hesabın var mı? giriş yap

  • aborijinler yeryüzündeki her şeyin bir ruhu olduğunu ve bunların dünyaya yarar sağlamak için var olduklarına inanırlar.

    aborijinler doğaya o kadar saygılıdırlar ki, sadece ayakta kalmalarına yetecek kadarıyla yetinirler. bitkilerin tümünü koparmaz, bir kısmı toprakta bırakarak yeniden yetişmesini sağlarlar. hayvanları yettiği kadar avlarlar, onlara zarar verecek bir şey yapmazlar. hatta bazıları gömülmek istemezler, böylece hayvanlar tarafından yenerek ve toprağa karışarak doğadan aldıklarını ona bu şekilde vereceğini düşünürler.

    sinekler hakkında bile şöyle düşünüyorlar: onlar, kulaklarımızın içine dolarlar çünkü her gece uyurken kulaklarımıza dolan kumu ve kiri temizlerler. bizlerin harika bir işitme yeteneğine sahip olduğumuzu görebiliyor musun? evet, onlar burnumuza da girerler ve orayı da temizlerler. … önümüzdeki günlerde hava daha da sıcak olacak ve burnun temizlenmezse, daha çok rahatsız olacaksın. sıcaklar dayanılmaz olunca hava alabilmek için ağzını açmak zorunda kalacaksın. … bak bizim tenimiz ne kadar yumuşak … sadece yürüdüğü için teninin rengi değişen bir insan görmemiştik. … biz, kimsenin derisini bir yılan gibi kuma bıraktığını görmedik. senin teninin sinekler tarafından temizlenmeye gereksinmesi var ve günün birinde sineklerin yumurtladığı yere geldiğimizde, yemeğimizi de onlar sağlayacaklar.*

    "insanlar hoşlarına gitmeyen her şeyi anlamaya çalışmaktansa yok etme yoluna gitselerdi varolmazlardı." diyor aborijinler. bir şeyleri değiştirme çabasında değiller, hiçbir şeyi de eleştirmiyorlar. yalnızca kabul ediyorlar. oysa biz her şeye karşı geliyor, hiçbir şeyden memnun olmuyor ve çevremizdeki her şeyi -hatta insanları bile- değiştirmeye çalışıyoruz. çünkü o kadar benciliz ki kendi çıkarlarımız için yaşıyoruz. mutlu olduğumuz zaman başkalarının ne halde olduklarını düşünmüyoruz. bununla kalmıyor, hiçbir şey için –herhangi birine- şükretmiyoruz. aborijinler ise karşılarına çıkan her şeyde doğaya teşekkür ediyorlar.

    kimseyle yarışmayı da sevmiyorlar; "birisi kazanınca diğerleri kaybeder. bunun nesi eğlenceli ki? oyunlar eğlenmek içindir. neden insanları böyle bir deneyime tabi tutup, sonra da tek bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?" diyorlar . en küçük bir örnekle insan tuttuğu takım uğruna her şeyi göze alabiliyor. daha iyi yerlere gelebilmek için başkalarının hayatlarıyla oynayabiliyorlar; hile, rüşvet gibi yollara başvurabiliyorlar. hatta hiç düşünmeden başkalarının canını alabiliyorlar. rekabet çağındayız ve bu çağdan asla kurtulamayacağız. her şey böyle otomatik bir şekilde, duygusuz insanlar eşliğinde devam edecek ve bitecek. biz farkında olmadan yaşamımız elerimizden akıp gidecek.

