ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
öğrenciye 12 yılda ingilizce öğretemeyen sistem
-
cevabı yine bir soru olan önerme.
neyi öğretebildi ki ?
21 şubat 2016 hakemin kırmızı kart görmesi
-
kırmızı kart gösterirken bir yandan da sol eliyle dışarıyı işaret etmesiyle "benim taşaklar dökme demir" demiştir.
idam cezası için halkoylaması yapılsın
-
ne diyorsun olm sen?
idam ile kimler asıldı bu ülkede biliyor musun?
gencecik insanlar. zamanın diktasına karşı geliyorlar diye. hiç pahasına.
bu ülkede adalet kanunlara göre uygulanıyor mu?
nasıl bir arzu bu?
böyle bir gücü birilerine vermek embesillikten başka birşey değildir.
her hükümet yargıyı ele geçirmeyi başarmış bu coğrafyada. sen ne olsun istiyorsun?
yazarların en iyi beş dizi listesi
50 kuruşluk su ile bilim adamı olmak
-
küçük bedirhan'ın: -hayır beyfendi, 10 yıl + 50 kuruş ile cevap verdiği rivayet edilen olay.
jandarmada atatürk mü vahdettin mi kavgası
-
ordu harbiden bitmiş. bir astsubayın haddine mi yüzbaşıyla ağız dalaşına girmek.
isp müşterisi tripleri
-
müş. siyah ekran çıktı efendim
ben. yazın kullanıcı adınızı
müş. yazdım
ben parolanızı da girin
müş taman
ben. garip karekterler akmaya başladığında klavyeden f7 ye basın
müş. elimle mi?
ben. eee siz bilirsiniz
depremde kayıplara karışan cemaat ve tarikatlar
-
bir türkiye klasiği, yine ortalıkta yoklar. milyon dolarlarla oynasın dursunlar, sonra afad milletten para toplasın.
gerdek odasını kuruyemiş dükkanına çevirmek
-
bu çiftin muhafazakâr olduğuna yemin edebilirim ama asla kanıtlayamam
#çünküçaldılar
-
aktroll turnusolu başlık.
un beau matin
-
başrolünde léa seydoux'nun olduğu mia hansen-løve tarafından yazılan ve yönetilen cannes film festivali ödüllü fransız filmi.
un beau matin (one fine morning); bir yandan babasının hastalığı nedeniyle onun bakımıyla ilgilenen diğer yandan da hiç beklemediği bir zamanda ilişkiyi bulan eşini kaybetmiş, 8 yaşındaki kızıyla beraber yaşayan çevirmen sandra'nın (lea seydoux) hayatından kesitler sunuyor.
film; günlük hayatın koşuşturmacasında hayatın ona bıraktığı yalnızlığı sindirmeye çalışan güçlü duygularla boğuşan bir kadına odaklanıyor.
--- spoiler ---
gücünü doğallığından ve hayatı tam da olduğu gibi yansıtmasından alan film, mevsimleri hatırlattı bana; kışın hüznü ve baharın yeniden doğuşuyla ilgili bir hikaye. mia hansen-løve bu şekilde iki karşıt hareketi birleştiriyor: babasının ölüme, unutulmaya yani karanlığa doğru giderken diğer tarafta aşkı bulmuş olmanın umudu tüneli ucundaki ışığı gösteriyor bize.
yetişkinlerin hayatı, sevdiklerini ve alışkanlıklarını zamanla kaybederken yenilerini ve bir şekilde mutlu olmayı bulmakla geçiyor. işte film de günlük yaşamın bu hayal kırıklıklarına değiniyor. hikaye ilerledikçe sandra'nın hayatındaki üzüntüler ve küçük sevinçler büyük olaylara dönüşüyor.
