hesabın var mı? giriş yap

  • sınavın ilk dakikaları:

    şimdi diyelim ki bundan 50 aldım... yani bi kaç şey de geveledim yüz üzerinden 50 alırım herhalde... neyse şimdi bu midterm'ün ağırlığı yüzde 30 olsa, ödevleri birilerinden bulsam evirip çevirip patchwork çalışması yapıp versem, onlardan da yüzde 20 gelse... geçer miyim? geçerim ya...

    10-15 dakika arası:

    şimdi diyelim ki ben bundan 20 aldım... yani adımı yazdım, sabahın köründe kalktım geldim sınava, bunlara bile puan verilmesi lazım. hem boş kağıt vermiyorum ki canım, yazdım bi şeyler, aa... bu midterm'üm ağırlığı yüzde 30 değil de 25 olsa, ödebvlere özensem, misler gibi teslim etsem... geçer miyim? geçerim canım, artık daha neler!

    20-30 dakika arası:

    şimdi diyelim ki ben bundan 10 filan aldım... ödevleri de verdim, finaline de deliler gibi çalıştım. gitsem hocaya da ağlasam, "hocam midterm zamanı çok hastaydım, çok iyi geçmedi sınavım filan desem... geçirir mi? geçirir herhalde yav.

    30+ dakika - sınavı teslim ederken:

    kağıdı ilk veren kişi olmaktan da nefret ediyorum, şimdi salak asistan can sıkıntısından benim kağıdımı okuyup eğlenecek.uf boş kağıt verseydim bari, hiç değilse rezil olmazdım. şimdi ben bu sınavdan 0 alsam... aman be yaz okulunda açılmıyo mu bu ders!

  • önceden terkokuyorsun ve kokuyorsun gibi siteler vardı. artık yalan olmuş. oraya kokan kişinin mail adresini girerdiniz. site de yerinize anonim mail atardı. bunları ikame edecek siteler var mı diye bakındım ama bulamadım malesef.

  • kendi ağzından;

    rahmetli atatürk'ün yanında oturuyorum. gazi, ingiltere cumhurbaşkanı curchill ile satranç oynuyor. hem de iddialı bir karşılaşma.
    atatürk, curchille dedi ki;
    -yenersem bana ne vereceksin ?
    curchill;
    -sana kuzey irlanda'yı veririm dedi.
    buna karsilik ataturk de -'ben de yenilirsem sana doğu anadolu'yu vereceğim
    diye konuştu.
    ben hemen itiraz ettim ve atatürk'e "bizim ev n'olcak" dedim.

    o zaman buyuk atatürk;
    -teyyo pehlivan'ın evi hariç
    dedi. bu kez curchill itiraz etti ve
    -teyyo pehlivan'ın evi yoksa ben doğu anadolu'yu ne yapayım
    dedi ve satranç oynamaktan vazgeçtiler.

  • rüyamda mesaj attım ve hemen arkasından telefonumun kontör gitti mesajıyla uyandım. biri bana bunun nasıl olabildiğini açıklasın. rüyamda attığım mesajdan bile para kesiyorsun allahsız turkcell diyerek bağlayayım şimdilik.

