hesabın var mı? giriş yap

  • ingiltere'nin de tabi olduğu aihm'in toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili içtihadına göre, ilgili iç hukukta bir izin veya bildirim yükümlülüğü öngörülmüşse bile, bu yükümlülüğe uyulmaması, devlete barışçıl gösterilere müdahale etme hakkı vermez. (2006 tarihli oya ataman/türkiye davası)

    anayasa madde 34: "herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

    toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununda, izin değil, önceden bildirim yükümlülüğü var, ancak ilgili davada aihm, bu bildirim yükümlülüğüne uyulmamasının bile, otomatikmen yürüyüşe müdahale hakkı vermediğine hükmediyor.

    yani "batı ülkeleri" filan diye saçmalamadan önce, "batı ülkeleri"nin, komple batı medeniyetinin kendisinin en yüksek ürünü ve övünç kaynağı olarak kabul ettiği insan hakları felsefesinden biraz nasiplenin.

    "izinsiz gösteri" diye bir saçmalık olamaz. devleti protesto etmek için devletten izin almak, akla ve mantığa aykırıdır. devleti, devletin izin verdiği tarihte ve izin verdiği yerde protesto etmek, protesto gösterisi yapmanın mantığıyla doğrudan çelişir ve demokrasinin en temel ayaklarından birini oluşturan bu hakkın özü ile bağdaşmaz. bunu idrak edebilmek için batı medeniyetine de lüzum yok, asgari bir zeka ve mantık yeterlidir.

  • edit: değerli dostumuz anlaşılan biraz hırpalanmış. çünkü biz oturduğumuz yerden yargılamayı o kadar çok severiz ki... kendisi bana ulaşıp aşağıdaki sözleri paylaşmamı rica etti.

    "güzel mesajlarınız için teşekkür ederim. aslında bizim niyetimiz mahalli olarak yetkili kişilere ulaşmaktı. video çekilmesini hiç istemedim, sadece bir sayfa röportaj verelim dedim ama gazeteci büyüğüm çok ısrar etti. ben de onu kıramadım. bunun bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştik. bir iki şeye cevap vermek istiyorum:
    1. asla iyi bir akademisyen olduğumu iddia etmedim. sıradan bir elektrik mühendisiyim. yalnızca iyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum.
    2. bilimadamı değilim, sadece araştırmacıyım. yaptığımız işler de öyle atomu parçalamak filan değil. diğer çoğu akademisyenin yaptığı gibi excel de grafik çiziyoruz.
    3. ülkemizde çok değerli hocalarımız var. memur zihniyeti derken onları asla kastetmedim. kimleri kastettiğim az çok belli.

    bugün bana gelen bazı mesajlar şunlar:
    -israyil dölü
    -ermeni dölü
    -fetöcü pezevenk
    -ilgi mi istiyorsun lan köpek..
    vs...

    arkadaşlar benim ünlü olmak, takipçi toplamak gibi bir niyetim yok. yazarlardan bir tanesi postdokların geçim sıkıntısı çektiğini söylemiş. evet kıt kanaat geçiniyoruz. o yüzden ne avukat tutacak ne de bu işlerle uğraşacak param yok. sizlerden ve sözlük idaresinden ricam bu başlığı ve benim adıma olan diğer başlığı silmeniz.
    röportajı verdiğim için çok pişmanım. o kadar huzursuzum ki bugün işe bile gidemedim. lütfen bu isteğimi yerine getirin.
    şimdiden çok teşekkürler."

    adam yıllarca okumuş etmiş kendini geliştirmiş. enerji alanında ogretim gorevlisi olarak calisiyor. şimdi yurt dışında önemli üniversitelerde bir yerlere gelmiş, çalışmalar yapıyor. bir yandan da milli kimliğini ön plana alıp ülkesinin de büyük sorunu olan enerji alanındaki avrupa çalışmalarına katılımı için çabalıyor ama gel gör ki destek yok. izlerken ülkenin haline içim acıdı. zaten bildiğimiz şeyler ama işte duyunca insan yine de üzülüyor.

    edit 2: arkadaşlar ben video linkini yaşanan üzücü hadiseler üzerine kaldiriyorum. elimden gelen bu oluyor. başlığı açarken bu kadar saçma bir noktaya gelebileceğini tahmin etmemiştim. yahu adamı irdelemeyi bırakın da söyledikleri doğru mu yanlış mı bir düşünün. ülkenin eğitim sistemi saçmalamış durumdayken bu sözler ne kadar uzak gelebilir.

