hesabın var mı? giriş yap

  • "güzel bir bina olacak içinde avm olacak, avlusu olacak" "tabii ki yıkacağız." "yıkılacak dedim yıkılacak" "ağaçlar sökülüp bazıları kesilip başka yerlere dikilecek" durumundan geldiğimiz noktaya bak.
    adama eşek gibi ağaç diktiririz, ölenlerin ismini de veririz, çiçekte ektiririz. geziyi vermediğimiz kanıtıdır bu.
    bu arada kimsenin kanı yerde kalmayacak. hiç bir çaba boşa değildir.

  • efes one love festivalinde, "eyüp sınırları içinde bira festivali" istemiyoruz diye ortalığı yıkan eyüplü kepazelerin çakallığıdır. bu namussuzlar alkol satışının yasak olduğu konser sırasında migrostan çalınmış sepetle kutusu 7,5 liradan bira satar. normal zamanda 5 tl olan otoparkındaki afişin 5 tl'lik bölümünü kesip 12 tl'lik yama ile millete çakar. semt sakinlerinin oluşturduğu organize ayakçı takımı konser akşamı sokak aralarına park eden insanları tehdit ederek 5'er tl toplar. dükkanının leş tuvaletini "tuvalet 1 tl" diye kocaman kartona yazıp sıra bekleyen insanlardan nemalanır ve daha bir sürü şey. saymayacağım hava güzel, kadıköye gitmek lazım.

    ha bu arada sorsan hepsi müslümandır, kutsal ilçelerinde alkol içilsin istemez bu bok kokan yerlerin sakinleri.

  • değerli "hesap uzmanı", milleti akp saflarında temsil eden, akp diyarbakır büyükşehir belediye başkan adayı galip ensarioğlu'nun vaadi (2:09'dan itibaren).
    valla amedli olsam bu vaadi nedeniyle oyumu kesinlikle galip ağa'ya verirdim. çok haksızlık yapıldı dobrovski'ye yıllarca, çoook. hazır ellerini değidirmişken toshack'ın da hesabını sorsunlar, valla o da az çekmedi.
    bu arada, (bkz: roboski katliamı).

  • -sonra eve gittik, dönüş yok mu ne, öyle bi filmi vardı, onu seyrettik.
    +ha irreversible'ı diyorsunuz, gaspar noe'nin filmi. filmekimindeki geceyarısı gösteriminde bütün istanbul entellektüel sosyetesi ile birlikte izlemiştim onu çok farkli bir sinema teknigi ve carpici sahneleri vardır.
    -ha işte o, köprü altında kayıyorlar hatuna. şu rakıyı uzatsana.
    +al rakıyı, allah belanızı versin :/

  • bir bagimlilik cesididir. hastamiz gosteris olsun ya da kutuphanede sik duruyor diye kitaba yatirim yapanlardan bircok noktada farkliliklar gosterir. oncelikle hasta kisi, kitabi sadece satin almaz, okur da. yalniz okuma ve edinme hizlari birbirlerine uyum gostermediginden, aradaki fark, yani okunmamis kitaplarin okunmuslara orani gitgide buyur. bu durumda hastaligin ilk etaplarinda bir hayiflanma sureci yasanir. sikayet edilir zamansizliktan, hicbirseye yetisemiyor olmaktan, daha okunacak aha su kadar kitap bulundugundan. zamanla bu durum kaniksanir, zira okunan ya da gozgezdirilen bir metinde, bir arkadas sohbetinde, ilgi duyulan bir konu, yazar, vs. ile karsilasildiginda hemen soluk kitapcida alinmakta ve evde biriktilmekte olan kitap sayisi gunbegun artmaktadir. bir gun gelir kitaplikta yarisi, dortte biri okunmus, hic okunmamis, ya da soylece bir goz atilmis kitaplar ustunde bir baski olusturmaya baslarlar. o zaman hastamiz bu gidise bir son vermek lazim der ve bagimliligi kontrol altina almaya calisir, fakat genelde cabalari beyhudedir. bir sure bagimlilik kontrol altina alinir, kutuphaneye dadanilir, odunc alinan kitaplarin teslim tarihi gelip catinca soluk en yakin kitabevinde alinir. buradan da anlasilacagi gibi kisinin derdi yalnizca okumak degil, okunan metinlere sahip olmak, yaninda bulunmak, bir gun birseye bakmasi icabettiginde elini atacagi kaynaklari yakin cevresinde bulabilmektir. boylelikle okunmamis kitaplardan ozur dilenip baris antlasmasi imzalandiktan sonra bir ferahlama donemi gelse de artan kitap sayisini kaldirmayan kitapliga yenilerini eklemek, evin orasina burasina konuslandirilmis kitap yiginlarini duzenlemek gibi mekana ve mobleye dair problemlerin peydahlanmasi yakindir. etrafla konu uzerindeki konusmalarinda ise savunmaci bir havaya burunur. kitapciya yollandigini soyledigi arkadasi, -e daha gecen gun almadin mi sunu bunu? dediginde - birader bu meyve sebze degil ki curusun, bittikce alinsin, teessuf ederim! gibi bir cikista bulunup kabarsa da icten icte, 'yahu hakli, hayallah, ama geldik iste simdi elim mecbur...' bir tane daha. neyse efendim, bilincli ve bagimliliginin farkinda olan hastamiz cesitli ruh hallerine bata cika kah okur kah kitap alir, bu is boylece gider. dilegimiz gun gelip de okunmamis kitaplarin agirligi altinda ezilen hastamizin, 'ben bu kitaplari simdi baslasam omrumun sonuna kadar bitiremem' hesabi yapip okumayi topyekun birakmamasidir.

