hesabın var mı? giriş yap

  • arkadaşlar siz kafayı mı yediniz? hayır hakaret için sormuyorum gerçekten aklınız yerinde mi?
    bir anne balonla çocuğunu nasıl yalnız bırakırmış , cahillikmiş , bilmem neymiş.
    balon yahu balon. nereden bilsin kadın. benim de aklıma gelmez sizin gibi süper insanlar hariç kimsenin aklına gelmez.
    allah rahmet eylesin. vakti gelmiş eylül bebeğin.

    edit: ilk entryimde yazdığım şeyi arkadaşlar sayesinde düzelttim. teşekkürler :)

  • eylül - lige çok iyi başladık, bu sene kesin şampiyonuz

    ekim - avrupa'da en az yarı final görürüz,

    kasım - türkiye kupası bizim için gereksiz, ligde fikstür avantajımız var.

    aralık - devre arasında kesin bir sol bek almalıyız yoksa şampiyonluk zora girer.

    ocak - ikinci torbadan çek bir kolay takım, finale koşalım.

    şubat - takım revire döndü, bu kadar şansızlık olmaz. beşiktaş kanseri rerörörö.

    mart - lig bizim için önemli değil, avrupa'da üst turlar için uğraşmalıyız.

    nisan - bu takımdan zaten avrupa'da başarı beklemek hayaldi, futbolcuların birçoğu yollanmalı.

    mayıs - dünya futbolu için çok fazla şerefliyiz ama hala daha önümüzdeki sezon için ümidimiz var.

  • iddia: hunlar hiçbir yazılı kaynak bırakmamışlardır. bu yüzden dillerini bilmiyoruz. coğrafi olarak o bölgede oldukları için belki türkçeyle ilişkili bir dil kullanmış olabilirler.

    gerçek: hunlardan kalan iki satırlık bir yazı ile çin kaynaklarına işlemiş bazı hunca sözcükler mevcuttur. hunların dili, zengin bir kaynak sahası sunmasa da incelenebilir ve incelenmiştir. talat tekin gibi altaistler, eberhard gibi sinologlar ve gumilyov gibi tarihçiler hun dili bakiyelerinin türkçe ile izah edilebileceği görüşündedirler.

    iddia: anadolu türklerinin hunlarla kültür ve ırk bakımından hiçbir bağlantısı yoktur. dolayısıyla hunların türklerle alakası yoktur.

    gerçek: eberhard'ın da belirttiği üzere, kaynaklarda hunlar hakkında belirtilen kültür maddelerinin aynısını türkler (tu-cüe, göktürkler) için de belirtilmektedir. dolayısıyla türk (göktürk) kültürü hun kültürünün uzantısıdır ve devamıdır. bugünkü anadolu türkleri ile hunlar arasında kültürel olarak çok büyük bir farklılık olmasına bakarak hunların türklerle ilgisiz olduğunu iddia edeceksek, doğal olarak türklerin göktürklerle de ilgisiz olduğunu iddia etmemiz gerekir. buradan varacağımız sonuç "türkler türk değildir." olur. bu da biraz komik olur. 2000 yıl içinde kültürlerin "birazcık" değişim geçirmesi normaldir. muhtemelen 2000 yıl sonraki torunlarımızın kültürü şu anki kültürümüzden oldukça farklı olacak. bu, torunlarımızın torunlarımız olmadığını göstermeyecektir. dil bağı varken kültür bağı olmadığını iddia etmek absürttür, iki toplum arasında bulunabilecek en kuvvetli kültürel bağ zaten dildir.

    iddia: hunların anadolu türkleri ile ırk bağlantısı yoktur.

    gerçek: toplumsal bağları genetik yakınlık üzerine kuranlar ırkçılardır.

    iddia: hunları (ve herhâlde sair altaik kavimleri) anadolu türkleri ile ilişkilendiren ve turancı olmayan hiçbir antropolog, dilbilimci, sosyal bilimci yoktur.

    gerçek: jean-paul roux turancı değildir.

    iddia: türk adı çinlilerin koyduğu bir addır ve 600'lü yıllara dayanır.

    gerçek: 600'lü değil, 500'lü yıllara dayanır ve bu adı çinlilerin koyduğuna dair bir tarihi veri yoktur.

    soru: neden beni oluşturan 100 ayrı kökenden yalnızca birini seçip onu öne çıkarmam gereksin?

    cevap: gerekmiyor. çıkarmayın.

  • ara ara aklıma geliyor, sosyal medyada eski videoları önüme düşünce izlemeden geçemiyorum. "huysuz'u televizyonda izlemiş efsane nesil" olarak onun eksikliğini her geçen gün daha çok hissediyorum galiba.

    bugün ilginç bir röportaj izledim. seyfi dursunoğlu, orhan kural'ın sorularını yanıtlıyor. belli ki programın çok bâriz bir toplumsal farkındalık misyonu var, bu kapsamda çeşitli konularda huysuz'un görüşleri alınıyor. ancak bunu yaparken sohbetin son derece sığ bir hal alması -buraya cuk otursa da "cringe" demek istemiyorum ama- tuhaf mı desem, bir olmamışlık hissi mi uyandırıyor desem, hadi tuhaf diyeyim, bi' tuhaf geldi bana. şöyle ki:

    1- orhan kural, oyuncu bedia muvahhit ve kankası vasfi rıza zobu hakkında bir anekdot anlatıyor, neymiş efendim, bir gün arabayla giderlerken vasfi rıza'nın tuvaleti gelince bir yerde duruyorlar, adamcağız uygun bir yer ararken zaman geçiyor, sonra hâcetini gideriyor ama aceleden önünü ıslatıyor, bedia muvahhit de durumu fark edince, vasfi rıza açıklama yapmak zorunda kalıyor ve "sorma bedia, dışarı çıkınca yağmur başladı" diyor, bedia muvahhit ise muzipçe "tabi sen onu buluncaya kadar mevsimler değişiyor" diyor. hani böyle izleyicide, "eee, bu ne şimdi, ne gereksiz" hissi uyandıran bir anekdot. huysuz bile zoraki bir gülümsemeyle "daha edepli bir şey anlatmanızı tercih ederdim, en azından yaşıma hürmeten..." diyor asjfsflk.