    "insanların yaşamında pasta kreması diye bir şey var. bu, onların varoluşlarının tüm dakikalarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş lezzetli, hoş görünüşlü tasarılar yapmakla geçirdikleri ve yaşamlarının pek az zamanının sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere ayırdığının bir kanıtı bizce." diyorlar aborijinler.

    onların inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. insanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.

    herkesin bir görevi var aborijinlere göre. bazıları insanlara şifa vermek için, bazıları alet yapmak için, bazıları ise sır tutmak için dünyaya gelir ve yaşamı boyunca bu görevi yerine getirmeye çalışır. biz ise başkalarının önüne geçmek için yaşıyoruz. çünkü bunu mutluluğun tek yolu olarak görüyoruz.

    bilim adamlarına göre avustralya’da elli bin yıldır insanlar yaşamakta. elli bin yıl sonra ormanları yok etmemiş, suları kirletmemiş, canlı türlerinin soyunu kurutmamış, hiçbir türlü zehirlenmeye yol açmamış olmaları ve bununla birlikte her zaman bolca yiyecek ve korunak bulmuş olmaları gerçekten şaşırtıcıdır.

    *

  • ceplerinde çok fazla paralarının olmamasıdır.
    özellikle anneleri için yapmak istedikleri çok şey vardır, ama yapamazlar.

    gökyüzünün mavisinden çok, eskimiş ayakkabılarına bakarlar.

  • basın özgürlüğüdür. ifade özgürlüğüdür, sorun yoktur. ama ak-it'lerin amacı mizah yapmak, bir şeyi eleştirmek, ya da sadece güzeli aramak değil, sadece insanları sinirlendirmek. aferin ak-itler. hll spr dvm.

  • belçika resmen bize biyolojik saldırı yapmış, ben ne ülkemde besleyecegim demiş vermiş mikrobu bize, bizimkilerde hiçbir başarı cezasız kalmaz, hiçbir yanlış da cezalandirilmaz mottosu gereği salmislar toplumun içine , hayırlı olsun.

  • ad soyad, telefon, e posta ve adres bilgilerini çaldırmışlar. bi de, "yapılan çalışma sonucu ihlalin yalnızca listede açıkladığımız unsurlarla sınırlı olduğunu tespit etmemizin akabinde" diye açıklama yapıyorlar.

    bundan öte bi kredi kartı bilgisi kalıyor, onu da herkes sisteminize girmemiştir zaten. başka ne çaldıracaksınız? bütün database gitmiş.

    edit: kullanıcı tarafında çok bi kayıp yok diyenler; ad soyad, cep telefonu ve ev adreslerini de girdikleri entry'lerin altına iliştirsin bi zahmet. yüreklerini bi görelim.

    düşünün, kötü niyetli kişiler; sizin ya da sevdiklerinizin adına, güncel telefonuna ve adresine anında ulaşabilecek. 2016'daki sızıntıyla, 2021 yılında gerçekleşen bu olayı temize çekemezsiniz. güncel verilerimizin tamamı şu an birilerinin elinde.

  • roma zamanında, vekalet akdi (mandatum) bir dostluk akdiydi. bir başkasının davasını vekil sıfatıyla takip eden kişiye çok büyük sorumluluklar yüklerdi ve karşılığında ücret almak da yasaktı. avukatlığın büyük prestijli bir iş olduğu ve en kutsal sayıldığı dönemler de muhtemelen bu dönemlerdi.

    elbette avukatların büyük çoğunluğu o dönemler toprak ve köle sahibi bireylerdi ve vekil sıfatıyla görev aldıkları davalardan gelecek bir paraya ihtiyaçları yoktu.

    günümüze gelince, öncelikle avukatın kanunen ücret alma yükümlülüğü vardır. ve kendi ücretini kanuni sınırlar çerçevesinde belirleme hakkı da bulunmaktadır. zira maalesef avukatlar henüz fotosentez yaparak karınlarını doyurmayı becerememekte, mantar gibi çoğalan apartman üniversitelerinden mezun yeni meslektaşların aralarına katılmasıyla da ani bir şekilde değişen rekabet şartlarına, reklam yasağına da uymaya çalışarak, ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. kalahari çölünde yaşayan erişkin bir avukat canlısının bir büro açıp vergi levhasını da adına kaydettirmesiyle birlikte meslek dışı bireylerin tahmin etmekte zorlanacağı büyüklükte bir masraf kalemi bulunmaktadır.

