hesabın var mı? giriş yap

  • tahta cetvelle parmak uçlarına vurulurdu. ,

    şimdi öyle mi el bebek gül bebek ,ondan mal gibi bir nesil yetişiyor zaten. servise bin okula git ,servise bin eve git. ben karlı okul yollarında ne sokak çocuklarından ne de öğretmen denilen psikopatlardan yediğim dayakları yazsam köprü olur.

    biraz salak olabilirim ama dayanıklıyım.

  • kızılmaması gereken çiftler.

    genciz, otobüsün en arka sırasına oturan kişilerin karizmatik olduğunu düşündüğümüz ve her fırsatta bu sırayı arkadaşlarımızla beraber işgal ettiğimiz yıllar...daha ses tonumuzu da ayarlayamıyoruz. yaptığımız her espri yüksek ton ve pitch'ten çıkıyor. bazen grupta bir kaç kız oluyor, yüzyüze konuşacak kadar samimi olmadığımız için diğer bir sap arkadaşımıza esprilerimizi baya bi yüksek sesle yapıyoruz ki kız da duysun gülümsesin. hafif bi gülümsesin hemen yavşamaya başlayacağız.

    tabi bu yüksek sesle yaptığımız ve çok komik olduğunu düşündüğümüz esprilerin olgun kişiler tarafından beğenilme olasılığı çok düşük. hadi diyelim beğenilme ihtimali var, yine de adamın tek derdi o olmayabilir. kim bilir kafasında ne fırtınalar kopuyor, nasıl baş ağrısı çekiyor o sıralar. arkasına dönüp hafif bir kızgınlıkla uyarıyor bizi.
    eğer insanlara biraz saygılı bir grupsak sus pus devam ediyoruz yolculuğa, ya da sesimizi kısıyoruz. ama gücünü ergenliğinden alan bir arkadaşımız varsa yanımızda "sanane be, babanın otobüsü mü" diye çemkiriyor belki babası yaşındaki adama. ortam geriliyor.

    işte bazen gücümü ergenliğimden aldığım yıllar aklıma geliyor, bu çemkirmeyi de yaptığımı hatırlıyorum. şimdi utanıyorum. insanların tek derdinin gruptaki kızların dikkatini çekmek olmadığını, çok daha kritik meselelerin insanın kafasını meşgul ettiğini, yolculuğun bunları düşünmek için önemli bir fırsat olduğunu, o yaşlarda yaptığım esprilerin gerçekten de komik olmadığını anlıyorum.

    demem o ki, konuşmadan oturan bu çiftler de yaşayacaklarını yaşamışlar, eleklerini asmışlardır. nezih bi ortamda bir saat oturup beraber kafa dinlemek en önemli ihtiyaçlarından biri olabilir. zamanla onları anlayacak duruma da geliriz belki. yani belki diyorum bak, kesin bir şey demedim.

  • bir ülkede polis suça böyle yaklaşıyorsa, o ülkede gidilebilecek bir mecra kalmamıştır. franz kafka'nın dava'sı bile bu kadar kötümser değildi.

  • tebrikler! linç etmeden önce "dur bir okuyayım" diyerek medeni birey olmada büyük bir aşama kaydettiniz. bu içerik sizin gibi ekşi sözlük'ü linç etmek için şu anda büyük bir coşku hissedenlerle paylaşılması için hazırlandı. olabildiğince kısa tutuldu:

    - ekşi sözlük bir platformdur. twitter/facebook gibi. içeriğini kullanıcılar yazar. bunlar ekşi sözlük çalışanı, maaşlı editörler vs değildir. isteyen herkes kayıt olup ekşi sözlük'e yazabilir. dolayısıyla yazılanlar ekşi sözlük'ün firmasının görüşünü belirtmez. twitter/facebook gibi.

    - ekşi sözlük diye birisi yoktur. ekşi sözlük diye tek bir zihniyet de yoktur. her görüşten her kesim yasalar ve format çerçevesinde olduğu müddetçe istediğini yazabilir.

    - ekşi sözlük'e yazılanlar ön denetimden geçmez. twitter/facebook gibi. bunun tc yasalarında da böyle olması öngörülür.

    - ekşi sözlük bir türk firmasının olduğundan tc yasalarına tabidir. (twitter/facebook bu yasalara tabi değil). (edit: bir kullanıcı "o zaman yurtdışına taşıyın" deyince ekleme gereği hissettim: twitter/facebook'un türkiye'de açık kalma sebebi uluslararası bilinirlikleri. çünkü kapatılınca bir sonraki ab ilerleme raporunda muhakkak konu ediliyorlar. çat çut kapatılıp bir daha geri açılmayan sürüyle site var. en son örnek booking.com. ekşi sözlük gibi sadece türkiye'de bilinen bir mecranın uluslararası çalkantı yaratma riskini düşük göreceklerinden açık tutmakla uğraşmazlar. velhasıl yurt dışına taşımak tc yasalarından yırtma garantisi vermiyor)

    - t.c. yasaları internet'te de geçerlidir. o yüzden gerçek hayatta söylenmesi suç olan bir şey ekşi sözlük'te de yazılamaz. ekşi sözlük denetimi bunları kaldırır, kaldırmayacak olursa mahkeme kararıyla kaldırmak zorunda bırakılır.

