hesabın var mı? giriş yap

  • ulan adamın golünün tadını çıkartacağınıza hala defansa laf ediyorsunuz. ne insanlarsınız ya. hayatta sizi ne mutlu ediyor lan anlatsanıza biraz?

    debe editi: oy verin.

  • maaş zammı gündem olduğunda senin gibi binlerce insan var asgari ücretle çalışabilecek derken sorun yok. çalışan bana böyle yüksek teklif var, verebiliyorsanız kalayım yoksa gideyim deyince onursuz ve namussuz oluyor. hadi oradan esas sizsiniz onlar

  • ev sahibi takımın yönetim kurulu yok. kongrede devrildi. seçime gidiyor.

    deplasman takımının yönetim kurulu yok. istifa etti. seçime gidiyor.

    maçı yönetecek hakemin bağlı olduğu kurul istifa etti. haftaya atanacak hakemleri kim atayacak, belli değil.

    ligi organize eden federasyonun başkanı istifa etti. kongre ne zaman, adaylar kim belirsiz.

    sahada hakem auta giden topa gol verse, itiraz edecek taraf yok, itirazın muhatabı kurul yok, başında federasyon yok.

    sonra diyorsun ki, bu yayıncı kuruluş ihalesi neden bir türlü son bulamadı? neden bu kadar az para veriliyor? bence kim para verdiyse kabul etsinler. gerisini düşünmesinler.

  • abi siz aptal mısınız gerçekten anlamıyorum. delinin biri kuyuya taş atıyor ve kırk deli çıkaramıyor. inanılmaz gerçekten.

    açın iki linki de videoyu izlemeden önce aşağıdaki bir yazıyı okuyun. okumaktan bu kadar erinen bir toplum daha olamaz aq şaka gibi ama inanılmaz gerçekten.

    açıklamada yazan özet olarak philadelphia'da artan bir uyuşturucu bağımlığılığı olduğu ve aşırı dozdan ölenlerin sayısının da arttığı anlatılıyor. insanlar morfin gibi opioidlere bağımlı olmuşlar. bir duyarlı (!) vatandaş da gidip şehrin en tehlikeli bölgesi kabul edilen kensington'daki en hızlı uyuşturucu ortamının döndüğü sokağı gezip gezip video atıyor ve duruma dikkat çekmeye çalışıyor. bu bölgede işlenen suçların %3.57'si uyuşturucu nedeniyle yaşanmış falan filan.

    oturup kensington neymiş, philadelphia'nın ne kadarını kaplıyormuş falan bunları araştırın önce.

    alın size kensington
    alın size philadelphia

    kensington, philadelphia'nın en ucuz ve köhne mahallelerinden birisiymiş. bu nedenle iyi yerlerde yaşamaya parası yetmeyen düşük gelirli insanların bile çok tercih ettiği bir yer değilmiş. burası genelde parasını uyuşturucu ve alkol ile tüketen insanların son çare olarak yaşamaya çalıştığı bir yermiş ucuzluğundan dolayı. ulan ülkenin en büyük metamfetamin imparatorluğu bile burdan doğmuş. google'da kensington diye aratınca google otomatik olarak "güvenli mi" diye tamamlıyor. kensington hakkında daha detaylı demografik bilgi için şehrin ve amerika'nın önemli üniversitelerinden drexel'in hazırladığı rapor şurada.

    bu resmen ankara çinçin'e gidip uyuşturucu satıcısı gördüm, türkiye'de herkes uyuşturucu bağımlısı; tarlabaşı'nda tabancalı adam gördüm demek ki türkiye'deki herkes silahlı saldırgan demek seviyesinde.

  • evet sonunda gerçeklerle yüzleşmeye başladık. marketlerde indirimli ürünlerin fiyatları bile dün ve bugün değiştirilen etiketlerle inanılmaz bir noktaya gelmiş durumda. birkaç gün aradan sonra bugün alışveriş yapmak için markete uğramış herkes söylene söylene çıktılar alışveriş yapmadan.

    hepimize geçmiş, doğrudan veya dolaylı yoldan sebep olanlara lanet olsun.

    sebep olanlar açlıktan sürüm sürüm sürünsün, acılar içinde ölsün, hakkım, geleceğim, ümitlerim haram zıkkım olsun.