  • aile dostu olan bir öğretim görevlisinin odasına gitmiştim biraz muhabbet biraz dertleşme amaçlı. kapıyı çalıp içeri girdiğimde hocam okey oynuyordu bilgisayardan. beni kendine çok yakın gördüğü için "ooo hoşgeldin freewave" deyip bir yandan oyununa devam etti. sonra bir iki havadan sudan nasılsın, iyi misin, muhabbetinden sonra hocamın yanına oturup müsabakayı izlemeye başladım.

    ben arada "hocam şu taşı atan bence ben takip ettim ara taş çıktı." filan diye akıl veriyordum. lan birden bir şey dikkatimi çekti. masadaki diğer kişilerin adlarına bir bütün olarak bakınca böyle baya tanıdık geliyordu. sonra içimden lan yoksa deyip "hocam kimle oynuyorsunuz?" diye sordum. karşılık olarak da "hee onlar mı dekan, prof x hoca, prof y hoca."

    oha lan biz de ilim irfan yuvası diyoruz. adamlar üniversitede okeye dönüyor.

  • yaşadığımız coğrafyada mutlu olmak oldukça lüks olsa da, normal eğitim almış, ortalama gelir düzeyine sahip sıradan bir insan için mutlu olmak aşağıdaki şartlar sağlandığında olabilecek bir durumdur.

    * kendi kişisel alanını yaratarak nispeten biraz daha izole bir hayat yaşaması. bu kişisel alana yeri geldiğinde en yakın aile bireyleri dahi girmemelidir. bilirsiniz trafikte takip mesafesi diye bir kural vardır. tıpkı bunda olduğu gibi, mesafe hayat kurtarır. insan ilişkilerinde mesafe her zaman mutluluk getirir.

    * iş hayatında beraber çalıştığı insanları kendi ailesi ile tanıştırmayarak özel hayatını sürekli olarak ayrı tutmak.
    * iş hayatında kendini yenileyen, faydalı ve kalifiye bir insan olmak. işini layıkıyla yapan insanlar kişisel tatmine çok daha kolay ulaşır.

    * mümkünse eğer müstakil bir eve sahip olmak. site vb. yaşam şartlarında farklı kültürlerden insanlarla sürekli olarak sorun yaşamak olası bir mutsuzluk sebebi.

    * olmayacak şeyleri zorlamamak . hem evlilik, hem diğer gönül işlerinde, hem de iş hayatında her şey sizin istediğiniz gibi olmaz . zorlarsanız bu size ekstra bir yük getirecektir. sürekli kendinizden taviz vermeniz gerekeceginden zorlamak anlamsızdır.

    * evcil hayvan sahiplenmek. iyi hissetmek ve paylaşmak için hayvanlar insanlardan çok çok daha iyi bir partner.

    * beslenme. kilo problemi insanları mutsuz eden etkenlerin başında gelen bir olumsuzluk. sebze ağırlıklı ve dengeli beslenen insanlar hayata 1-0 önde başlar.

    * spor yapmak. kapalı spor salonlarına sıkışmadan özellikle hafta sonları yapılan doğa yürüyüşü, sahil gezintisi gibi aktiviteler hafta boyunca oluşan yorgunluğu ve stresi atmanızda önemli rol oynar.