  • muhafazakar bir ailenin çocuğuyum. akrabalarımın rahat %80'i ak partili. babam yıllarca asgari ücretle günde 12 saat geceli gündüzlü çalışmış bir ak partili. sn. recep tayyip erdoğanı gönülden seviyor ve aleyhine tek laf dahi ettirmiyor. bense şu anda 20 yaşındayım. desteklediğim ve beni bütünüyle temsil ettiğini düşündüğüm bir parti yok. siyasetle fazla ilgilenmiyorum. babam chp genel başkanı sn. kemal kılıçdaroğlunu hiç sevmiyor, alevilere karşı bir ön yargısı var ve ülkenin çok iyi durumda olduğunu söylüyor.
    bu sabah işim gereği erken kalktım ve dışarı çıktım. adalet yürüyüşü o sırada geçiş yapıyordu. vaktim vardı izlemeye başladım. komşumuz geldi selam sabah sonrasında kendince fikrini belirtip gitti "bir tane doğru adam yok". komşumuz da aynı gelir düzeyine sahip normal bir muhafazakar.
    akşam yemeğinde lafı açıldı. babamla biraz münakaşa yaşadım. başta dediğim gibi partiyle vs. alakam yok ama bu ülkede ana muhalefetin 68 yaşındaki genel başkanı ankaradan istanbula arkasında binlerle yürüyorsa hele bir de bu insanların tek talepleri ve sloganları hak, hukuk, adaletse ayrıca ellerinde türk bayrağı varsa kimse yukarda aktardığım komşumun lafı gibi bir ithamda bulunamaz bulunmamalı. babamı ve babamın düşüncesindeki insanları bu yürüyüşün hangi noktası rahatsız ediyor bilemiyorum. babama da aynı şeyi sordum ama maalesef babam sadece siyasette değil her konuda her zaman haklıdır ve asla başkalarının lafını dinlemez. bu yüzden bağırmaya sen bi bok bilmiyorsun demeye başladı. ben de tamam baba sen haklısın diyip konuyu kapattım. ne yapacaksın babam işte sonuç olarak.

    demem o ki. değil ankaradan istanbula, ankaradan marsa kadar da yürüseniz babamın ve komşumuzun yürüyüşçülere olan bakış açısı değişmez. ama ne zaman daha önceden insanların tepki gösterdiği ve babamın kayıtsız kaldığı bir durum gelir kendisinin canını yakar işte o zaman görün bakın bakalım babam nasıl yerinden fırlayıp ah yandım anam diyor.
    uzun lafın kısası ben chpli değilim, akpli değilim, mhpli değilim, hdpli hiç değilim. ben sadece bu ülkede huzur ve barış içerisinde yaşamak isteyen bir türk genciyim. ve yarın da bu mitinge katılacağım. babama inat.

    çocuklar inanın inanın çocuklar, güzel günler göreceğiz güneşli günler
    motorları maviliklere süreceğiz, güzel günler göreceğiz güneşli günler

    edit: gittim. inanılmaz bir kalabalık vardı. ucu bucağı belli olmayan bir insan topluluğu alana hakimdi. herkesin ellerinde türk bayrakları, atatürk posterleri ve adalet yazıları vardı.onun dışında bir tane bile siyasi parti sembolü görmedim. insanlar umut doluydu ve herkesin yüzü gülüyordu.

  • en son bu cümleyi kurduğumda;

    "madem öyle hanımefendi, cuma 10-11 arası halı saha maçı var. kaleye yazdım seni. gol yersen dağıtırım kafanı" cevabını almıştım. bir daha da sarfetmedim tabi. hey gidi hırçın tsubasa.

    deb editi: yenercan sözlük seni çok sevdi. ota boka penaltı deyip maçı kaybetmek pahasına bana attırdığın 23 golü bilmiyorlar tabi.

  • çocukken, cumartesi günleri sabahın kör karanlığında uyanıp çizgi film izlemek diye bir şey vardı. sabah uykusuna kıyamayan ben bile içtimaya giden asker gibi uyanır televizyonun karşısına geçerdim. böylece kahvaltı hazır olana kadar bir yığın çizgi film izleme şansım olurdu. o zaman seçici değildim. şimdiki gibi bunun yönetmeni şuymuş, bunun oyuncusu daha önce şurada oynamıştı diye araştırmıyordum haliyle. ancak çizgi filmlerden biri özellikle ilgimi çekiyordu. izlediğim diğer şeylere göre belli bir farkı vardı ama tabi o zaman sebebini bulamamıştım.

    üzerinden yıllar geçtikten sonra batman the animated series'i tekrar izledim ve ortalama bir filmden ya da diziden çok daha kaliteli olduğunu fark ettim. çekilen 85 bölümün tadı damağımda kaldığı için de yakın zamanda tekrar başına oturdum. bu izlememde ise bir çizgi film nasıl olur da bu kadar başarılı olur sorusu dönüp durdu kafamda. her bölümü dili tutulan emine'yi dinleyen şaban gibi "yok canım. öyle mi? vay canına." diyerek izledim. daha sonra seriyi başarılı kılan noktaları bir liste haline getirmeye karar verdim. şimdi hazırsanız batarang'lerinizi alın, kemerlerinizi bağlayın ve listemize başlayalım.

