hesabın var mı? giriş yap

  • çoğu zaman bana nasıl bu kadar sabırlı, sakin, tahammüllü olduğum soruluyor. sanıyorum bunun sebeplerinden biri üniversite okumamış olmam. türkiye'de sarsılmaz ast üst ilişkisiyle, statükocu yapısıyla, kraldan çok kralcılığı ile, kayırmalarıyla, kaydırmalarıyla, entrikalarıyla tam bir ortaçağ derebeyliği zihniyetiyle yönetilen bu kurumlarda örselenmediğimden cebimde bolca tahammül kaldı diye tahmin ediyorum.

    savcılığa verdiğim her 10 ifadeden 7'si öğretim üyelerinin şikayetleri üzerine oluyor. asker değil, adnan hoca değil, milletvekili değil. bu öğretim görevlileri "eleştirel düşünce", "fikir ifade özgürlüğü", "mantıksal çözümleme" öğretecekler.

    siz kimsiniz yahu? kendinizi ne zannediyorsunuz? kim sizi bu kadar havalara çıkardı? paper'larınızı alsam, önce intihalleri ayıklasam, sonra da yerel, ucuz, parayla makale yayınlayan mecralardaki yayınlarınızı elesem, h-index'inizi hesaplasam bir avuç düzgün insan kalırsınız. onlar da zaten öğrenciyi düşmanıymış zannetmeyenler çıkar. geri kalanınız hayata daha iyi bir akademisyen, daha iyi bir eğitim adamı, daha iyi bir insan olarak tutunmak yerine zamanında bedelini biat ederek ödediğinizi düşündüğünüzden aynı bedeli ödetmeyi hak gördüğünüz o çürük sistemin boktan çarklarını yağlamaktan başka bir iş yapmıyorsunuz.

    o çarkın içinde onunla beraber kül olup gideceksiniz. yerinize yepyeni aklı beyni açık bir nesil gelecek. sizi ne kimse hatırlayacak ne de kimse size minnet duyacak. tarih sizi ufak puntoyla ufak utanç dolu bir paragrafa sıkıştırdığıyla kalacak.

    sizin vereceğiniz eğitimin bende eksik olmasından dolayı da son derece memnunum. gelecekteki tercihlerimi de sizin gibilerin olmadığı bir dünyadan yana yapmaya devam edeceğim.

  • şu an olduğumuz kişiyle olmak istediğimiz kişi arasındaki fark kapansaydı ve kendimiz olma şansını elde etseydik ne olacaktı? daha mı mutlu, daha mı güçlü, daha az mı acı çeken, daha zengin mi, ayakları yere daha sağlam basan biri mi olurduk o durumda? bunlardan her biri içerisinde arzuyu da barındıran ihtimaller ve kendimizin hali hazırdaki versiyonu kafasında yarattığı bu ihtimallerden büyülenerek kendini eleştiriyor. olmak istediğimiz kişilik versiyonumuzun gerçek kendiliğimiz olduğundan emin olmuşusuz da o mertebeye ulaşamadığımız için şu andaki benliğimizi suçluyor gibiyiz. kişinin kendisi olamaması ifadesindeki kendilik kavramı, gözlerini şu anki benliğimize dikmiş ve "kendin ol" diye emirler yağdıran üstbenimizden başkası olmayabilir. bu emirlere kulağımızı tıkayamadıkça, ciddiye almamayı öğrenemedikçe de bir kendilik ideali yaratmaktan da, yaşayan benliğimizi ( mutlu olan, mutsuz olan, acı çeken, kıvranan, aşık olan, merak eden, isteyen, şikayet eden) bu idealle kıyaslamaktan da, benliğimizi üstbenle kırbaçlamaktan da vazgeçemeyeceğiz.

    neden kişinin kendisi için bir yabancıya dönüşmesi ihtimali yerine illaki kendisi olmasını göz önüne alıyoruz ki? kendilik bu denli çekici görünürken yabancılığı ihtimallerden biri olarak tanımayışımıza yol açan şey ne? belki de kendimizin dışına çıkamadığımız için ortaya çıkıyordur bunca sorun. belki de kafamızdaki benlik ideali son derece sıkıcıdır ve ona ulaşmaya çalıştıkça günden güne sıkıcı bir insana dönüşüyoruzdur da sorunlarımızın çözümü olacak şey kendiliğimize yabancılaşmaktan geçiyordur.

    kişinin kendisiyle arasındaki mesafe kapansaydı ve kendimiz olabilseydik son derece bayık, çekilmez insanlara dönüşürdük bence. kendimizden o kadar memnun olur, öylesine doymuş olurduk ki farklılık fikriyle hiç ilgilenmez hale gelir, imgemizle bütünleşmenin yarattığı keyifle iyiden iyiye bencilleşirdik.

    kendimiz olmamız gerekmiyor. olunmak için planlar yapılacak bir kendilik yok çünkü. kendimizle olan sorunlarımızın örtbas edilmesi için yaratılan bir imajdan öte birşey değil ideal-kendilik. üstelik bu imajı oluşturan bile biz değiliz çoğu zaman, dayatılmış, üstben halini almış bir imaj söz konusu. tanımamızın mümkün olmadığı iki yabancının sperm ve yumurtasının birleşmesiyle dünyaya gelmişken kendimiz olmamız mümkün mü? kişinin kendisi olabilmesi dışarıdan oldukça iddialı bir savken, buna ulaşmaya çalışan kişi için oldukça acılı bir sürece de yol açabilir.

