hesabın var mı? giriş yap

  • özet: yolcu telefonu uçağa binmeden önceki bekleme yerinde bırakmış. uçaktan inip almasına izin vermemişler. bir arkadaş gelip alacak getirecek demişler onu da yapmamışlar. sonra yolcuya bir şekilde kapıyı açmışlar, uçaktan inip telefonu almış ama bu sefer de uçağa geri binememiş yasakmış.

    edit: özetleme tekniğimi soranlar, mit'den geçen hafta yayınlanan "from sparse to dense: gpt-4 summarization with chain of density prompting" makalesini okuyabilir.

  • sosyoloji derslerinde gonul rahatligi ile kullanilabilir bu video.

    1- soforun stop kelimesini istop'a evrimleyerek "istop asagi" cumlesini "kacin, minibusu yok etme butonuna bastim" tandansi ile tonlamasi ve ufak bir tonlamanin insanlar uzerindeki yikici etkisi.

    2- sofor ile goz goze gelen teyze sakin kalsa, muhtemelen hic panik yasanmayacak. ama "tehlikeyi" soforun gozlerinden anlayan teyzenin zengin kalkisi yapmasi ile suru psikolojisinin tetiklenmesi.

    3- suru psikolojisi devreye girdikten sonra, insanin en temel ve en ilkel duygulari olan egoistlik ve hayatta kalma mucadelesi basliyor. bu hayatta kalma mucadelesini, yardimci kadin oyuncu teyze ile amansiz bir omuz omuza mucadeleye giren gence ve harekete gectikten sadece 1.7 saniye sonra minibusten inen kizlara bakarak anlayabilirsiniz.(teyzenin yasama sevinci gozlerimi doldurdu bu arada)

    4- son olarak da, gencin arkasindaki kadinin kacarken yere dusurdugu kitabi almaya calismasini incelersek, canlilarin hayatta kalmak icin ne tur donanimlara sahip olmasi gerektigini goruyoruz. orada minibus patlamak(!) uzereyken kadin hala kitap derdinde. karar verme mekanizmasi hizli calismadigi icin hayatta kalma sansi teyzeye gore cok dusuk. oysa teyze orada guclu bir rakibi ekarte ederek hayata tutunuyor.

    niyahetinde tekrar anlasildi ki, minibus soforleri toplumlarin afyonudur. her eylemleri toplumsal bir deney adeta.

  • benim hayalim , bahçeli müstakil bir ev , senin yaptığın beton blok hiç sikimde değil.

  • nefis bir film. izah edelim.

    ---------spoiler içeriyor-----------

    filmin kare ası nefis oyunlar vermiş. iyi yönetmenlerin elinde ortalama oyunculuğu olan yakışıklı aktörlerin bile ne kadar nefis oyunlar verebileceğinin kanıtı chris pine koca kafasıdır. ikili eşleşmelerle 4 aktör üstünden yürüyor film ve dört aktör de harika oyunlar veriyor. sizlerin oyunculuktan anladığı ne bilmiyorum ama ben durum, atmosfer-dramatik gerilime uygun nefis kompozisyonlar gördüm. her biri kendi karakterini ince donelerle üstlenen, rol çalmayan, kendi alanını karakterin özgünlüğü ve derinliğiyle yaratan gösterişsiz, ağdasız, minimal ve bir o kadar büyük oyunlar.

    film için doğal ve gerekli yaklaşım sistem, sistemin belkemiği olan bankacılık, mortgage sistemi, elbet 2008 amerika çıkışlı küresel krizin yarattığ etkilere odaklı bir eleştiri. nitekim tüm bunları ziyadesiyle barındırıyor film. ama filmin yaptığı başka bir şey var ki ben buna iyi, nitelikli yönetmen dokunuşu diyorum.

    filmin senaryosu yüzeyde ziyadesiyle tanıdık ve hatta klişe bir senaryo. ama yönetmenin kamerasını gezdirdiği zamansal ve uzamsal bağlamlar ince ince çizilen bir kır portresi gibi dikkatli izleyicinin içine işliyor. acele etmeden, tempoyu doğru ayarlayarak, karakterlerin ve özellikle amerikan kırsalının da biyografisini yazıyor yönetmen david mackenzie kamerasıyla. en önemlisi eleştiriyi bağıra çağıra, kör gözüne bir sinemasal çiğlikle aktarmıyor peliküle.