    1) batman:

    uyarlamalar konusunda marvel çok daha şanslı. mesela peter parker zaten sevilebilir bir karakterdir. öğrencidir, maddi sıkıntılar çeker, kız arkadaşıyla arası açılır falan. okuyucu kitlesine yakındır bu nedenle. dc karakterleri ise pek öyle değil. dc tarafında clark kent de yalnızlık çeker ama yok olan bir gezegenin son temsilcisi olduğu için onun yalnızlığı galaktik boyuttadır. bu nedenle dc'nin karakterlerini anlatmak görece daha zordur.

    bruce wayne ise içinde çok karmaşık dengeler bulunduran bir karakterdir. genelde marvel tarafında tony stark ile karşılaştırılır ama tony, ortalama her erkek çocuğun olmak istediği adamdır aslında. zenginlik, başarı, kahramanlık gibi özellikleri bünyesinde bulundurur. batman'i anlatmanın zorluğu ise sadece aşırı zengin olmasından kaynaklanmıyor. birincisi bruce wayne çocukken yaşadığı travmayı asla atlatamamış. ikincisi sürekli kendini ve yaptıklarını sorgulama halinde. üçüncüsü de her ne kadar kendisi görmezden gelmeyi seçse de gücünün limitleri var. bu nedenle karakteri işlerken aynı anda birden fazla yöne bakmanız gerekiyor.

    bu durumda çizgi diziyi yapanların elinde iki seçenek vardı. birinci seçenekte batman'i daha basit bir karakter haline getireceklerdi. mesela lise ya da üniversite öğrencisi yapıp daha neşeli daha komik bir bruce wayne göstereceklerdi. yani o sert, kuralcı, planlı hali olmayacaktı. ancak batman'i batman yapan da bu özellikleridir aslında. hiçbir süper yeteneği olmamasına rağmen mantığı ve çıkarımlarıyla justice league'in defacto lideri olabilmiş biridir. ikinci seçenekte ise karakterin özüne dokunmadan çizgi romanda sevilen ne özelliği varsa onları öne çıkarmaya çalışacaklardı.

    bu da riskli bir seçim aslında. çünkü çizgi film izlemek isteyen çocuğa santayana'dan yapılan alıntıyı dinletmek ve ekran başında tutmak kolay değil. ancak karakteri o kadar derin o kadar çok yönlü ve dengeli anlatmışlar ki hiçbir şey boğmuyor sizi. bu da çizgi dizinin hem küçük yaştaki izleyicilerin hem de çizgi roman hayranlarının beğendiği bir seri olmasını sağlıyor.

    2) villian'lar:

    bir hikaye ancak içindeki kötü karakter kadar iyidir diye bir söz vardı. doğruluğu kesin değil ancak batman the animated series'i bu argümanda rahatlıkla kullanabilirsiniz. çünkü burada animasyon tarihine geçecek kadar kaliteli kötüler var.

    normalde kötü karakter nedir? izleyiciyi heyecanlandırmak için başlarda çok güçlü, hain ve sinsi olan finalde ise basit bir hata ya da tamamen şans eseri ana karaktere yenilen kişidir. en azından çoğu hikayede böyle. batman the animated series ise bildiğimiz üzere çoğu hikaye diyebileceğimiz bir konumda değil.