    edit: biri de gelmiş bana reisi ümmetin kalbinden sökme çabalarımız, reise yaptığımız ekonomik darbe girişimlerinin boşa çıkacağını yazmış.

    ben evime salatalık alamıyorum, en son ne zaman dolma yediğimi hatırlamıyorum. yaşarsam 30 sene sonra bina aidatı ederi kadar emekli maaşı alacağımı düşünüp kara kara düşünüyorum. ev alamıyorum, araba alamıyorum, telefonuma bişey olsa borçlanmadan alamıyorum, tatile gidemiyorum, doğalgazı istediğim gibi açamıyorum. ne istiyorsunuz siz bu ülkeden?

    edit2: salatalık konusunda gereksiz ajitasyon yapmışım. zaten yazın çıktığı için kışın nasıl yenirmiş ki? evet tam da bu yüzden kasımpaşa pazarında 25lira, marketlerde 30-35lira bandında bulunması çok normal. neyi abartıyoruz ki?

    akıllanmayacaklar.

  • tehlikenin boyutunu anlamak adına önemli bir tweet'dir.
    kaynak

    twitter'dan ulaşamayanlar için görsel

    --- spoiler ---

    istanbul esenyurt fi tower sitesi 1755 dairenin bulunduğu bir site. sitede türkler azınlığa düşmüşler. araplar site yönetimini sahte veya şüpheli vekaletnameler kullanarak ele geçirmişler. arapların çoğunluğu ele geçirdiği sitede harcamalar artmış. 2022’de 17 milyon, 2023’de 23 milyon ek bütçe çıkarmışlar. bu büyük rakamlara karşı çıkan türk ev sahiplerine “fakir. türk istemiyoruz” diyorlarmış. azınlıkta kalan türkler büyükçekmece cumhuriyet başsavcılığına şikayette bulunmuş büyükçekmece 1. sulh hukuk mahkemesine dava açmış yaklaşık 1 yıldır hukuk mücadelesi veriyorlar. aşağıdaki görüntülerde site bahçesinde kalınan bayram namazından. türk imamın arkasında namaz kılmamak için bahçede kılıyorlar. bu sitede yaşananlar türkiye’nin geleceğini anlatıyor.
    --- spoiler ---

  • muş'ta, cebinde mama taşımayan 73 yaşındaki provokatör yaşlı kadın, patili dostlarımızın keyfini kaçırmak için evinden çıkmaya cüret ediyor. tabi ki yapacak bir şeyi kalmayan masum patili dostlarımız tarafından ısırılıyor ve ağır yaralanıyor. yapılan tetkiklerde de kuduz teşhisi konuluyor.
    artık yeter, bu insanların sokaklarda ne işi var? çocuklar ne diye okula gidiyor? patili dostlarımızın keyfini kaçırmaya, onları yormaya ve dişlerini ağrıtmaya ne hakları var? insanları toplaması için belediyeleri göreve davet ediyorum.

    https://twitter.com/…ber/status/1735159505166405772

    edit1: kadın kuduz da değilmiş. o zaman sorun yok. rahat rahat yiyebilirler köpecikler
    istek üzerine edit2: , kuduz aşısı kıtlığına dikkat:

    https://www.birgun.net/…de-kuduz-asisi-kaosu-415617

  • kırılır mı diye düşünmeden, aklından geçen saygısızlığı yaptığın ilk gündür.

    o günden sonra poseidon'un tüm suları temizleyemez ilişkiye sürdüğün bu lekeyi.