    kişinin kendisi olamaması deyişinin gizli öznesi acı çeken bir benlik. şu anki kendiliğine bakmak ve onun yol açtığı sorunlarla bir yolunu bulmak yerine ideal bir kendilik koyuyor önüne. eğer o ideale ulaşsaydı, kendisi olabilseydi ne olurdu? üstbeninin yerine geçmiş olur ve zorbalaşırdı bence.

    kendilik denilen şey bir kurgudur ve ona yaklaşmak yerine kurgunun yapısını sökerek ondan farklılaşabilirsek kendiliğimize yabancılaşabilir ve başka başka kendilikler olduğunu da keşfedebiliriz. kendimize yaklaşmak doygunluk getirirken kendiliğimizden uzaklaşmak, onu daha az umursamaksa düşüncelerde ve eylemlerde serbestliğin gelişimine, özgürleşmeye kapı aralayabilir.

    üstelik kendimiz olmamaya çalışmak kendimize ulaşmaya çalışmaktan daha fazla çaba gerektiren bir tercih. kendimiz olmaya çalışırken olayın aktörü de dublörü de kendimiziz. bokumuzla oynayıp dururuz tabiri caizse. kendinden çıkmaya çalışmaksa dışarının varlığını duyumsatır. orada başka benlikler vardır, yabancılığı hissederiz, tedirgin oluruz, deneriz, çok az şey benliğimize uygun olarak cereyan eder. dünyanın ne denli büyük bir yer olduğunun ve gerçekliğin gücünün farkına varırız. aranan kendiliğe kıyasla daha meşakkatli bir süreçtir bu. zorlandıkça kendiliğimze tutunur , elimizde kalan son şeyi gerçekliğin insafına bırakmaktan ölesiye korkarız. oysa yeni olanın deneyimlenmesi tam da bu bırakışın ardından gelecektir.

  • belki de başkası yazmıştır aramaya üşendim. biraz aradım bulamadım. ama böyle bir hadise var. tüm reklam görsellerinde saatleri aşağı yukarı 10'u 10 geçeye ayarlıyorlar. bilemedin 10'u 8 geçe olsun. fakat hiç saat 18:00'i gösteren reklam görmedim. çünkü 10'u 10 geçe olunca simetrik oluyormuş. üstelik gülen surata benziyormuş, bilinçaltında daha pozitif etki yaratıyormuş bakan insanda. ben ilk duyduğumda ha sittirin lan olur mu öyle geyik demiştim. fakat sonra baktım ki durum böyle.

    bak şimdi mesela

    bu

    veya bu

    ya da şu şekil

    eski reklam

    yeni reklam

    bu da kanıtı

    cartier

    niye böyle

    niye her reklam böyle?

    sizin yapacağınız ayarı skim.

    citizen de böyleymiş.

    şopar

    eskiden 8:20'ye ayarlıyorlarmış o da aslında 10'u 10 geçenin yatay eksene göre ters simetriği gibi. fakat orada akrep ve yelkovan aşağıya baktığı için sanki insanı da böyle daha çok demotive eden bir yönü var gibi diye bu standarda geçmişler. saatlerin çoğunun markası tepede olunca, saati 10'u 10 geçeye ayarladığımız zaman markayı çerçeveye almış gibi oluyor o açıdan bu durum zamanla endüstri standardına dönüşmüş. saatler için reklam sektörünün yazılmamış bir kuralı haline gelmiş bir durum.

    1920'li 1930'lu yıllarda saat 8:19 veya 8:20 de kullanılıyor dediler ama üşenmedim baktım, orada da durum pek farklı değil.

  • yarım günün hesabını yapan askerlerin dünyasını başına yıkan haber. plakalar yeniden dağıtılıyor.

  • dedem babaannemi kaybettiğinde 78 yaşındaydı. vefatın ardından bir süre sonra evde sohbet ederken babaannemi ne kadar özlediğini söyledi ve ardından şunu ilave etti:

    - 20 sene önce falandı galiba, ..... 'nın karısı ölmüştü. hüngür hüngür ağlıyordu. dedim ki içimden " erkek adam karısı için böylesi ağlar mı" .

    ardından gözlerinden bir kaç damla yaş döküldü.

    - ölürmüş bile, dedi.

    sonra birbirimize sarılıp beraber ağladık.

  • hayata çaylak kalmak, sevgililerin yanındaki üçüncü kişi olmak, sevgilisi olanları kıskanmak, ilişki nasıl bir şeydir merak etmek ve de en önemlisi gerçekten yalnız olmak gibi sonuçları vardır..

  • 31 çekmeyi 51 gibi bir iskambil oyunu sanırdım. birgün can sıkıntısının doruklarında gezerken sevgili babacıgımla, "hadi kızım kart oynayalım" demişti babam, ne oynayalım dedi ben de saf saf 31 çekelim diye cevap verince neye uğradığını şaşırmıştı.bense dersanedeki bi arkadasımdan duydugum bu 31 cekme meselesinin neden bu kadar şaşırtıcı bir iskambil oyunu oldugunu çok sonraları anlayacaktım.

  • çok doğru demesidir.
    insanın da çöp olanı vardır, mesela aktroller.
    parası neyse verelim biz de bu çöpleri afganistan'a dökelim.
    afganistan'da aşık oldukları afganlar bunları sabahtan akşama kadar badelerler, tam bir win-win siçueyşın olur.