    peki burada villian'lar nasıl farklı? öncelikle two face, joker, mr. freeze gibi hikayesi olan kötülerin olduğu bölümlerde ön plana bu karakterler geçiyor ve batman hikayenin ilerlemesini sağlayan araca dönüşüyor. anlatılan bu hikayelerin hepsi de insana iyilik ve kötülüğün ötesini düşündürecek yapıda. mesela mr. freeze'i ele alalım. bu karakterin villian olmadan önceki ismi dr. victor fries. kendisi insanları tıbbi amaçla dondurma üzerine çalışıyor. eşi nora da ölümcül bir hastalığa yakalanınca bu yönteme başvuruyor ancak çalıştığı şirketten izin almadığı için bu pahalı "proje"yi durdurması isteniyor. programın durdurulması nora'nın ölümü anlamına geleceği için dr. fries buna karşı çıkıyor ancak yaşanan arbede sırasında bir kaza oluyor ve nora'nın dondurulduğu ünite bozuluyor. kimyasallara maruz kalan dr. fries de sıcak havada ölecek şekilde değişim geçiriyor ve mr. freeze adını alıyor. daha sonra eşinin ölümüne sebep olan insanların peşine düşüyor.

    şehrin bir kısmını dondurmak gibi yöntemleri tartışılabilir ancak mr. freeze'in gerçekten bir kötü olduğunu söyleyebilir miyiz? burası bence biraz tartışmalı. çünkü elinde imkan olan herkes sevdiği insanın ölümünü durdurmaya çalışır. peki bu çabada nereye kadar gidilir? nerede durulur? iş başkalarına zarar vermeye geldiğinde ne yapılır? işte bu çizgi dizide yer alan bir çok kötü karakter, insana bu tür sorular sorduruyor. bu nedenle de hikayeleri kompleks ve sürükleyici oluyor.

    3) kısa film tekniği:

    hikayenin içindeki elementler kadar bu parçaların nasıl bir araya getirildiği de önemlidir. eğer hikayenin hazırlık, merak, heyecanı tırmandırma ve final gibi kısımlarını düzenleyemezseniz istediğiniz fikirleri de ön plana çıkaramazsınız. burada ise neredeyse kusursuza yakın bir anlatım tarzı var. izleyiciyi gerekli yerlerde meraka sürükleyip gerekli yerlerde soruları yanıtlıyor. bunları yaparken bir yandan da karakterlerin gölgede kalmasını engelliyor.

    peki bunu nasıl yapıyorlar? burada 3 perdeli dramatik yapı ya da daha bilinen adıyla "giriş gelişme sonuç" yöntemini kullanıyorlar. ancak bir kağıda giriş gelişme sonuç yazınca her şey birden bire düzlüğe çıkmıyor. yöntemi kullanmanın da püf noktaları var. mesela işaretle inşa etmek buna bir örnek. diyelim ki bir karakter finalde kalp krizi geçirecek. pek iç açıcı bir final değil ama olsun. bu finale ulaşmak bölüm boyunca kaleminizi seyircinin gözüne sokmadan bunu ufak ufak işaret etmeniz gerekir. mesela bir yerde sigara içtiğini gösterirsiniz. bir yerde merdivenlerde tıkandığını izletirsiniz bir yerde kötü beslediğini anlatırsınız gibi. batman de bu tür ufak işaretlerle konuyu dağıtmadan finali inşa ediyor sürekli.

    kullandıkları bir diğer mekanik de karşılaşma, geriye düşme ve yenilgidir. bu çoğu aksiyon filminde de kullanılır. ana karakterimiz filmin başında bir rakiple karşılaşır ancak rakip bir şekilde elinden kurtulur. daha sonra ana karakterimiz araştırma yapar ve rakibinin izine ulaşır. ikinci karşılaşmada ise işler ana karakter için iyi gitmez ve yakalanır ya da işte koruması gereken bir şey çalınır falan. finale doğru ana karakterimiz bir yöntem daha bulur. mücadelede önce geriye düşer sonra da yeni kullandığı yöntem ya da teknikle rakibini alt eder sonra da jenerik akar.

    bu çok tahmin edilebilir bir hikaye anlatma tarzıdır bu arada. filmin ya da dizi bölümünün takribi yüzde 15'ini geçtiğinizde finale kadar olacak her şeyi bilirsiniz artık. ancak bu durum batman the animated series için bir dezavantaj değil. çünkü tahmin edilebilirlik sayesinde çok fazla açıklama yapmak zorunda kalmadan bir hikayeyi 20 dakika içinde derli toplu şekilde anlatabilirler.

