzerine cikan biri gokyuzune dokunabilirdi ve kulenin yuksekligi bu yuzden 300 metre olarak secilmisti. bu kule 1930'a kadar dunya'nin en yuksek kulesi olacakti. gustavo eiffel bundan sonra kuleye tasindi ve bilimsel calismalarina buradan devam etti. bundan sonra da kendisini aerodinamik calismalarina verdi. kuleyi gormeye fransa'nin ve avrupa'nin bir cok yerinden insanlar geliyor ve kuleyi gormek isteyenlere bilet satiliyordu. boylece kuleyi isleten gustavo eiffel, kuleye yaptigi yatirimi fazlasiyla geri kazanacakti.

    kule kuruldugundan beri 20 yil gecmisti ve anlasmaya gore kulenin yikilmasi gerekiyordu. o sirada ilginc bir olay kulenin hayatini kurtaracakti. o donemde kulenin anten olarak kullanilabilecegi, ve kulenin tepesine yerlestirilen vericilerle amerika kitasina dahi yayin yapilabilecegi anlasilmisti. bundan dolayi kulenin yikilmamasi ve radyo anteni olarak kullanilmasina karar verildi.

    birinci dunya savasinda fransiz komutanlar savasi kuleden yonettiler. ayrica kulenin uzerine yerlestirdikleri vericiler sayesinde avrupa'daki tum fransiz askerleriyle rahatca iletisim kurulabildi. ikinci dunya savasinda bu kuleyi radyo vericisi olarak kullanma sirasi nazilerdeydi. isin ilginc tarafi naziler bu kuleye bayraklarini cekince fransizlar'i oldukca kizdiracakti ve bu sayede fransizlar'dan bir cok insan direniscilerin safina gececekti. ikinci dunya savasi biterken fransizlara kizan hitler kulenin bombalanmasini emretti ama bolgedeki alman general sehre ve kuleye asik oldugu icin bu emre itaat etmedi.

    gunumuzde kule fransizlarin ve paris'in bir semboludur. kule 7 yilda bir yeniden boyaniyor ve bunda 300'den fazla insan 18 ay boyunca gorev aliyor. kulenin isiklandirmasi icin bol miktarda isik kullaniliyor. ayrica kulede kullanilan asansorlerden bir tanesi kule ilk insa edildiginde kullanilan asansorun ta kendisi. gunumuze kadar hic yamuk yapmadan gelmis ve hala calismaya devam ediyor.

    bu kulenin dunya'nin bir cok yerinde taklidi bulunuyor....

    ohio:
    http://farm4.static.flickr.com/…68_b0d56e8879_b.jpg

    tennessee:
    http://farm4.static.flickr.com/…14_739fa712fb_b.jpg

    las vegas:
    http://farm4.static.flickr.com/…87_fb16e5ac6f_o.jpg

    tokyo:
    http://farm1.static.flickr.com/…49_781769fb3c_o.jpg

  • karsiyaka-konak vapurunda yaklasik 100 kisilik bir ogrenci grubu vardi. artik gezmeye mi gelmisler bilmiyorum. kizlardan birinin tokasi ruzgarin etkisiyle ucuyordu korfezin serin sularina dogru. yakaladim tokayi. gruptan buyuk bir alkis aldim. artik vapurun en onemli simasiydim. dikkatli olmaliydim!!

  • muğla üniversitesi iibf de muhasebe dersinin 3. saati :
    - sen ! adın ne senin ?
    - inan hocam
    - çık dışarı !
    - neden hocam ?
    - sen 1. saat çok konuştun çık!
    - evladım senin adın ne ? arkasındaki ?
    - sinan hocam
    - sen de çık dışarı
    - hocam kafiyeden adam atılırmı ya !

  • önce pişmanlık nedir onu iyice bir öğrenmek. yoo dostum, her hayıflanmanız pişmanlık değildir. günün birinde içine sine sine yapmış olduğun şey başka bir gün başına kabaklar patlattığında yaşadığın üzüntü de değildir pişmanlık.

    pişmanlık en başta kendinden ve yaptığın şeyden tiksinmeyi, alternatifleri reddedip kendini o hale bile isteye sokmuş olmanın getirdiği yabancılaşmayı içerir. hayatta üzülecek, baya bi kırılıp dökülecek, zaman zaman sürüneceksiniz, bunların kaçarı yok, ama pişmanlığın kaçarı var: içinize sinmeyen hiçbir şeyi çok büyük bir mecburiyetiniz, hayat memat meseleniz yoksa yapmayın.
    kişiyi en acıtan yabancılaşma kendine olandır, kendinizi yine ta kendinizden yıpranmış, ter kokmuş, yakası paçası kaymış bir tişört gibi çıkarıp atmak istemiyorsanız -işte pişmanlık tam olarak budur- yaptığınız her şey önce sizin içinize sinecek. ananızın, babanızın, kuzeninizin, komşuların, whatsapp kanka grubunuzun, iş yerindeki fatma'nın değil.

    her eyleminizde bir crush on durumu yaşayın, bu sadece aşk değil, iş, arkadaşlık, yeni bir kıyafet, gezilecek görülecek bir yer, eve alınacak bir koltuk da olabilir, ama ona tutulun.
    herkes akın akın evleniyor diye "benim bundan çocuğum olsa nasıl güzel olur" hissi yaratmayan biriyle evlenmeyin, herkes oraya gidiyor diye size çivili koltukta oturuyor hissi yaratacak yere gitmeyin, herkes alıyor diye "eve gitsem de şunu üzerimden fırlatıp atsam" diyeceğiniz o rahatsız bluzu almayın. herkes size "aaa biraz manyak galiba" diyor diye onların diliyle konuşmaya başlamayın. düşecek ama kalkacaksınız da, kimsenin yara izi bir başkasında sızlamaz, kaşınmaz, sadece uzaktan bakıp "acıyor olmalı" dersiniz, (burada yara ve iz kelimelerini yeni nesil ağlak edebiyatçılar gibi sadece aşk meşkle iniltili kullanmıyorum) sizin kendi yara izleriniz olsun yoksa öğrenemezsiniz, hem "yara izi yarayı açan kılıçtan daha etkilidir"* tecrübeyi gösterir. kendiniz olun ve sonunda batsanız da çıksanız da vurulmadığınız hiçbir şeyin peşinden gitmeyin, tercihlerinize laf söyleyen insanlara karşı mottonuz da şu olsun: "sa-na-ne a......."