    2- yine bir diğer saçma konu başlığı, fenerbahçeli eski futbolcu alex'in heykelinin dikilmesi hakkında. orhan kural diyor ki, "250 bin şehit verdik çanakkale'de, onlar için bir anıt yapıldı, bir de buraya brezilya'dan bir futbolcu geldi, türkiye'yi sömürdü, özel jetiyle 250 bin dolara gitti, bir de arkasından onun için bir heykel yapıldı, acaba çanakkale'de 250 bin şehidin kemikleri sızlamadı mı? herkes için heykel yapılmalı mı?" diyor. huysuz da "ne alaka aq" dercesine bakıyor önce. sonra güzel bir cevap veriyor: "çanakkale'deki heykeli devlet yaptırdı, futbolcunun heykelinin parası, herhalde bağlı olduğu spor kulübünden verildi, yani bunlar çok özele giriyor, ben bu sualinizi çok zekice bulmadım." diyor. daha ne desin adam, harika bir cevap...

    3- bir başka konu başlığı ise futbol, orhan kural futboldan hoşlanmıyor belli ki ve huysuz'u bu konunun içine çekerek "bir futbol maçı seyretmenin topluma bir tek faydası var mı?" diye soruyor. huysuz yine ustaca cevaplıyor ve: "o zaman şunu da söyleyebilirsiniz, senin yaptığın show'da ne var ki insanlar bunu izliyor dersiniz, onun arkasından bu gelir, futbolcu da kimsenin yapamadığını yapıyor, zevkleri münakaşa edemeyiz beyefendi." diyor. cevabın inceliğine bakar mısınız?

    bir noktada artık huysuz açıkça "beyefendi sen hoşlanmadığın şeyi, niye başkalarına zorla empoze ediyorsun? bu galiba profesörlüğün verdiği bir şey..." diye çıkışarak aslında tüm röportajın gizli niyetini açığa vuruyor. sorulan sorulara çanak cevaplar vermiyor yani, o kadar takdir ettim ki anlatamam.

    geneli son derece kabız ilerleyen sohbetin bazı anlarıysa eğlenceli diyaloglara sahne oluyor, şöyle ki;

    o.k.: vücudunuzu bağışladınız, çok hoşuma gitti.
    s.d.: niye vücudum sizi bu kadar enterese ediyor ki?
    o.k.: yani istifade... ben de düşünüyorum.
    s.d.: istifade etmeyi? (gülüşmeler)

    - & -

    o.k.: hayatınızda kürk giydiniz mi?
    s.d.: kürk?
    o.k.: kürk, hakiki hayvan kürkü?
    s.d.: hayır, giymedim.
    o.k.: giymediniz, çok teşekkür ederim.
    s.d.: yani hayvanlara acıdığım için değil, o parayı verip kürk alamadığım için. (gülüşmeler)

    şimdi ikisi de rahmetli oldu tabi, aralarında 6 ay bile yok.

    yaşadığı çengelköy'ü tanımlarken "sakin, sessiz, âsûde bir yer, burnumun dibinde insan yok, kalabalıktan nefret ediyorum." diyen huysuz'un ölümünden birkaç ay sonra mezarını ziyaret etmiştim. henüz kabri düzenlenmemişti, sadece başucunda bir tahta parçasına adı yazılıydı, hepsi bu. hemen yol kenarında, gelen geçene lâf atacakmış gibi duran bir mezarı vardı...

    onca sahne, show, televizyon, kabare, kalabalıklar, alkışlar... hepsinden uzakta... her kabir gibi sakin, sessiz, kendi deyimiyle "âsûde"... fakat yol kenarında olmasından mütevellit burnunun dibinden sıklıkla insanlar geçiyor. şimdi bundan, hayattayken olduğu kadar şikayetçi değildir umarım. :)

    bir huysuz geldi geçti bu dünyadan, ince bir ruh, kristalize bir zekâ idi.

  • - yaşınız?
    - 14
    - hmm. peki bu aşırı kilolar nereden?
    - ne bulursam yerim, evde bulamazsam apartmana sıvışır çöpleri deşerim
    - annadım. bizim evi tercih sebebiniz nedir?
    - emeklilik günlerimi geçirecek bir yer arıyordum, bu sokakta en enayi siz göründünüz gözüme.
    - başka bir kedi daha alsak.. yavru bir tekir mesela, beraber çalışmanız mümkün olur mu acaba?
    - hayır. gördüğüm yerde basarım tırmığı.
    - biz sizi sevebiliyo muyuz?
    - deneyin bakalım. bana da heyecan olur hem.
    - peki. eee, biz biraz düşünelim, sizi geri arayalım. telefo...
    - eeeh be! amma konuştunuz ulen. çekilin kenara. şu karıya da söyle kalksın koltuktan. orası benim yerim artık!
    - tısss!

  • ilaç istediği bakandan dilenci muamelesi görünce 'ben dilenci değilim' diyen dilek özçelik için de aynı duyarı kassaydı keşke toplumumuz.