ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
kuzey kore'yi görüp hala komünizm diye sayıklamak
nejat işler kaan tangöze ve teoman'la eve çıkmak
-
herkes niye öğrenci evi tribine girmiş onu anlamadım. milyonluk adamlar temizlikçi tutamayacaklar mı? topumuzun ruhu fakir, biri de teoman'ı bulaşık sırasına sokmaya çalışıyo çıkar donunu da yıkasın.
çevrimiçi olmasını izlemek
-
ya bu durumla ilgili çok güzel bir laf var bak;
"size kapalı olan kapıların anahtar deliğinden bakmayın" diye.
bu hareketler gerçekten insanın, kendime saygım yok davranışlarıdır.
bitmiş şeylerin peşinden gitmek, sizi yeni yollardan alıkoyar.
durmayın o kapılarda, ytd.
debe edit : öncelikle teşekkürler.
sonra da şu (bkz: #138938920) entrye bir göz atalım, belki bir gören duyan olur. iyi bir haber alınır.
(bkz: 15 haziran 2022'de kaybolan üniversite öğrencisi)
akademisyenlerin öğretmen denilince kızmaları
-
mesele, öğretmenliğin kötü-akademisyenliğin iyi olmasından kaynaklanmıyor. nevi farklı. farkını bilerek söylese amenna ama ikisinin de aynı iş zannedilmesi acı.
bu fark olmasa, çırağa marangozluk öğreten adama da usta değil öğretmen demek lazım. aynı sektör şartı mı var? o hâlde hemşirenin işi de hasta, cerrahın işi de hasta. neden ikisine de hekim denmiyor sizce? işte bu fark tam da böyle bir şey. bu sorunun cevabını bulduğunuzda, başlıktaki tespitin de cevabını öğrenmiş olacaksınız.
herhangi bir bölümden lisans düzeyinde mezun olup pedagoji eğitimi alıyorsun. ilköğretim ve lise düzeyinde ders verme yetkinliğine sahipsin ve unvanın "öğretmen" oluyor. gerçi devlete atanamayanlara da öğretmen demiyorlar ya artık, o başka bir saçmalık.
bu eğitimin üzerine minimum sürelerden hesaplarsak 2 yıl master, 4 yıl doktora yapıyorsun. ve artık üniversite düzeyinde ders verme, metodoloji bilerek bilimsel araştırma yapma, en önemlisi yeni bilimsel içerikler üretme kabiliyetine sahip oluyorsun. bunun adı da akademisyenlik. ve emin olun hiç de öyle üniversite okumaya benzemiyor bu iş.
şimdi bu ikisi aynı şey mi?
yani iki meslek arasında gerek muhteva gerekse pratikte dağlar kadar fark var. her ikisinin de işi yalnızca "öğretmek" değil. en büyük yanılgı burada başlıyor. biz lisede, onlar üniversitede ders veriyor gibisinden basit bir düzeye indirgeniyor olay. tam tersine akademisyenlerin ilk görevi bilimsel içerik üretmek. araştırmak, sorgulamak, keşfetmek ve en son bunları aktarmak yani öğretmek.
ayrıca akademisyenlik, spesifik bir alanda uzmanlık gerektiriyor. örneğin; türk dili ve edebiyatı mezunu bir öğretmenin bu anabilim dalının geneline hâkim olması gerekir. bu hakimiyet bilimsel veri üretecek düzeyde değil, yalnızca belirli bir zümreye aktaracak-öğretecek düzeydedir. yüksek lisans yaptığında, bu alanın içindeki özel bir bilim dalına da hâkim olur ve bu konuda içerik üretme kabiliyetine erişir. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı gibi. yani çember daralır. doktora ise başlı başına bilimsel bir yeterlilik düzeyidir ki bana göre on üniversite diploması eder. bu sürecin sonunda kişi; evrensel değerlere uygun araştırma yapmayı, içerik üretip hakemli dergilerde yayımlamayı, özgün çalışmalar ortaya koymayı ve bunları akademik mecralarda aktarmayı öğrenir. bir bilim dalının belirli bir kısmına tam anlamıyla hakimiyet kurar. ki biz bunu; "yeryüzündeki hiç kimse, o işi senden daha iyi bilemeyecek düzeye ulaşmak" olarak tanımlıyoruz. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı: ıv. yüzyıl türk edebiyatında manzum eserler gibi.