    - ekşi sözlük email, web, telefon gibi yollarla şikayet kabul etmekte, türkiye'nin en düzgün denetlenen, şikayetlerde en kolay ulaşılabilir mecrasıdır. şikayetlerinizi şu adresten iletebilirsiniz: https://eksisozluk.com/iletisim

  • pamuk romancılığını diğerlerinden ayıran şey kolaya kaçmaması. nedir bu kolaya kaçmamak derseniz, son yirmi yılda nobel edebiyat ödülünü kazanan yazarlara bakarsanız, hemen hepsinin, güvenli bir bölge yaratıp yıllarca o bölgeden çıkmadan, hep benzer tarzda eserler ürettiklerini, bir anlamda aynı eseri tekrar tekrar yazdıklarını görürsünüz. bir kaç örnek vermek gerekirse, mario vargas llosa, özellikle biyografik yapıdaki romanlarında hep benzer bir şablon izler, üslubu ve cümle yapıları küçük nüanslar dışında hemen hemen aynıdır. mo yan, en azından türkçe'de yayımlanan üç büyük romanında ve bu kitapların arasında dahil etmekte beis görülmeyecek, yüz sayfalık, ismi de ironik(!) biçimde "değişim" olan otobiyografik kitabında dahi, çin'in yirminci yüzyıldaki elli yıllık değişimini tekrar tekrar merkeze alır ve karakterler dışında bu kitapların özü hep aynıdır. patrick modiano, yıllardır aynı şeyleri geveler durur. paris sokaklarını arşınlayıp duran derinliksiz ve hiçbir kıymeti olmayan serseri yapıdaki karakterlerini merkeze alıp yazdığı hepi topu yüz, yüz elli sayfalık romanlarında, gerçekte hiçbir şey anlatmaz. herta müller, kitaplarında, inatla hep aynı şeyleri, çavuşesku döneminde yaşananları anlatır ve romancılığını tamamen bunun üzerine kurar, görece samimiyetsizdir. içlerinden bir tek john maxwell coetzee, kendisini belli şablonlar çerçevesinde sınırlamaz ve her romanında farklı bir akış ve deneyselliğe girişir. ki nobel alan romancılar arasında, romancılık anlamında orhan pamuk ile kıyaslanabilecek yegane yazar da kendisidir. ancak john maxwell coetzee dahi orhan pamuk kadar derinlikli romanlar yazamaz. çünkü her şeyden önce bu deneysellik kaygısı çok göze batar. bulduğu deneysel fikri romana yedirmektense, romanı bu deneyselliğe yedirmeye çalışmak gibi bir kaygı güder ve bu yüzden de sığ sularda yüzmenin ötesine geçemez. kendisi de bu durumun farkındadır. kendisini bir romancı olarak değil de, "kurgudan hoşlanan bir okur" olarak tanımlamasının temelinde de bu öz farkındalık yatar zaten. tekrar orhan pamuk'a dönecek olursak, tek bir yazar gösterin ki, yirmilerinin ortasında, neredeyse tolstoy romanları ile kıyaslanabilecek kadar başarılı, klasik yapıda bir roman yazmış olsun. bir yazar gösterin ki, bu ilk romanından kısa süre sonra, william faulkner romanlarıyla kıyaslanabilecek kadar derinlikli bir modernist roman örneği vermiş olsun. bir yazar gösterin ki, cervantes'in osmanlı esareti sürecinde yaşadıklarından hareketle, ayna metaforunu kullanarak, hem de hepi topu yüz yirmi sayfada, postmodernizmin en iyi metinlerinden birini yazmış olsun. peş peşe, kara kitap, yeni hayat ve benim adım kırmızı gibi üç devasa roman yazabilmiş tek bir yazar gösterin de biz de okuyalım.

  • neden volvo sorusunun cevabını veremeyecek kazadır.

    bu hiç bir şey ifade etmez. fren yaparak alçalıp tamponun altına girersen volvo da aynı hale gelir. radyatör ve kaput kapağının bu hale gelmesi sadece görüntü kirliliğidir, güvenliğin ölçüsünü buradan anlayamazsınız.

    sadece 20km hızla giderken volvo s40 ile kırmızı ışıkta aniden duran mercedesin yüksek tamponlu minibüsüne arkadan vurdum, görüntü aynı oldu. bir de zaten kaza yapmışım, canım sıkkın, mercedes sürücüsü geçmiş karşıma "hani volvo sağlamdı bu ne hal" dedi. dallamaya bak, bu muhabbetin yeri mi şimdi. ben de dedim "birader aynı tip araçları al, hangi marka olursa olsun bu şekilde kaza yaptır, yine en iyi volvo çıkar içinden ama görüntü hep buna benzer olur."

    isteyen aynı kazayı s80 ile deneyebilir, yine fotoğraf atarsınız artık.

    debe edit: yaptığım kazanın fotosu bu şekilde çarpınca mercedes'e de bir şey olmuyor görüldüğü üzere.

  • haklı olan yazardır. çocuktur yapar şımarıklığı arkasına sığınmayın. çocuğa kimse bir şey demiyor zaten ailesi bir şekilde çocuğu susturabilmeli. mahalledeki köpek değil ki bu insan. yanında ailesi var. bir şekilde kontrol altına alınması gerekir. kimsenin kimseye rahatsız etmeye hakkı yok.

  • selin: ali beni anladı.
    emre: anlatsaydın ben de anlardım.
    selin: anlatsaydım herkes anlardı...

    vay be... ne yazmış senaristler.