  • ilk ve sonda hatırladığım, bir düğmeye basılmış gibi, kendi kendime, yememeye ant içmem ve aynı andı bozmam. şimdi, buradan bakınca, düğme benzetmesinin çok yerinde olduğunu düşünüyorum, çünkü, bu hastalığın temelinde yatan tam da bu; denetim saplantısı. bedenimin, hayatımın denetimini başka kimse değil, ben elimde tutuyorum (tutmalıyım) düşüncesi.
    genç bir kızı (hiç erkek hasta duymadım, belki benim cahilliğimdendir) bu saplantıya iten, ebeveynlerinin ondan beklentilerinin yüksekliği olduğu kadar, ona karşı tutundukları tavırlar arasındaki uçurumdur da. birisi gardiyan gibi başından ayrılmazken, diğerinin her yaptığına "bırakınız geçsinler" demesi, yüzeysel bir sempati duymasıdır; ben şahsen, iki cami arasında beynamaz kaldığımı düşünüyorum, sanırım denetime saplanıp kalmamın nedeni, onların "denetim"e ilişkin bu tutarsız tavırlarıydı.
    daha tehlikeli birşeyden söz etmek istiyorum, şişmanlığın damgalanması, hastalık gibi görülmesi, sağlıklı beslenme faşizmi falan, beni hem kışkırttı, hem de gizledi hastalığım boyunca. "manken gibi kız" diye övüldüm, hiç kimse garipsemedi günde 3,5 saat spor yapmamı, çiğ pirinç ve pamuk yememi (sakın denemeyin!), akşam yemeklerine katılmamamı. orda burada bayılmam kolayca yorgunluğa, sıcağa, heyecana yoruldu. gençtim, dinçtim ya. yediğime dikkat ediyordum, cips ve kolayla beslenen diğer obur kızlardan değildim, onların iyi yetişmiş kızıydım ben, "ne yaptığımı biliyor"dum.
    ve biri tıp tahsilli olmak üzere iki üniversite mezununun çocuğu ben, artık bedenimde östrojen salgılanmasını uyarmaya yetecek yağ kalmayıp da adetim kesilinceye dek, hiç farkedilmeden, hiç garipsenmeden, hiç uyarılmadan, herkesin gözü önünde, kendime yaklaşık bir yıl eziyet ettim.
    beni durduran da bu oldu zaten. birşeyler değiştirmeyi başarmıştım. bedenimin doğal işleyişine bile, müdahale etmiştim. sofraya oturunca kendine hakim olamayan iradesizlerden değildim, kaderi, hayatı kendi ellerinde olan, bambaşka bir insandım ben; şimdi bile içimi titreten o iktidar hissini unutmam imkansız. bunu, işler çığrından çıkıncaya dek, saman altından su yürüterek gerçekleştirmem de, ayrı bir haz vermişti, hatırlıyorum. ailemin şaşkınlığı, inkarları hele...bir nev'i intikamdı, faturasını kendime kestiğim.
    "iştahsızlığım" değil, "yememe iradem", dış dünyaya karşı beni koruyan, farklı kılan bir giysiydi. en temel güdülerimden birine hakim olabilmişsem, başıma her ne gelirse, onun da icabına bakabileceğime güveniyordum.
    herhalde; çünkü bunlar o zamanki bulanık zihnimdekiler değil, sonra yaptığım çıkarımlar. o zamanlar sadece saatlerce soyunup boy aynasının önünde, kendime baktığımı ve iç organlarımın beni şişman gösterdiğini düşündüğümü hatırlıyorum, bağırsaklarımın hepsinin bana lazım olup olmadığını düşündüğümü hatırladıkça gülesim geliyor.
    şimdi yağ oranı normalin üst sınırlarında bir kız olarak, iştah denetimi saplantımdan kurtulduğumu söylersem yalan olur. bir kere şekilcinin önde gideni olarak öleceğim, (başta kendim olmak üzere) insanları kilosuna bakarak yargılamayacağım gün hiç gelmeyebilir. yemek, sanırım, benim için asla, yalnızca beslenmekten ibaret olamayacak. yağa dokununca tiksinmeyebilir miyim acaba? sonra, kilo almamın normal ve de istenir olacağı gebelik gibi bir durum, başıma gelirse, nasıl başedeceğim konusunda hiçbir fikrim yok. şimdi yağlı olmaktan memnun muyum, kendimi normal hissediyor muyum? hayır, bu sefer de yağlarımın beni delirmekten ve kendime eziyet etmekten alıkoyduğunu zannediyorum, yeniden yediklerimi denetlemek zorunda kalırsam, sağlıklı bir yaklaşımla altından kalkabileceğimden emin değilim, bir kez tabağımdakini yarım bıraksam, bir sonraki öğünü atlayacağım, bir kilo versem, gerisi çorap söküğü gibi gelecek ve altı ay sonra kendimi yeniden kontrol manyaklığına savrulmuş bulacağım sanki. yeniden denetimi elime geçirirsem, bedenim için bu kez daha adil bir efendi olabileceğime inanmam zor.