hesabın var mı? giriş yap

  • devletin en üst düzeydeki güvenlik toplantısı dinlenmiş, ses kayıtları youtube'a düşmüş, istihbarat teşkilatı ve dışişleri'nin başbakanın bilgisi dahilinde kendi toprağına, kendi askerlerine saldırı düzenleyerek komşularından biriyle savaş çıkarmak için gerekçe yaratmaya çalıştığı ortaya çıkmış, ağzımız açık bunu algılamaya çalışıyorken, yarım saat sonrasında başbakanın helyum çekmiş gibi bir sesle düzenlediği mitingi izleyip katıla katıla gülmeye başlamamız sonucunda ortaya çıkan durum. son 3,5 ayda yaşadıklarımızla iyi bile dayandık aslında. fazla hunisi olan var mıydı?

  • ulvi, öpücük için sırnaşmakta, sevim nazlanmaktadır.

    vatandaş1: hoop kardeşim! eviniz yok mu sizin?
    vatandaş2: ulan ailemizle şuraya geldik. size katlanmak zorunda mıyız!?
    ulvi: şşşt! hacı. eğer ailenizle geldiyseniz ev boştur. versene anahtarı bi.

  • insanlar 1935 yılında, galatasaray'da çiçek pasajı'nın üstündeki 'görçek stüdyosu'nda, kimsenin müdahalesi olmadan, kendi kendilerini karşılarındaki aynaya bakarak çekmişler.

    stüdyonun sahibi emrullah ali yıldız. bu abi, aslında tam anlamıyla bir mucit. ama ülkemizde, (halen günümüzde olduğu gibi) yeterince ilgi görmemiş bir mucit. aşağıya yazacaklarımı okuyun. mevzu dandik bir 'selfie'den daha derin.

    1909 yılında bursa'da doğan emrullah ali, 1926’da açılan 'yeşilköy uçak makinist mektebi'ni (vecihi hürkuş'un öğrencisi olarak) bitirdikten sonra 1928 - 1931 yılları arasında askeri hava okulu hazırlama bölüğü’nde tayyare makinisti olarak, eskişehir’de hava kuvvetleri emrinde görev yaptı. bir süre sonra aralarında sabiha gökçen’in de bulunduğu altı kişilik bir grup ile rusya’ya, kırım'da bulunan koktebel planör yüksek okulu'na gönderildi.

    1932'de, tamamen kendi imkanlarıyla bir planör tasarladı.

    1935'te, insanların kendi kendinin fotoğrafını çekmesine ve fotoğrafın tab olmasına olanak sağlayan bir fotoğraf makinesi tasarladı ve bu makineyle bir stüdyo açtı.

    1938'de, tasarladığı planörle 18 saat 35 dakika havada kalarak türkiye rekoru kırdı. yine aynı yıl, iki kişilik planör ile yanında muallim namzedi (öğretmen adayı) sezai göksu ile birlikte 14 saat 20 dakika havada kalarak, 13 saat 59 dakika olan dünya rekorunu 21 dakika daha fazla uçarak kırdı. rekor denemesini inönü'de c tepesinden kalkarak kırmıştır. iki kişilik bir planörle 172 km uçarak kırdığı mesafe rekoru da mevcuttur.

    aynı zamanda iyi bir paraşüt uzmanı olan ali yıldız, otomatik paraşüt açma sistemi olan ''kap-3''ün de mucididir. paraşüt, üzerindeki irtifa birimine göre otomatik olarak açılmaktadır. bu icadından dolayı thk tarafından kendisine bir 'ihtira beratı' (başarı belgesi) verilmiştir fakat dönemdeki maddi imkansızlıklar ve seri üretime geçmede yaşadığı güçlükler nedeniyle bin dolar gibi komik bir rakama abd patent enstitüsü'ne satmıştır.

    bunların dışında da birçok icadı bulunan yıldız, bahattin adıgüzel'in yazdığı ''gökteki venüs'' adlı kitapta yazana göre şunları söylemiş: "evet bir çok icatlarımın yanında model uçak motoru imalatım da vardı. bunlara çok emek verdim. ama kıymet bilen olmadı. helikopter patentini de 1956'da aldım. ancak ona da ilgi duyan olmadı. dikey kalkış yapan harrier'a benzer bir patent çalışmam daha olmuştu. ilgisizlik nedeniyle bunu da değerlendiremedim. sonraki yıllarda harrier uçağını görünce içim sızladı."

    toplamda 10.000 saat uçak, 2.700 saat planör uçuşu, 15 paraşüt atlayışı bulunan emrullah ali yıldız 1996 yılına kadar devam ettiği sade yaşamına istanbul’da veda etmiştir.