işte böyle azizim. bilmeyen insanlar da en azından öğrenmiş oldular aradaki farkı. umarım, meselenin de yalnızca klasmanlar arası öğretme farkı olmadığını idrak etmişlerdir. bu yüzdendir ki nadir sayıda olan doktoralı öğretmenlere farklı bir saygı duyuyorum. ne kadar izah etsek de yaşamadan anlaşılması güç olan işler bunlar. yap-gör tekniğinde işliyor maalesef bazı mesleklerin itibarı. imkanların kısıtlı olduğu dönemlerde akademiye kapak atmış ve araştırma-geliştirme işini bırakmış dinozor hocalara bakılarak itibar biçiliyor akademisyenliğe. işin daha vahim kısmı, bu konudaki en büyük darbeyi de -sözde- eğitimli kişiler vuruyor. akademisyenliğin öğretmenlikle aynı şey olduğunu düşünen insanlara özellikle bir tavsiyem var:
yüksek lisans ve doktora şöyle dursun, branşınızda kendinizi yetkin gördüğünüz herhangi bir konuda makale yazın. (tabi önce bir fikriniz ve tesbitinizin olması gerekiyor. sonra kaynak taraması nasıl yapılır, bilimsel makale nasıl yazılır, nasıl yayımlanır öğrenmek gerekiyor.) sscı indeksinde taranan hakemli dergilerden birine gönderin. ve deyin ki "ben x branştan mezun oldum ve şu işi yapıyorum." cevap gelir mi bilmem ama gelirse, size dönüt olarak verilecek cevaplar/düzeltmeler emin olun "ben bu bölümü bitirdim mi yahu" tarzında bir tepki vermenize sebep olabilir. işte akademisyenlik böyle bir üst ligdir. işin içinde olmadan kıyaslama yapmak, gol kaçıran topçulara televizyon başından verilen tepkilerden farksızdır.
sgn : bu tartışmanın sadece türkiye'de olduğunu zanneden zevat için feyzalabilecekleri muazzam bir kaynak : academic and professional ıdentities in higher education
2 artı 2 artı 2'nin 6 3 artı 3'ün de 6 olması
-
şimdilik sakin ol. çünkü bölme işlemi diye bir şey var, görünce çıldıracaksın.
öğretmen öğrenci diyalogları
-
üç kuluvallah bi elham oku evladım..
dördünüde bilmiorum hocam..
aferim evladım allah belanı versin
amin hocam
boşanan koca işsiz de olsa nafaka ödeyecek
-
(bkz: #86442605)
okumaya üşenenler için emsal kararın özeti:
--- spoiler ---
erkek: boşanmada kusursuz
kadın: başka biriyle aşk yaşamış, gönül ilişkisine girmiş. dolayısıyla kusurlu.
erkek: işsiz
kadın: çalışıyor ve geliri var.
sonuç: aldatılan ve geliri olmayan erkek, aldatan ve çalıştığı için geliri olan karısına mahkeme sonuçlanıncaya kadar nafaka verecek.
--- spoiler ---
şu anda samimi olarak yazıyorum, aynı durumda ben olsam ve kendim işsizken, beni aldatan ve geliri olan eşime nafaka ödemek durumunda bırakılsam ben o nafakayı ödemem.
gerekirse hapse girer yine ödemem. e ben ödemeyince sürekli hapse gireceksem de bir süre sonra "la nasıl olsa hayatım kaymış, kadın zevkinde aleminde" diye düşünür kendi adaletimi kendim sağlarım.
kimse de bik bik etmesin bana.
bebeğe luke ismini koymayı engelleyen yasa
-
haluk ismiyle kısmen aşılabilecek yasadir.
şahane pazar'dan akılda kalanlar
-
elde sismekte olan balonla tahmin sorularini cevaplamak. bu yarismada unlulerin telefondakiler icin yarismasi.
patlayan kafa sendromu
-
ender görülen ve tamamen zararsız bir sendrom. sendromun mağdurları kafalarının içinde değişik şiddetlerde balon patlamasına benzer bir ses duymaktadır. olay uykuya dalış anında gerçekleşmektedir ve bilinç tam kapanmadığından mağdur hemen tepki vermektedir. ses çok net ve şiddetli olduğundan korku veya gerginlik gibi etkileri olsa da bunların dışında belirlenen bir zararı yoktur. sadece bu olay gerçekleştiğinde elektroensefalografik ölçümlerde -ki ne olduğu konusunda en ufak bilgim yok- bazı mağdurlarda olağandışı aktiviteler görülmüş. bazılarında görülmemiş. ben de şahsen yaşamaktayım bunu, internette görene kadar pek ciddiye almamıştım. okuduklarıma göre aslında bu olayı yaşayan fakat benim gibi pek ciddiye almayan bir sürü insan varmış.
bir de astral seyahat başlangıcında böyle sesler duyulduğundan bahsedilir ama orasını bilemiyorum. ortak noktası, uykuya dalış anında olması.
(bkz: her seye ragmen)
kahramanmaraş'ta yaşanan ilginç olay
-
tabi efendim.
(bkz: #149167254)
hayatını kaybeden on binlerce insanın daha önce vefat eden ve gelip hayalet olarak arama ekiplerine yerlerini tarif edecek yakını yokmuş maalesef.
salak salak şeyleri yaymayın.