  • "ptt'nin gereksiz yere artik gecerli olmayan bir teknoloji sinirlamasi nedeniyle abd'deki uygulamayi kopya etmesinden" diye yanitlanabilecek soru. eskiden cevirmeli telefonlar varken, cevrilen numara santrale darbeler halinde gidiyordu, ornegin 1 icin bir darbe, 2 icin iki darbe, 0 icin on darbe vb. boyle olunca, numara cevirme islemlerinin kisa olmasi istegiyle nufusun yogun oldugu yerlere basamaklarinin toplami kucuk numaralari vermek makuldu. nitekim abd'de new york icin 212, chicago icin 312, ve los angeles icin 213 bu nedenle secilmisti, cok cok onceleri. cesitli nedenlerle bolge kodundaki ilk ve ucuncu numaralarin 1 olmasi ile ilgili kisitlar vardi, o yuzden 212 en kisa darbe serisine, 312 ve 213 de ikinci en kisa darbe serisine karsilik geliyordu. zamaninin turk telekom'u ptt de bolge kodlarina gecerken bu uygulamayi kopya etti ve o nedenle de istanbul'un bolge kodu 212, ankara'ninki 312 oldu. oysa, bu tamamen gereksizdi. cunku cevirmeli telefonlar o zaman bile buyuk olcude ortadan kalkmisti ve artik aranan numaralar darbelerle degil tonlarla bildiriliyordu. bu tonlar arasinda ise harcanan zaman acisindan hic bir fark yoktu. yani istanbul 111, 340, ya da bambaska bir numara olabilirdi.

    ptt bu uygulamada new york ve chicago'nun otesine giderek abd'den baska birebir kopyalama yapmamistir ama eger turk telekom'un illerin telefon kodu listesine bakarsaniz, uc basamagin toplaminin az oldugu illerin yuksek nufuslu, cok oldugu illerin dusuk nufuslu oldugunu gorebilirsiniz. ornegin: 222 eskisehir, 232 izmir, 242 antalya, 328 osmaniye, 438 hakkari, 476 igdir, 488 batman.

    ptt'nin bu konuda abd'de olmayan bir katkisi da var. ilk basamagin 2, 3, veya 4 olmasi da bir ilin sirasi ile batida, ortada, ya da doguda oldugunu gosteriyormus (tesekkurler 386 dx).

  • bu cümleyi o zamanlar lise öğrencisi olan abime kurmuş olan babadır.
    adam öss'de %1'e girip tıp fakültesini bitirmiş, bir kaç sınavı kazanıp harvard'da uzmanlığının bir kısmını yapmış ama amerika'yı beğenmeyip burda mutlu değilim diyip geri dönmüş bir adamdır. 31 yaşında da çalıştığı hastaneye başhekim olmuştur.
    oysa bu sözü bana söyleseydi kanımın son damlasına kadar haklı çıkaracaktım kendisini. dağ gibi adamın sözleri havaya gitti.

  • duyduğu zaman insanı üzen bir söylem... kardeş biraz daha sabret. daha dün ekonomi bakanımız söyledi. 2,5 milyon kişiyi işe alacaklarmış. ayrıca şubat ocaktan iyi. mart da şubattan iyi olacak. nisan üçünden iyi mayıs alayına haziran hepsine... sonra hepsi bize...

  • tam anlamıyla doğru bir önerme olmasa ds doğruluk payı var.

    harry potter ve ateş kadehi kitap/film spoiler'ları geliyor.

    harry'nin adını kadehe koyan, harry'nin turnuvaya dördüncü olarak seçilmesini sağlayan ve her yarışmada doğrudan veya dolaylı olarak harry'ye yardım edip harry'nin turnuvayı kazanmasını sağlayan deli göz moody kılığına girmiş olan ölümyiyen barty crouch jr'dır. bunun sebebi de üç büyücü turnuvası kupasının büyülenerek anahtar haline getirlmiş olması ve kupaya ilk dokunan kişinin voldemort'un kaldığı yere cisimlenecek olması. crouch öyle bir oyun kurmuştur ki harry neticede voldemort'un ayağına gidecek, voldemort en büyük düşmanı olan harry'nin kanını alarak dünyaya geri dönecektir. tam olarak da böyle olur.

    filmde yer almaz ama kitapta da anlatıldığı üzere harry'nin son oyun olan labirentte elini kolunu sallayarak gezmesinin sebebi crouch'ın harry'nin önündeki engelleri büyüyle yok etmesidir. benzer şekilde crouch krum'u imperio lanetiyle kontrol edip hem krum'u hem fleur'ü safdışı bırakmıştır.

    yani evet ortada bir şike var ama şike harry tarafından değil moody kılığındaki crouch jr tarafından yapılıyor.

