hesabın var mı? giriş yap

  • onun bacanağını, bunun görümcesini temsil yeteneği olmadan büyükelçi diye atarsanız haklılığımızı filistine bile anlatamayız. asker sahada can veriyor ama diplomatik misyon bu haklılığı yeterince anlatamıyor. tüm dünyadan dışlandık tam bir fiyasko. bu yeteneksizlere zırhlı mercedes çekip tonla maaş ödüyor türk vergi mükellefi yazık.

    zorunlu edit: ifşa etmek farz oldu. dün ilgili yazımı araklayan medya emekçileri
    1- fatih portakal - fox ana haber bülteninde benim yukarıda yazan cümlemi kullanmış uyaran yazar @acilin ben bilirkisiyim 'e teşekkür ederim.
    2- murat muratoğlu - sözcü - linkteki 7. ve 8. paragrafa dikkat birebir benim yazımı kullanmış.
    https://www.sozcu.com.tr/…ybedersin-masada-5391234/

    yahu yapmayın emeğe saygı :) telif hakkı kutsaldır ağalar. yapıcı bir eleştiri yaptık medya'ya malzeme olduk :(

  • arkadaşlar bu adamlar pavyonlara gidip akıl veren tebliğciler değil mi?

    hani balık lokantalarına, barlara, birahanelere girip içki içmeyin haraaağm diyenler bu sakallılar değil mi?

    burada okuduklarımız bunların kıdemli hoca efendilerinin kızının ifadesi değil mi?

    bu kadar gündür bunlardan birinin bu ne rezillik ulan dediğini? bu pedofili sapıklara hesap sorduğunu gördünüz mü?

    bunlardan birinin çıkıp böyle şey olmaz islamda dediğini duydunuz mu?

    bunlardan birinin çıkıp dinimizi nasıl böyle rezil edersiniz diye eylem yaptığını? bu herifleri tehdit ettiğini falan duydunuz mu?

    neredesiniz gerçek müslümanlar ?

    karikatürle zedelenen dininiz şimdi hiç zarar görmedi mi?

    sizin inancınıza bu adamlar zarar vermedi mi?

    bir anlatın çıkın televizyonlara. çocuklara bunları yapanları lanetleyin. yok böyle şeyler islamiyette deyin.

    neredesiniz? yol sizin, sokak sizin, kanun sizin, meclis sizin!

    neredesiniz?!

    marketcileri tehdit edenler!

    bayraklar, tuğralar önünde poz verenler. bu adamlar dininize zarar vermedi mi?

    edit cübbeli’nin kınadığını yazanlar olmuş fakat şuraya cübbelinin bu olayı nasıl da sulandırıp hasır altı etmeye çalıştığını bırakalım #146180818

    cevap vermeye çalışan bir kaç gerçek müslüman olmuş. komik değilsiniz. bana değil altı yaşında çocuğa tecavüz edene yazacaksınız.

    bir de araplarda kız çocuklarının yaşının adetten sonra hesaplandığını falan yazan komedyenler olmuş. bu söylediğinden suudilerin haberi yokmuş ki 2019 yılına kadar çocuk evliliği için yaş sınırı koymak akıllarına gelmemiş.

    ne zaman ki modern dünya tepelerine binmiş 2019 yılında 15 yaş altı evliliği yasaklamışlar.

    sevgili tatlı su müslümanları, arap adetlerine ve arapçaya suudilerden daha hakim olduğunuz iddiası komik bile değil. gülmedik…

  • bu mektupları sağda solda okuduğum alıntılar nedeniyle okumayı çok istiyordum fakat üstünkörü vikipedi' den milena ve franz'ın hayatlarını - ilişkilerini okuyupta ikisinin de bu mektupların yakılmasını istediğini öğrenince okumaktan vazgeçmiştim. onların okumamızı istemediği şeyleri, özellerini okumak etik gelmemişti.

    merak ettiğim bir şey vardı ama. bu aşk gerçekten karşılıklı mıydı? karşılıklı olmasına rağmen mi sürmüştü onca zaman franz kafka'nın büyük aşkı. ve şayet öyleyse neden kavuşamamışlardı?

    bir gün başka bir kitap alırken ilişki gözüme, sinirim de tepemdeydi ve dayanamayıp aldım, okudum. yazmamın nedeni, yukarıda yazdığım soruların cevabını benim gibi merak edenler varsa, bir kadın gözüyle (milena'nın gözüyle) mektuplar ışığında kendimce yorumlamak. zira "çok büyük bir aşk" olarak tanımlanıyor bu ilişki ve öyle olmadığını düşünüyorum ben. hatta buna eminim. en azından bu milena jesenka için öyle değildi. franz içinse, büyük olsa da gerçek değildi. biri bana bu soruların cevabını verseydi, sanırım merakıma yenik düşmez ve bu mektupları okumazdım.