    4) derin psikolojik anlatım:

    biraz önce bahsettiğimiz zaman kazanma durumu tembel bir şekilde harcansaydı başlamasının üzerinden 28 yıl geçmiş olan bu seriyi şuan konuşuyor olmazdık. ancak yapımcılar bu anları sadece sayılı çizgi filmde görebileceğiniz psikolojik çıkarım ve karakter gelişimine harcamışlar.

    normalde çizgi filmlerde karakter gelişimi nedir? bir işin acemisi olan karakter bir takım mücadeleler sonunda alanının en iyisi olur. batman the animated series'in farkı ise dönüşen karakterlerin temelde iyiye gitmemesidir. bunun en güzel örneği harvey dent'in two face'e dönüşümünün anlatıldığı iki bölümdür. the dark knight filminde mesela bu iş biraz aceleye gelmişti ve olay tek bir travmaya bağlanmıştı. burada ise çok güzel bir pastayı yavaş yavaş yermiş gibi keyifle anlatıyorlar dönüşümü.

    mesela ilk farklılık burada harvey'nin aslında başından beri two face olması. harvey çocukluğunda bir travma geçirmiş ve serideki diğer pek çok karakter gibi bunu asla atlatamamış. daha sonra pek de sağlam olmayan bu zeminin üstüne aşırı stresli bir kariyer kurmuş. öfkesini bastırdıkça da içindeki "wrong harvey"i beslemiş. biraz önce bahsettiğimiz işaret mekaniği burada bolca kullanıldığı için harvey'nin two face'e adım adım dönüşmesini görebiliyoruz. mesela sürekli atıp tuttuğu para, korkutucu öfke patlamaları gibi şeyler bize neyin gelmekte olduğunu anlatıyor sürekli.

    yalnız psikoloji diyorsak dizide bahsetmemiz gereken asıl vaka kesinlikle batman'dir. çünkü bir travmayı atlatmak için yarasa kostümü giyip suçluları pataklamak nereden baksanız garip bir davranış. dizinin yapımcıları da bunun farkında olduğu için bu cevheri çok güzel kazıp çıkarmışlar. özellikle scarecrow'un geldiği ve suçluların kabusu olan batman'in kendi korkularıyla mücadele etmek zorunda kaldığı "nothing to fear", bruce wayne'in hafızasını kaybedip kendisini tekrar bulduğu "the forgotten", bruce wayne'in aslında ne kadar mutlu olabileceğini ancak bir yandan da iradesinin ne kadar sağlam olduğunu anlatan "perchance to dream" batman fikrinin bruce wayne'de nasıl kök saldığını işleyen "beware the gray ghost" ve batman'in mental çöküş yaşadığı "i am the night" bu alanda çok güzel örnek olabilecek bölümler.

    5) dozunda korku ögeleri:

    scarecrow demişken dizideki korku ögesinden de bahsedelim. çocukken korku filmlerini izlemenin bir esprisi vardı. çünkü o zaman çoğu insanın hayal gücü henüz körelmemişti. bu nedenle izlediğiniz korkunç sahneler sizi hakikaten geriyordu. bu nedenle batman the animated series'deki korku türüne yaklaşan kısımları keyifle izliyorduk.

    burada tabi öne çıkan karakter scarecrow. mesela batman'in tüm kabuslarının çorba olduğu dreams in darkness bu konuda çok iyidir. ancak korku ögeleri sadece bununla da sınırlı kalmaz. sahnelere ve tekniğe yansıyan genel bir durum söz konusu burada. mesela two face'in anlatıldığı bölümde harvey'nin sinirlendiği ancak öfkesini içinde tutmaya çalıştığı kısımlar şuan bile insanı geriyor. ayrıca aynı sahne içinde şahane bir teknik kullanımı da var. burada mafya lideri rupert thorne, harvey'nin dosyalarını ele geçirmiş raporları okuyarak dalga geçiyor. harvey de biraz önce konuştuğumuz gibi olabilecek en ürkütücü şekilde öfkesini bastırmaya çalışıyor ancak başarılı olamıyor ve "big bad harv" ortaya çıkıyor. işte bu anda siyah olan arkaplan dönüşümü anlatabilmek için pan şeklinde kırmızıya dönüyor. bu değişim ilk seferde gözden kaçabilir ancak hareketsiz siyahtan öfke dolu kırmızıya geçişi hissediyorsunuz. bu da sahnenin gücünü ikiye üçe katlıyor.