insan; bir yandan acı çekerken diğer yandan hayata devam etmeyi ve mutlu olmayı öğreniyor. film de bu duyguyu ekrana yansıtıyor. o aşkı, sevgiyi, tutkuyu, aile ilişkilerini, hastalıklar ve ölüm karşılığında çaresiz kalışı, yine de hayatın her şeye rağmen devam edişini öyle samimi anlatmış ki filmin ruhu, izlerken ve izledikten sonra bende kalan o sıcacık duygu çok hoşuma gitti. ayrıca sandra, çiftleri ayıran bir karakter olarak insanda kötü duygular uyandırabilirken yönetmen empati yapmamızı bekliyor ve nereden gelirse gelsin sevginin değerini vurguluyor. mesela sandra'nın otobüste ve üzgün olduğu bir sahne var. erkek arkadaşından “senin için çıldırıyorum” diye mesaj gelince bir yandan çok mutlu oluyor çünkü sevgi görmeye ihtiyacı var diğer taraftan babasının hastalığına üzülüyor. aslında filmi özetleyen bir sahne. görsel, görsel
hollywood ve başta türk dizi/film sektörü olmak üzere ekranlarda sıradan insanların günlük hayatları çok nadiren işleniyor. son 10-15 yılda sürekli ya mafya ya ceo ya yalıda geçen ultra zengin aileler ya da güneydoğuda konakta… hikayeleri çıkıyor karşımıza. şehirde yaşayan orta sınıf bir insanın hikayesinin ilgi çekici olmayacağı gibi bir algı var ancak bu algıdan öte kolaycılık. çünkü hayatın içinden bir hikaye anlatmak zor iştir öyle tvdeki çöpler gibi gerçek hayat hikayesinden uyarlanmıştır yazmak yetmez.
neyse efendim gelelim filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan mia hansen-løve hanımefendiye. pandeminin başında - daha babası vefat etmeden önce - kendi ailesinden yola çıkarak yazmaya başladığı bu hikaye hayatın kendisine çok benziyor. hem hikayede hem oyunculuklarda bu doğallığı yakalamış olmasını çok sevdim. mia hansen-løve; çok incelikli bir şekilde, bir iç gözlem ile aileye ve sevgi ihtiyacına dair düşüncelerini sahnelemiş. yönetmenin izlediğim ilk filmiydi ama son olmayacak diğer filmlerini de sırayla izleyeceğim.
yönetmen demişken “filmi başından beri onu düşünerek yazdım, aklıma başka kimse gelmedi” dediği başrol lea seydoux; lea seydoux bence kariyer performanslarından birini sergilemiş. son derece güzel ama bir o kadar da sade. bekar bir anne, giderek hastalanan bir baba ve karmaşık yeni bir aşk ilişkisi arasında kalan bir kadını canlandırıyor. zarif karakterinin derin üzüntü anlarını ve yeniden keşfedilen mutluluğunu çok güzel gösteriyor. mesela bir detay var sevgilisinin olduğu sahnelerde elbise ya da etek gibi daha kadınsı kıyafetler giyerken onunla olmadığı sahnelerde kot pantolon/gömlek/kazak giyiniyor.
zaten aşırı güzel ve çok beğendiğim bir kadın. güzel olmak için hiç çaba sarf etmese bile çok güzel biri, o sadeliğin güzelliği her zerresine işlemiş. üstüne bu kadar da yetenekli olunca hayran kalmamak elde değil. görsel
babası rolündeki pascal greggory ile beraber beni darmadağın ettiler. görsel
toparlayacak olursam; film, insanın acıyla ve mutlulukla iç içe geçen hikayesini muhteşem diyaloglarla, baba-kız ve insan ilişkileriyle anlatarak yaklaşık 2 saat boyunca izleyenlere çok güzel zaman yaşatıyor.
mubi'den izleyebilirsiniz.
8/10
--- spoiler ---
uçakta evlenme teklif eden pilot
-
şanssız pilottur. o nasıl uçak amk. deplasmana giden kasımpaşa taraftar otobüsü gibi.