    tüm bunlarla birlikte, nisbi olarak belirlenen (dava konusu değerinin veya tazminatın yüzdesi olarak düşünün) avukatlık ücretinin üst sınırı yasa koyucu tarafından %25 olarak belirlenmiştir. bundan daha fazla bir ücret isteyen bir avukat canlısıyla, bu sözleşme yapılabilir; yapıldıktan sonra uyulmayabilir, zira bu tarz canlılar ücret davası açtıklarında haksız bulunacaklar ve çok büyük ihtimalle %25'e, düşük bir ihtimalle de bundan da aşağı bir ücrete hak kazandığı belirlenecektir. müvekkil canlısı da bu sırada zaten boş duracak değildir, dava konusunun üzerine tedbir konmadıysa bir takım muvazaalı işlemlerle veya gerçek bir satış yoluyla bunları elinden avucundan çıkaracak, avukata da nanik çekecektir. doğanın bu eşsiz canlısı, açtığı zaman iki metreyi aşkın düğmesiz cüppe genişliğiyle, akan zamana karşı bir zen huzuruyla bakakalır.

    türkiye cumhuriyeti'nde, hele ki özel hukuk davalarında, kimsenin kendisini avukatla temsil ettirme zorunluluğu yoktur. internet erişimi sayesinde pek çok teknik konuyla ilgili, bir avukatın doğal yaşam ortamına giren müvekkilin; google'dan veya posta gazetesinden öğrendiği bilgileri sıralayarak "ben de avukat sayılırım ehin ehin" şeklinde bölge işaretlemesi yaptığı vakidir. bu bölge işaretlemesi genelde ücretsiz verilen ve "çok kısa bir şey soracağım" sihirli cümlesiyle başlayıp bir saat devam eden bir danışma seansının sonrasında yapılır. müvekkil de ilginç bir canlıdır, bazen simbiyotik, bazen parazitik bir davranış içine girebilir. ama vahşi doğanın dengesi her zaman korunur.

    hekim de her ne kadar vekalet sözleşmesiyle iş gören bir başka canlı tipi olsa da, örneğin avukatın işi üstlenme zorunluluğu bulunmamaktadır. zira hekimliğin daha büyük aciliyet gerektiren hallerle karşılaşma olanağı daha çoktur. ancak örneğin, bir göz muayenesi için devlet hastanesine de gidilebilir veya daha başarılı olduğu düşünülen ve özel muayenehanesi olan bir başka uzmana da. aradaki fiyat farkı epey fazladır. bu hususta tercih, hastaya bırakılmıştır. aynı, avukat söz konusu olduğunda tercihin müvekkile bırakılması gibi. yeterli araştırma yapılırsa aynı davayı %10'a, %15'e üstlenecek veya maktu bir ücret belirleyip "avans olarak 5.000, dava sonunda 5.000" şeklinde sözleşme yapacak avukatlar bulunabilir.

    bu açıklamaları yaptıktan sonra, kişisel kanaatimi söyleyeyim. ben açıkçası yaptığı mesleğin etik değerlerine ve kurallarına azami dikkat eden, her zaman en kötüsünü düşünüp önlem almaya çalışan bir avukat olarak birincisi, mesleğim hakkında dolandırıcılık ithamında bulunan ve benden midesi bulanan birisinin davasını ücreti ne olursa olsun üstlenmem. bu durum tecrübeyle sabittir. ücretsiz olarak, her şeyiyle ilgilendiğim ancak vekalet koymadığım (zira ücret almak zorunluluğum var) ve işini yaptığım kişinin huzurevinde kalan emekli bir asker olduğu bir davanın kazanılmasından sonra, bu kişiyi evini bana vasiyet etme kararından döndürene kadar akla karayı seçtiğimi bilirim. ancak ortada, senelerdir birikmiş olan teknik bilgimle kazanılacağına inandığım bir mal varlığına ilişkin dava söz konusuysa ücretimi kesin olarak belirlerim. şimdiye kadar da %15'in altına inmemişimdir. kabul etmeyip giden kişilere de yine yardımcı olurum, en azından başka bir avukatla çalışacaklarsa da neye dikkat etmeleri gerektiği konusunda. tabi dediğim gibi bu durum, mesleğime saygı gösteren bireyler için geçerlidir.