    6) çizimler ve teknik:

    şimdi bakıyorum da o dönem gerçekten çok cesur bir işe girişmişler. çünkü batman gibi "i am vengeance, i am the night, i am batman!" diyen bir karakterin hikayesini anlatırken bile çizim olarak bu kadar sert bir tona giremezsiniz normalde.

    şöyle düşünün bir çizgi film yapıyorsunuz elinizde halihazırda çok sevilen bir karakter var ama iş, sonuçta televizyonda yayınlanacağı için yapımcıların da bazı tereddütleri var. şimdi en baştaki toplantılardan birinde nasıl bir çizim tarzı olacak diye sorulduğunda "işte binaları, arabaları, kostümleri ve silahları 30'lar gibi düşünün." dediğiniz anda yapımcılarda kalp spazmı başlar, "batman'in kullanacağı alet edavatı da diesel punk ve atom punk arası yaptık." dediğinizde kalp krizi başlar. eğer sağlık ekipleri yetişemeden "bazı sahnelerde de alman dışa vurumculuğundan ilham aldık." derseniz ekibe artık ihtiyaç kalmamıştır çünkü yapımcı orada can verecektir.

    ancak burada bahsettiğimiz yapımcı bu çizgi filmdeki gibi hırslı ve vizyonsuz bir iş adamı aslında. batman the animated series'i yapan ve yöneten ekip ise her anlamda yaratıcı işlere imza atmış ve karakterden ödün vermeden diğer insanların cesaret edemeyeceği kreatif kararlara bir bir onay vermiş. hatta "ya batman'in var oluşsal kriz geçirmesi yeterli olmadı sanırım." diyerek bir de bütün çizimleri siyah kağıt üstüne yapmışlar. sonuçta da ortaya hikaye ile tekniğin müthiş uyumlu olduğu bu seri çıkmış.

    7) animasyonlar:

    tekniğin bir diğer ayağı da animasyonlar. dizi bu alanda da döneminin bütün nimetlerinden faydalanmış ve el çiziminin fiziksel etkisini kullanmış. peki el çizimi fizik konusunda nasıl bir ayrıcalık yaratıyor? mesela iki karakter dövüşüyor olsun ve biri diğerini tutup fırlatsın. cgi'da modeli hali hazırda üç boyutlu tasarladığınız için istediğiniz kadar ekstrem hareket yaptırabilirsiniz. ancak el çiziminde böyle bir şansınız yok. eğer bir karakter diğerini fırlatacaksa bunu olabildiğince yerinden kıpırdamadan yapmak zorunda ki bin beşyüz tane farklı açı çizmek zorunda kalmayın.başka bir örnekle daha açıklayalım. mesela batmobile bir yamaçtan aşağı düştü. elinizde yine üç boyutlu bir model varsa istediğiniz kadar takla attırabilirsiniz araca. el çiziminde ise yemek yemek, arada sırada uyumak ya da en önemlisi bölümü yetiştirmek gibi dertleriniz olduğu için kazada batmobile'i olabildiğince az çevirmeniz lazım.

    az çizim yapmak gerçekçiliği azaltmaz mı diye soracak olursanız bana göre tam tersi durum geçerli. bir kaza var seyirciyi endişelendirmeniz gerekiyor. burada illaki araca fazla takla attırırsınız. hatta biraz daha amatörseniz sahnenin hint filmlerinden çıkma bir şeye dönüşmesi de olası. ancak el çiziminde ne kadar abartmak isteseniz de bilekler şişmeye başladığında bir şekilde sahneyi bitirmek zorunda kalacaksınız. bu nedenle mecburiyet aynı zamanda ekonomik çözümler üretmenize de sebep olacak. bu da daha gerçekçi animasyonların yapılması demek.