    * profesyonel olmayan müzik, resim , ahşap işleri vb. gibi sanatsal uğraşları olan insanlar iç huzura çok daha kolay kavuşur.

    * özellikle bizim gibi ülkelerde siyaset denilen pislik çukuruna hiç yaklasmamak. bu öyle bir girdap ki sosyal hayatınızı zehir edebilecek potansiyele sahip.

    * uzak mesafe ilişkisi yaşamamak. belki biraz genelleme olacak ama bu tür bir ilişki yaşayıp mutlu olan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

    * kitap okumak. bu kişiden kişiye değişse de benim açımdan, bir insanı mutlu edebilecek en güzel aktivitelerden biri. her kitap ayrı bir pencere, her yazar başka bir dünya. insan ruhu kocaman bir uzay gemisi misali, her kitapta başka bir gezegene yolculuk yaparak kendini mutlu eder.

    *sosyal medyayı kısıtlı bir şekilde kullanmak. sözlükte sürekli başlıklarda denk gelirsiniz, ınstagram'ın çukur, twetter'in nasıl bir yalan dünyası olduğundan bahsedilir durur. buna paralel olarak çevremde gözlemledigim, aktif olarak bu sosyal medya platformlarını kullanan kişilerde genel bir mutsuzluk durumu ve huzursuzluk mevcut.

    * değer vermek kavramını yerinde ve hakkıyla kullanmak. canlı olmayan, maddi varlıklara (araba, telefon vs.) hak ettiğinden fazla değer yükleyerek anlamlandırmamak.

    bir köpeğin bakışlarından, bir çiçeğin yeni yeni açan tomurcugundan veya bir çocuğun masumiyetinden insan mutlu olur. yeter ki sevmesini ve bakmasını bilin.

  • hızlı bir biçimde ekşi sözlüğün ticari yönünü kafasında ve uygulamada bir yerlere oturtması gerektiğini düşünüyorum.

    bu oturttuğu yeri de bizlerle paylaşması gerekir. medyaya verdiği röportajlarda sözlüğün fenomen haline gelme sebebinin içinde barındırdığı protest ruh olduğunu kendisi bizzat tarif etmişti.

    şimdi işler değişti. ekşi sözlüğün sahibi/yöneticisi artık yanlızca burada yazan bir takım huzursuz tiplerin bildiği, saydığı kişiler değil, bir yandan bu işlerden kazandığı paralarla mercedes'e binen, canı sıkıldı mı 2 bilet alıp oraya buraya tatile gidebilen tipler. işin içine para girince her iş değişiyor, çoğunlukla da çirkinleşiyor. sözlük de çirkinleşti artık.

    ha bu paralar gelmeye devam eder mi? eminim ki sonsuza kadar olmasa da çok uzun bir süre evet devam eder. ama şunu unutmamak lazım;

    işlek bir yerde açtığınız umumi helayla bir tıp profesörünün kazandığından daha fazla para kazanabilirsiniz. hayatta tıp profesörü mü olmak istersiniz yoksa helacı mı? bence bunun cevabını versin. bize de bildirsin. bizde ssg ve kilolu arkadaşının uygun gördüğü başlıklara, onların uygun gördüğü fikirlerimizi ona göre yazalım.

  • kötürüm anneannesini tekmeleyen, çocuğuna fuhuş yaptırarak kazandığı parayla kumar oynayan, namaz kılanların üzerine napalm bombası atan, oruç tutanların midesine tulumbayla rakı basan, karısını nançaku ile döven bir ergenekoncudur.

  • tabut nuri. dedemin zamanında bunu öldü diye gömmüşler. gece mezardan sesler, gürültüler. köyün çobanı açmış mezarı bir bakmış nuri ölmemiş. beraber köye gitmişler. doktor gelmiş bakmış falan. harbiden canlı. nuri hayatına kaldığı yerden devam etmiş.

    nasıl rahat insanlarsınız arkadaş? gece gece ses gelen mezarı açmak ne? mezardan çıkıp travma yaşamadan hayatına nasıl devam edersin güle oynaya? eski insanlar çok acayipmiş.

    edit: nefessiz nasıl dayanmış diyenlere... ne bileyim ben? ben küçükken dedem anlatmıştı bir kaç defa. çocuk kafasıyla aklı edip soramadık o kadarını, affedin... belki uydurmuştur dedem, belki bir kaç saatlik oksijen kalıyordur mezarda. hiç alanım olan şeyler değil. bilemiyorum.