    bu arada, avukatlar ile ilgili genel kanının gerçekten çok kötü bir durumda olmasının en büyük sebebinin de avukatlar, barolar ve türkiye barolar birliği olduğunu düşünürüm. bu gözler, duruşmada "efendim, efendim" diyerek cüppesinin önünü iliklemeye çalışan avukatlar da gördü.

    sözün özü; avukat ücretini belirlemiş; mide bulantısı, baş dönmesi yaptıysa kabul etmemek en doğal haktır. istanbul barosu sicilleri herhalde 50.000'e dayanmıştır artık, size başka avukat mı yok? vekalet hala özünde bir dostluk ve sözleşmesidir. güvenmediğinizi vekil tayin etmeyiniz.

    ben de isterdim adım ivar değil de ivarus olsaydı, latifundialarımdan olan gelirimle sırf prestij için dosya kabul etseydim. ama igdaş diye de bir gerçek var.

    ytd.

  • salak salak konuşmayın. üniversiteler siz otogara koşun seyahat edin diye tatil edilmedi. oturun evinizde yurdunuzda, mecbur olmadıkça dışarı çıkmayın diye tatil edildi.

    edit: şu ortamda hasta olan 1 kişi varsa kaç kişiye bulaştırdığını siz düşünün. kendi yaşınızda %0.2 ölüm oranı olan virüsü %14 ölüm oranı olan dedelerinize veya kronik akciğer rahatsızlığı olanlara bulaştıracaksınız. şu görüntü bencillikten başka bir şey değil bana göre. "bulaşıcılık"tan bahsediyorsak eğer çevrenize karşı da bir sorumluluğunuz var.

    edit2: arkadaşlar yurdunuz kapanıyorsa "yurt yönetimiyle savaşın ve yurttan çıkmayın!!!" gibi bir şey söylemiyorum ya. belli ki "mecburi" olmadığı sürece diyorum. kendiniz bence anlayabilirsiniz bunu.

  • muhabbete sonradan dahil olan üçüncü şahıslardan kadir kardeşimizin 6 ekim tarihinde girdiği beyitlerle noktayı koyduğu tartışmadır; yahu bu ne allahaşkına hayatımda görmedim ben böyle bir tartışma retoriği bakınız:

    "bu sayfada ki yazilarin hepsini okudum ve mahmut, sen
    haksizsin ibne. seni kiniyorum, ve sana laflar
    hazirladim.

    o lalflari benden belledin
    dedemin sikini elledin
    dedem seni sikince nohut gibi terledin."

    bilhassa şu "sana laflar hazırladım" bölümünün hastasıyım ben, adam gercekten oturmuş hazırlamış şöyle güzel bir madalyayı haketmiyor desek yalan olur o derece...

  • türkler arap milliyetçisidir. tarihte bundan başka, bir ırkın başka bir ırkın milliyetçisi olduğu görülmemiştir. mesela rumlar, bulgarlar, ermeniler vs. bağımsızlık adına kendi milli kiliselerini kurmuşlar, buralarda ana dillerinde ibadet etmişlerdir. ama ne hikmetse türkler namazda okuduğu duayı bile kendi ana dilinde okumayan, dolayısıyla ibadetini anlamadan yapan ve 1950'de ezan yeniden arapça'ya döndürülünce kurbanlar kesen bir millettir. evet, türk milleti arap milliyetçisidir ve bunun bedelini ödeme zamanı gelmiştir.

  • kornerden gol attım, kendi paramı kazandım ev geçindirdim, kamyon sürdüm, yükseklik korkumu yendim, fakat bu başaramadığım bir eylem. çok zor çok.

    gözlerim hafif şehla ise sebebi bu dekolteler.