    8) joker:

    normalde anlatım, teknik, ton, ritm gibi konular birleşir ve bizi ana karaktere ulaştırır. batman the animated series'de ise durum biraz farklı. burada da belli bir yere ulaşıyoruz ama geldiğimiz yer batman değil tarihin en iyi canlandırılmış jokerlerinden biri oluyor. mesela dizinin düzenli ancak şaşırtma ögelerini de es geçmeyen bir senaryo yapısı var demiştik. o "acaba ne olacak?" sorusu ve gerilimin tırmanışı en iyi joker'in başrolde olduğu joker's favor bölümünde görülebilir. burada ayrıca normal bir insanın yoğun stres altında nasıl zıvanadan çıkacağı da anlatılıyor. böylece dizinin psikolojik noktalarına da değiniliyor.

    başarı sadece hikaye anlatımıyla alakalı değil bu arada. bütünleşik bir çalışma var. bu bölümün başında mesela joker'in çok başarılı şekilde canlandırıldığından bahsetmiştim. peki canlandıran kim? tabi ki luke skywalker'ımız mark hamill. bu bilgiyi daha önce duymadıysanız kendisinin geek camiası tarafından neden bu kadar el üstünde tutulduğunu da anlayabilirsiniz.

    mark hamill'in farkı ne diyecek olursanız da karakteri anlaması ve bir oyuncu olarak başarıyla yorumlaması diyebiliriz. mesela kayıt sırasında bütün diğer ses aktörleri işini oturarak yapıyormuş. mark hamill ise ellerini ve beden dilini kullanarak karakteri yansıtmak için kayıt alınırken ayakta duruyormuş. joker'in en ikonik noktası da kahkahası. bunun için mark hamill bir röportajında "çizgi romanlarda sadece "ha ha ho hi" yazıyordu ancak tabi sesi bilmiyordum. bu nedenle joker'in gülmesini canlandırırken bunu bir müzik enstrümanı gibi düşündüm ve kahkahayı joker'in moduna göre düzenledim." demiş. böylece sinema dahil tarihin en dikkat çekici karakterlerinden biri ortaya çıkmış.

    9) detaylar ve nefes alma anları:

    dizinin şimdiye kadar hep karanlık yönlerinden bahsettik. tüm bölümler bu şekilde olsaydı yine izlenirdi ancak bir yerden sonra yorgunluk gelirdi muhtemelen. mesela ben bu sefer abartıp 12 13 bölüm izledim aynı günde bana mısın demedi. bunu yapabilme sebebim de dizinin sürekli nefes alma anları vermesi. mesela mr. freeze ya da harvey'nin olduğu bölümler gerçekten çok ağır bunlar arka arkaya gelse yorulacağınız için arkadan gelen bölümün tüm güzel detayları gözden kaçacaktı. bunun önüne geçmek için araya man-bat ya da standart suçluların anlatıldığı daha basit bölümler koymuşlar.

    bir de bruce wayne'nin şüphe çekmemek için normal hayata karıştığı kısımlar var. hikayenin bu anlarında da batman'in etkileri görülüyor ancak bruce'un halkın önünde belli bir imajı var. bunu korumak için de bruce wayne olabildiğince rahat olmaya çalışıyor. bu sayede aksiyonun çok yüksek olmadığı yer yer eğlenceli anların yaşandığı sahneler izliyoruz ve yorulmamış oluyoruz.

    10) alfred pennyworth:

    alfred kesinlikle kendi başlığını hak ediyor. çünkü bu nefes alma anlarının bir çoğunda başrolde kendisi yer alıyor. peki alfred'i bu kadar değerli bir karakter yapan şey ne? dizideki aşağı yukarı her şeyin birden fazla boyuta sahip olduğunu söylemiştik. alfred de bu tonlar arasında geçiyor ve duyguları sentezleyebiliyor.

    mesela öfke, sevgi gibi konuları yazabilirsiniz ancak bunları tek başlarına kullanırsanız çok yavan, çok tatsız diyaloglar olur dizide. alfred ise dışarıdan baktığınız zaman kızıyor gibi görünüyor. hatta yeri geldiğinde hem bruce wayne'i hem batman'i iğnelemekten geri durmuyor. ancak bu anlarda bile yetiştirdiği çocuğa olan sevgisini fark edebiliyorsunuz. bu da söylediği ve yaptığı her şeye ayrı bir tat katıyor.