  • son derece etkileyici "müzikalite"sinin yanında; pink floyd un kendine özgü dahiyane söz kurgusunu da yogun biçimde yansıtır..

    sozlerin içerigine bakıldıgında hislerini anlatamayan bir insanın sozleri gibi görünür..
    oysa ki birçok anlamı bir arada barındıran bu parca,
    cagımızın modern toplumunda iletişim teknolojilerinin ust duzeyde oluşuna karşın var olan "iletişimsizlik" sorununu ele alıyor izlenimini verirken, aynı zamanda da ilkel çağların, iletişim kurmayı, yani konuşmayı, bir "dil" yaratmayı henuz cözememiş insanının hislerini dışa vurmakta yasadığı imkansızlık halini de anlatır..

    there' s a silence surrounding me - "bir sessizlik var etrafımı saran"
    i can' t seem to think straight - "dogru duzgun dusunemiyorum"
    i' ll sit in the corner - "bir köşede oturacağım"
    no one can bother me - "böylece kimse beni rahatsız edemez"

    kısmında bu "ikili" anlatım açık biçimde görülür.. ancak bu anlatım butun sarkıya yayılmış olmasına karsın tum soz duzeni içinde kendini gostermez.. biraz daha acarsak:

    i think i should speak now (why won' t you talk to me)
    i can' t seem to speak now (you never talk to me)
    my words won' t come out right (what are you thinking)
    i feel like i' m drowning (what are you feeling)
    i' m feeling weak now (why won' t you talk to me)
    but i can' t show my weakness (you never talk to me
    i sometimes wonder (what are you thinking)
    where do we go from here (what are you feeling)

    sanirim simdi konu$malıyım (neden benimle konu$muyorsun)
    konusabilecegimi sanmıyorum (neden benimle konu$muyorsun)
    dogru sozcukleri bulamiyorum (ne du$unuyorsun)
    sanki boğuluyor gibiyim (ne hissediyorsun)
    şu anda kendimi gucsuz hissediyorum (neden benimle konu$muyorsun)
    ama bu gucsuzlugumu ifade edemiyorum (benimle hic konu$muyorsun)
    bazen merak ediyorum (ne du$unuyorsun)
    'nereye' gidiyoruz (ne hissediyorsun)

    bu ilk kısımda, ilk çağlarda herhangi bir konuşma-iletişim kurma yeteneği bulunmayan ilkel bir insanın dusuncelerini, acılarını, korkularını, kaygılarını ve daha bircok envai çeşit duygularını ifade edemeyişindeki "boğulma" hissi anlatılmak istenir.. keza şarkının bu bolumundeki sozlerde de*****bu "içinde kalan duygular arasında boğulma" hali açıkça dile getirilir..

    hemen devamında yer alan iki mısra ise** bu bogulma hissinin nereye kadar surecegini, hislerini anlatamadan nereye kadar dayanabilecegini dusundukce gelecegin neler getirecegini bilemeyişin ve bunun getirdigi kaygının anlatıldıgı bir kısımdır..

    ikinci kısım ise gunumuzun "modern çağlar"ına ayrılmış bir ikinci bölüm gibidir..

    why won' t you talk to me (i feel like i' m drowning)
    you never talk to me (you know i can' t breathe now)
    what are you thinking (we' re going nowhere)
    what are you feeling (we' re going nowhere)
    why won' t you talk to me,
    you never talk to me
    what are you thinking
    where do we go from here

    neden benimle konu$muyorsun (sanki boğuluyor gibiyim)
    benimle hic konu$muyorsun ($imdi soluk alamadigimi biliyorsun)
    ne du$unuyorsun (hicbir yere gitmiyoruz)
    ne hissediyorsun (hicbir yere gitmiyoruz)
    neden benimle konu$muyorsun
    benimle hic konu$muyorsun
    ne du$unuyorsun
    'nereye' gidiyoruz

    bu ikinci "soru-cevap" bölümü ise "we're goin' nowhere" sözü ile ilk bölümdeki "ilkel adam"ın sorusuna bir cevap niteliği taşır..
    bir çelişkinin ortaya çıkışına işaret edilir,yani;
    ilkel insanın elinde bırakın herhangi bir iletişim aletini, konuşabilecek bir dili bile yoktur, iletişimsizlik içerisindedir ve bu durumun ne noktaya kadar surecegi onda bir merak, bir kaygı yaratmaktadır,
    diğer taraftan ona gore muthis derecede "üstün" olan gelişmiş "modern" cag insanı yuksek teknolojinin yarattıgı imkanlara ragmen iletişimsizlik sorunu yaşamakta, aynı "boğulma" hissi halen surmekte * ,toplum içinde kendini yalnız hissetmektedir, iletişim açısından "varlık içinde yokluk" çektiği bu durumda o ilkel insandan ne farkı oldugu tartışma konusudur..

    her iki soru-cevap kısmının ardından yinelenen;
    it doesn' t have to be like this - "böyle olmak zorunda değil"
    all we need to do is make sure we keep talking - "tek yapmamız gereken konuşmaya devam etmek"
    sözü, iletişimsizliğin ve bunun sonucu olarak gelen içine kapanıklık, depresiflik ve yalnızlık hissinin tek çaresini gözler önüne serer, "konuşmak".. "bir köşede oturup" kendini insanlardan çekmek yerine, "keep talking", iletişim kurmaya devam etmek..

    işte pink floyd'un muhteşem sanat ve anlatım yeteneği burada ön plana çıkmaktadır.. bu "ikili anlatım" pink floyd'un bircok parcasında üstü kapalı biçimde gorulebilecegi gibi, jethro tull'ın "steel monkey"*isimli parcasında da nispeten daha görünür biçimde kendini belli eder..