    sinemada görüntü ve senaryo birliği üzerine bir tür ders niteliğinde film. ama özel olarak yaptığı şey aslında görünen sistem eleştirisinin ardında ''büyük amerikan ulusu'' mitinin köklerine dönük bir sorgulama. bu durumu ulus-millet kimliğini biraraya getiren etnik temizlik gibi günahları ve tektipçi faşizan ülkünün yarattığı tarihsel perspektifi yineleyerek ve bugüne özel bir estetik mizanpajla taşıyor perdeye mackenzie.

    tarihin izdüşümünü bugüne ait bir hikayenin göbeğine taşıyor. ve çerçevesini western janrıyla (elbet bilinçli bir tercih olarak) imlerken bu fona en uygun eyalet teksas eyaletini seçiyor. burada tarihsel gerçeğe dönük iki bağlam var. birincisi ''vahşi batı'' ifadesiyle bir tür sabit bilinçaltı gerçeği ve elbet somut tarihsel bir gerçeklik olarak vahşi batı denen bölgenin amerika'nın seyrek yerleşimli uzak batı bölgelerini tanımlayan bir ifade olması. bu durum da doğal olarak şiddete yakınsayan bir toplumun portresini daha gerçekçi çizerken, mitlerin kökenine dönük ''gizli metafor'' seçeneğini çerçevesine ustaca yerleştiren olgun bir anlatıma kavuşmasına neden oluyor filmin.

    böylelikle yeni ve modern dünyanın uzak batılı ''yeni yerlileri'' de nefis bir şekilde tanımlanmış oluyor. bunlar kabaca amerikan tarihi bilen herkesin anlayacağı şeyler. hatta tarih okumadan filmlerden bile öğrenebilirsiniz. abd'nin farklı etnik kökenlere ait insanlardan bir ulus- ülke- devlet yaratma çabasının en büyük kurbanı kızılderililer. etnik katliamlar, işkenceler, sürgünler, zoraki göçler, asimilasyon politikaları derken çirkin, barbar, her yerinden irinler akan boktan bir tarihsel gerçek var orada.

    işte mackenzie'de iyi bir yönetmen olarak bu ulus kimliğe sahip beyaz amerikalıların ''beyaz yerlilere'' evrilişinin hikayesini bir tür global, küresel sermaye (bankalar, şirketler ve devletler) savaşımıyla, değişen savaşın ve savaş şartlarının modern bireyin geçmişe, atalarına, köklerine uzanan saç ayaklarıyla genişletiyor. beyaz adamın bir zamanlar zorbalık ve cinayetle sömürdüğü, yok ettiği, katlettiği kızılderililerin yerine şimdinin sözde ulus-kimlik sahibi beyaz adamı koyup, onun yaşadığı zulme işaret ediyor senaryosuyla. vahşi batı mizanpajını oluşturan kadrajına oturttugu beyaz amerikalıların çürük ve kirli gecmişinin günümüze uzanan izlerini sürerken vahşi batı'da hiçbir şeyin değişmediğini, değişen tek şeyin şiddete meyyal eden at üstündeki yerel haydutların artık kurumsal bir kimlik ve aidiyet duygusuyla (bankalar, vergi daireleri, petrol, devletler, çok uluslu şirketler vs) işlerini sürdüren küresel, takım elbiseli, üniformalı haydutlara dönüştüğünü , mermi, silah ve fiziksel şiddetin yerini bankaların, faizlerin, kredilerin, petrol kuyularının, vergi dairelerinin aldığını imliyor ustaca.