    iğneleme demişken alfred'in bu konuda master seviyesinde olduğunu da belirtelim. eğer kendisine kulak verirseniz en zor, en karanlık, en gergin anlarda bile sizi güldürecek bir şey söylediğini fark edersiniz.

    sonuç olarak batman the animated series, çizgi filmden öte bir yapım. bazı anlarda hikayenin kompleks yapısını terk ettikleri oluyor. ancak genele bakacak olursanız derin karakterlerin işlendiği, karmaşık hikayelerin kısa sürede izleyiciye aktarılabildiği yayınlanmış pek çok dizi kadar başarılı bir seri olduğunu görebilirsiniz.

  • üst edit: ve evet beklenen son, başlık sahibi pılını pırtını toplayıp kaçmış, nevus isimli yazar arkadaşımız ssleri almış, buradan başlığı inceleyebilirsiniz
    buyrun

    anayasal bir hak konusunda inanılmaz mağduriyet kasmışsın, adam ölse niye ameliyat için gün veriyor ölmeseymiş mi diyeceksin.

    bu durumda haber vermesi gereken sistem olmalı, doktor defterine bakıp (nisana kadar doluysa 3 defter lazım) tek tek arayamaz, ama maalesef takibini yapacak ekipman ve donanım eksik, keşke böyle yürüse işler.

    ayrıca şu "para için geçmiş" ibarendeki saldırgan tavrın saçmalamanı daha bir güzel desteklemiş, sen ne için çalışıyorsun arkadaşım, varsa babanın hayrına çalışma isteğin, buyur sen çalış. devlet hastanelerindeki ağır çalışma koşulları ve karşılıksız alınan riskler doktorları bıktırdı. insan olarak türkiye cumhuriyeti vatandaşına istifa hakkı vermiş, o da kullanmış. sen küstün diye düzelmez bu sistem, isyanı biraz da o yöne etmelisin.

    edit: başlık sahibi ile dahi düzeyli tartışabildiğimiz konuda bir yazardan öyle mesajlar aldım ki, yok efendim dövmek gerekliymiş vs, yeminle eğitimle dahi çözülemeyecek noktada insanlığını kaybetmiş kimselerin böyle rahatça aramızda dolanabilmesi reva mıdır. yazık, gerçekten çok yazık. inşallah herkes gider diyeceğim de, fakire fukaraya olan oluyor. insanı insan olduğu için sevmediğiniz sürece bir bok olmaz sizden.

    bir edit daha: biri demiş ki hastalarını bitirmek zorunda, bak güzel kardeşim, ameliyat için aylar sonrasına sıra verilmesini problem etmeyip sistem yükünü insana yıkamazsın. sorun da burada zaten. o hastaları bitirsin diyelim, e yeni gelen hastaları almazsa yine mağdur olacak olan hastalar. aldı diyelim, yine kısır döngü, istifa edemeyecek hiçbir şekilde. atıyorum doktor gitti, sistemin hızlı bir şekilde yerine görevlendirme, atama vb şekillerle sistemin devamlılığını sağlayacak kimseleri ataması gerekir. ama diyoruz kaç aydır, görevlendirecek, atayacak doktor da istifa etti. çarkı yukarıdan bastırarak döndüremezsin, çürümeye mahkum bu sistem.

  • var bir sebebi doğru. geri girerken ki esnada sağı solu rahat görebilirsin çünkü dışarıdasın ama geri çıkarken hiçbir bok göremezsin tehlike yaratırsın boş yere.

  • hangi dünyada yaşadığını merak ettiğim kız. "sabah dokuzda kalkıp işine gelen, akşam en az beşe kadar ofiste çalışan bir insanım. " diye bir cümle kurabilecek kadar kopuk. busecim sabah 6:30da kalkıp akşam 9a kadar çalışıyorum, muhakkak görüşelim.