hesabın var mı? giriş yap

  • genellikle topraksiz tarim olarak da bilinen bitki yetistirme/tarim teknigi. ozellikle son yillarda butun gelismis ulkelerde onemi artan hidroponik sistemlerin avantajlari verimsiz topraklarin oldugu, su fakiri cografyalarda tarim yapilabilmesinin onunu acmasidir. geleneksel tarim yontemlerine gore su ihtiyaci 6'da 1'e kadar dusmektedir. ayrica topraga ihtiyac duymadigi icin cok elverissiz yerlerde bile yiyecek yetistirilebilmesini saglar. alttan sulama, usten sulama gibi tekniklerle bitkilerin ihtiyac duydugu besin/mineral/oksijen ihtiyaci giderilerek tarim yapmanin daha performansli hale gelmesi amaclanir.

    bu teknigin/teknolojinin daha da gelistirilmis versiyonu ise aeroponik'dir. o sistem cok daha yuksek performanslidir, dezavantaji ise kurulacak sistemin daha karmasik olmasi gerektigi icin ilk yatirim maliyeti daha yuksek, sistem bakim masraflari daha fazla olmasidir.

    bu entry'yi asil yazma sebebim ise, nasa 2000'lerin basindan beri hidroponik ve aeroponik sistemleri uzerine cok yogun ar-ge yapmaktadir. bu sayede yillardir iss (bkz: uluslararasi uzay istasyonu) icinde astronotlarla uzayda tarim deneyleri yapip uzun vadede uzay kolonisi, derin uzay yolculugu gibi hedeflerin onundeki en buyuk engel olan yenilenebilir gida sistemi sorununu bu sayede cozmeyi amaclamaktadir.

    bu kapsamda dunya genelinde cok sayida hidroponik/aeroponik teknoloji ar-ge sirketi kurulmustur. bu sirketlerin amaci hem dunyada gun gectikce azalan verimli toprak/icilebilir su kitliginda olusacak tarimsal gida krizlerinin onune gecmek hem de uzay tarimi konusunda oncu/tekel firma konumuna gecmeyi amaclamaktir. estonya'da 20 civari, israil'de 50, amerika'da 200 civarinda sirket yeni ve gelistirilmis/guvenilir hidroponik/aeroponik sistemler uzerine ar-ge calismasi yapmaktadir. ayrica darpa da bu konu uzerine zaman zaman proje yarismalari duzenlemektedir.

    kisacasi eger yatirimciysaniz, uzun vadede bu sistemler uzerine ar-ge yapan sirketler bayagi on plana cikacaklar bir gozunuz ustlerinde olsun.

    (bkz: aeroponik)

    https://settlement.arc.nasa.gov/…s/hydroponics.html

    https://www.nasa.gov/…/tech_life_asa_analytics.html

    https://www.nasa.gov/…ion-of-deep-space-food-crops/

    https://www.nasa.gov/…sions/science/biofarming.html

  • kelime anlamı böyle olmasa da fiilen şehrin en merkezi ve havalı yeri anlamına gelen kelimedir. dünyanın en az 10 büyük şehrinde soho diye anılan bir bölge var.

    bunların ilki londra, zamanında avcılık yapılan bir bölge varmış. soho da bir avcılık tabiriymiş ve o bölge şehirleştikten sonra oraya soho denmeye başlamış. bu ilki.

    new york, manhattan’da da bir soho var. bu soho tabiri, gene londra’daki soho’ya atıfla konmuş, south of houston street anlamına geliyormuş. yani “houston sokağının güneyi”. o bölge demek ki o kişilere londra soho’yu hatırlatmış, sokağın adından da hareketle oraya da soho demişler.

    derken “south of hollywood”, yani hollywood’un güneyi tabirinden hareketle california’da bir soho belirmiş. derken chicago’da bir soho. derken hong kong’da bir bölgeye soho denmeye başlamış. hatta bazı yerlere de noho denmeye başlamış. böyle çeşitlene çeşitlene her metropolde bir soho pörtlemiş.

    türkiye’de henüz bir soho’muz yok, ama bir sürü soho cafe’miz var. yolu yarılamış sayılırız. bizde bazen nişantaşı benzer bir tabir olarak kullanılıyor. “abi tunalı hilmi caddesi, ankara’nın nişantaşı'sıdır” falan gibi.

    soho da fiilen aslında öyle bir kelimeye dönüşmüş durumda. dolayısıyla soho nedir, soho artık "şehir merkezi" demektir. aslında bu, yani öyle çok açıklanacak bir durum yok.

  • içme şu zıkkımı diyor her daim validem

    bir gün fakirim yine, dedim anne babamdan bi dal sigara çalsana bana
    dur burada var dedi bir tane al bun, otur dedi bi de çay vereyim sana
    tabi ben şaşırdım validem bana sigara veriyor ve üstüne çay getiriyor
    yine arada evlenmiyormusun diye laf sokmayı da ihmal etmedi

    sigaranın içine patlayan kibritlerden koymuş , ilk dumanı aldım ikinciyi çekerkene sigaranın ucu papatya gibi açıldı,
    ben renk atmış vaziyette beklerken , valide kahkahayı patlattı, aldı sigarı elimden çayı da çekti önümden şimdi sittir git dedi sigara migara yok sana, güzel şakaydı halen validemden sigara isterken özenle takip ediyorum durumu

  • annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.

    ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.

    sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.

    mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.

    ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.

    nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:

    "savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."

  • okuyunca nasıl bir yokluk içinde okuduğuma şaşırtan yazıdır.
    biz de kızlı erkekli oturduk ama hiç bir kız gelip kucağıma oturmadı. demek sorun sadece bizim lisedeydi.
    karşılıklı münazaralar yaptık, fikirlerini dinledik, fikirlerimizi çarpıştırdık. beraber ders çalıştık, ders dinledik, ders astık.
    okuldan kaçıp dönercide 1.5 porsiyon döner yedik, sinemaya gittik güldük muhabbet ettik.
    bazen karşılıklı futbol oynadık, kavga ettik, beraber sevdik, sevdiğimizi müzikleri bir kulaklıkla dinledik.
    bak bu kitap çok güzel diyerek birbirimize kitaplarımızı paylaştık, bazen de gençliğin verdiği heyecanla ağzımızdan tükürükler saçarak kavga ettik fikir ayrılıklarımız yüzünden.
    birbirimizi güzel/yakışıklı bulduk, aşık olduk.
    kadın ya da erkek hepsinin birer adı vardı hepsi birer bireydi başta.
    fikirleri, hayalleri, hedefleri olan kızlar tıpkı erkekler gibi. evet hiç biri kucağıma oturmadı ne yazık ki.

  • bu zıkkımı bozdurmak için berlin tegel'de komisyon ödemiştim.

    bir kere takside 100 euro kaybetmiştim ve kendime gelmem günler almıştı. aynısını bunun için düşünemiyorum. bugün itibariyle yaklaşık 3800 tl değerinde. el kadar dikdörtgen bir kağıt. kaybediyorsun ve kaldırıma çöküp uzanıyorsun. ambulanslar falan geliyor.

    acı bir durum.