  • yaklasik 4 gun once evimden kovuldum. 4 gunumu sigindigim abla evinde geciriyorum. sehremini'nin surlara yakin eski bir mahallesi burasi.
    birbirine yapisik apartmanlar, daracik sokaklar, carsisi. yolun ote tarafinda buradan degisik hayatlari ile fakir bir semt burasi. ve tabi oturanlari da fakirlikten bol bol nasiplenmisler.
    cok uzaga gitmeden kaldigim evden baslayayim.
    bir oda, bir salon bir apartman kati. giris kat. bu evde buyumus iki tane delikanli var. babalari eski topkapi kabadayilarindan. allah rahmet eylesin iyi bir adamdi ama, beraber yasadiklari babasinin gazina gelip cok dovmuslugu vardi ablami.
    galiba fakir insanlarin bir ozelligidir; sahipsizlik...
    sokaginda, kucuk cocuklar yirtip pirtik elbiseleri ve sumuklu suratlariyla top kosturuyorlar. yuzlerinden okunuyor aslinda cok iyi bakildiginda ve en cok cocuklarin fakirligi uzuyor insani.
    ki, isil isil da mutlu bu cocuklar.
    galiba, fakir cocuklarin uzerlerinde bir mutluluk halesi var. mutlular, fakir olduklari henuz onlara ogretilmedigi icin. bunu kiyaslayacak insanlar henuz hayatlarina girmedigi ve bunu yuzlerine yansitmadigi icin.
    hem cocuk olmak demek; eski bir top, ucu yirtik bir ayakkabi ile sokaklarda mutlu olabilmek de degil mi ?
    ablam, hayati boyunca parasizliktan cok cekmistir biliyorum. kocasi cok calismayi seven bir adam degildi. en cok eski bir kamyonetin arkasina koydugu meyve sebzeyi satardi ki, cani isterse.
    ben iclerinde cok kaldim. bilmediklerinden degil, bu sartlari daha iyi bir hale getiremediklerinden de degil.
    sadece bunu bir kader olarak gordukleri icin, bu sekilde ve bu sartlarda yasamaktan bile mutlu olabilecek detaylar bulduklari icin... galiba kadercilik de fakir insanlarin ozelligi.
    ha su da var; belki fakirlik degil ama yoksulluk biraz. ac degil, acikta degiller ve bulunduklari sartlari kabullenmis ve dahasini istemez vaziyetteler.
    ha surda durdugum yerden ve sartlardan dolayi kimseyi fakir, yoksul diye nitelendirmem ne kadar dogru bilmiyorum.
    neticede kalacak baska bir yerim olmadigi icin buraya siginmis biriyim.
    galiba burdaki en fakir benim.
    ortak ozelligim olmayacak kadar hem de...

  • sırt çantalı bir otostopçu görürseniz arabanıza alın. helvanızı yeriz, cenazenizde dostluklar kurarız.

  • bu tam da yazdığım 300. entry olacak.
    uzun süredir beklettiğim bir no. 300 vardı ama bir şeyler yazmadan da durmak saçma geliyor ara ara. 301'de yazarım, 302'de olur, 303 belki ama yazarım.

    bugün oğlumu okuldan aldıktan sonra sohbet muhabbet gırla yürüyoruz. hikaye şöyle ilerliyor;

    - baba, tüm babalar erkek değil mi?
    + evet oğlum
    - tüm anneler de kız değil mi?
    + evet babacım
    - ama çocuklar kız ve erkek olabiliyorlar değil mi?
    + evet babacım.
    konuyu bir yere getirmek için bir girizgah yaptığını da anlıyorum, yüzünde konuyu buraya getirmenin verdiği gurur da var ( yaş üç buçuk falan)

    - ben de baba olacağım büyüyünce
    + kimin babası olacaksın?
    + kimin babası olmak istiyorsun?
    - senin ( piç gülüşü var burada)
    + ne yapacaksın benim babam olunca
    - seni gezdireceğim, seninle oyun oynayacağım, piyano çalacağım, sana bir şeyler öğreteceğim.

    susuyorum
    çünkü muhabbeti devam ettirirsem ağlarım.

    benim ona yapmaya çalıştığım her şeyi, bana yapmak istiyor, aklındaki babalık sınırları bunlar ve belli ki keyif alıyor, ben keyif alayım diye de bana uyguluyor...

    seni seviyorum dese...
    ya da demese...
    ne olur ki?
    şu minicik zekanın, karşılıksız ve sadece sevgi içeren şu cümleleri aleni seni seviyorum'dur.
    bu dünyayı elbet garipler de yakar ama babaları da es geçmeyelim lütfen.

  • reklamın çapsızlığı ya da yorumları yazanın mizah anlayışındaki bayatlık bi yana...

    --- spoiler ---

    müşteri yorumu: hadi fuse tea kalmadı dediniz eyvallah başka bi içecek niye koymuyorsunuz. pipet koyup dalga geçer gibi içecek koymamışsınız.
    salağın cevabı: o değil de bir ilhan irem vardı, noldu ona ya?

    --- spoiler ---

    ben bu yorumu okuyan müşterinin yerinde olsam o restorana gider ve ilhan irem'le yedi ceddinin soy kütüğünü tersten okuturum o dallamaya.