    üstelik yeni dünyanın vahşi batılıları artık kızılderililer değil. artık sisteme, devlete borcu olan her beyaz adam kızılderili çünkü.

    burada yine miti tersine çeviriyor ustalıkla mackenzie. merkeze alıp, suçlu konumuna yerleştirdiği hikayenin anti-kahramanı olan iki kardeş aslında bu sistem içerisinde en günahsız ve masum kişiler. ama yönetmen onları aklayan ya da romantize eden bir yaklaşımla vurgulamıyor bu durumu. senaryonun merkezinde soygun yaparak hayatta kalma çalışan iki kardeşin romantik hikayesini başaşağı ederek, onların kötülüğüne sebep olan şeylerin, sistemin altını çizerken karşılarına silah kuşanmış somut fallik bir kötülük, kötüler, objeler koymuyor. kurum ya da kurumların insanlar üstünde büyüyen ürkütücü karanlık gölgesini kızgın güneşin, tozun, sarının her türlü tonunun can yaktğı bir aydınlık içerisinde resmediyor. aydınlığın üstünde büyüyen karanlığın biçimsel ironisini de böylelikle filmine yedirmiş oluyor. hikayenin kötü adamı, kötülüğün somutlaştığı fiziksel bir eylem ya da evren yok filmde ki filmin en büyük başarısı da burada. karakterlerin eylem motivasyonuna dönük böyle güçlü bir anlatı oluştururken onları bu motivasyona hazırlayan durumu, kişileri, kötüleri göstermeden seyirciyi onların hikayesine inanırmak, ortak etmek her yönetmenin harcı değil.

    western janrının gereği olarak en yüksek silahlanma oranına sahip teksas eyaletinde gönüllü koruyucuların, halkın banka soyguncuları için sürek avı başlatması janrın en önemli mitlerinden biri. nitekim burada da yerel halk sözde halkın refahı ve en önemlisi devletin bekası için iki kardeşın peşine düşüyor. tıpkı western filmleride olduğu gibi kasabanın ortasında şiddetin kol gezdiği bir mermi kıyameti kopuyor.

    üstelik bir zamanların kızılderilileri çoktan asimile olup düzene adapte olmuş. hatta ve hatta kanun koyucu olup beyaz adamın zulmetini kuşanıp onlardan olmak için diğerlerine göre daha fazla çabalamış.

    en nihayetinde kızılderililer, rangerler, şerifler, öfkeli beyaz adamlar, kanun koyucular, bankalar, petrol şirketleri derken western formuyla günümüze taşınan arkaik hikaye geçmiş ve bugün arasında nefis bir koşutluk kuruyor.

    özellikle kahramanın baht dönüşüyle kendine sağladığı petrole dayalı kurtuluş abartılıl bir ironi olarak seyircinin gözüne sokulan tek şey. zaten bunu da bilinçli bir şekilde yapıyor yönetmen. üstelik kardeşlerden suça meyli olanı (sırf bu romantizmin tuzağına düşmemek adına), karakterin kökenine dönük bir tür nedensiz şiddet, bir tür fiziksel şiddet üreterek kendini gerçek ve sabit kılma eylemiyle örtüşürüyor finale doğru ve mutlak sonunu hazırlıyor. belki böyle yaparak sistemin insanlar üstündeki etkisini daha güçlü bir şekilde sabitliyor yönetmen. kimseyi aklamadığı gibi kimseyi de cezalandırmıyor böylelikle.

    zira çok bilinen bir gerçek olarak bazı insaların kendini ifade etme biçimidir şiddet. ama bunu yaratan şartları görmezden gelerek bu durum hakkında söz etmek çok bilmişlikten öteye geçmez. neyse ki mackenzie bu tuzağa düşmüyor ve her karaktere gereğince yer açıp tarafsız bir şekilde karakterlerin hikayelerine konuk ediyor izleyicisini.

    nihayetinde geleneğini keskin çizgilerle ayrılmış iyi-kötü çatışması üstüne kurmuş bir sinema sektörünün somut kötüler olmadan bu denli geniş tabanlı bir eleştiri düzlemini kurması önemli bir iş.klasik, tanıdık bir hikayeyin hem sinemasal, hem tarihsel, hem kültürel mitlerini kökenlere sadık kalarak bugüne dönük bir orjinallik içersinde incelikle işlemek bir bakıma kolay gibi görünen zorluğun üstünden gelmek filmin en büyük meziyeti ve her yönetmenin harcı değil.

    david mackenzie gibi benim için rüştünü çoktan ispat etmiş bir yönetmenin olgunluk çağının ilk filmi olarak hell or high water bu senenin açık ara en iyi 3-5 filminden biri. mutlaka görün.