    evet, neden böyle düşündüğüme gelince;

    milena, franz ile buluşup birkaç günü beraber geçirdikten sonra; mektuplaşmalar tüm hızıyla devam ederken, aşkın görünürde doruk noktada olduğu bir aşamada franz'ın en yakın arkadaşı max bord ile mektuplaşıyor. o aşamada zaten hükmünü vermiş bu ilişki için franz hakkında. ama öncesinde de franz'ın doktorundan sağlık durumunun hiç de iyi olmadığı bilgisini alıyor. ikinci, yani son buluşmadan sonra; franz'ın yazdıklarından, milena'nın bu ilişki hakkındaki fikirlerinin olumlu ise bile değiştiğini görmek hiç zor değil. fakat franz'ın hastalığının ciddi olduğunu bilmek muhtemelen kendisinde psikolojik bir baskı oluşturuyor ve yazışmalar birkaç ay daha bu yüzden devam ediyor; ta ki franz kendisinden yazmamasını isteyene kadar. sonrasında da çok uzun aralıklarla çok resmi yazışmalar var, ilişki boyutunda değil.

    milena'nın max'a yazdığı birkaç satırdan alıntı yapacağım. bu yazışmalar ilk buluşmadan sonra, son buluşmadan önce, arada birkaç hafta var zaten ikisinin arasında.

    --- spoiler ---

    "çalıştığı yerde en ufak sorunlar bile onun gözünde devleşirdi, hatırlıyor musun? bir iş adamı gördüğünde telaşlanır, tıpkı bir çocuğun lokomotif karşısında duyduğu hayranlık gibi karışık duygular yaşardı"
    --- spoiler ---

    *************
    milena güçlü karakteri olan bir kadındı, korkusuzdu. yazdıkları yüzünden nazi kampına alınan ve orada can veren bir kadın. franz aksine korkak, duygusal ve çekingen bir adam. franz'ın bu çekingenliği ve korkaklığı kendisini rahatsız etmiş çünkü karakteri güçlü kadınlar, aynı şekide hayatlarındaki adamın da öyle olmasını isterler ve öyle adamlara aşık olurlar.
    *************

    --- spoiler ---

    "bir ara çok kötü günler geçiriyordum. telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım. ondan gelmesini istemiş, ve "kalk gel" demiştim. "tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel" demiştim. ona ne kadar çok yalvardığımı anlatamam. gelseydi benim için ne kadar iyi olurdu ama gelmedi. ona o sıralar çok ihtiyacım vardı. aklıma gelen her kötü sözü söyledim, sıvadım, yalvardım. bu nedenle günlerce uyumadığını biliyorum. üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektup yazdı ama gelmedi, gelmedi, gelmedi... nedenini biliyor musun? çalıştığı yerden izin isteyemezmiş de ondan! müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! "
    --- spoiler ---

    *************
    burada kopmuş işte her şey. milena gibi bir kadın, aynı zamanda evli bir kadın; franz'a yalvarıp yakarmış, ona çok ihtiyaç duyduğunu söylemiş fakat aşkından ölen franz'ın önceliği olmamış. onun için müdüründen izin istemeyi göze alamamış, bir çocuk gibi korkmuş. aşkı için ölümü göze alan adam izin almayı göze alamamış. (ki ben milena'nın yazılarından, kolay kolay birine ihtiyaç duyup yalvaracak bir kadın olmadığını anlıyorum) böyle bir kadının yalvarışlarını geri çevirerek zaten baştan kaybetmiş.
    *************

    --- spoiler ---

    "ona ilk nişanlısına niçin aşık olduğunu sorarsanız, "çok çalışkan ve başarılı bir kızdı" şeklinde bir cevap alırsınız. çalışkan ve başarılı olmak onun için her zaman önemlidir. kocamın beni yılda yüz kez aldattığını, beni ve başka kadınları avucunun içine alıp oynattığını ona anlattığımda bile, yüzü hayranlık duyguları içinde parlıyordu. müdürünün daktiloda hızlı yazmasına hayran olduğu gibi, onu bu yüzden kusursuz bulduğu gibi; kocamın da çapkın biri oluşuna hayran olmuştu! franz yaşayamaz ama niye biliyor musunuz? yaşamak için mücadele edecek gücü olmadığından yaşayamaz. bu nedenle iyileşmesi çok zordur. franz bu şekilde çok yaşayamaz ve ölür. öyle olduğunu göreceksiniz."
    --- spoiler ---

    *************
    son nefesine kadar ideolojisi için yaşayan ve toplama kamplarında can veren bir kadını etkileyecek bir karekter değil franz göründüğü gibi. milena adete bir öğretmen bu ilişkide. kendi gücünü onda bulamıyor, yalnızca kocasında göremediği sadakati franz'da gördüğü için duygusal açlığını doyurmaya çalışıyor. franz da aynı şekilde, milena'nın güçlü karekterinden ve duruşundan etkileniyor. yani ikisi de kendilerinde olmayanın açlığı ile birbirlerine tutunuyorlar. birbirlerini sadece "o" oldukları için seviyor değiller.
    *************

    --- spoiler ---

    "bizim kendimizi koruyabileceğimiz bir olayda o kendini koruyamaz ve boş yere hırpalanır. sıkı sıkıya giyinmiş, zırhlar kuşanmış bu kadar insan arasında çırılçıplak dolaşan biri gibidir"
    --- spoiler ---

    bu kadar yeter sanıyorum milena'yı anlamak için. başta da söylediğim gibi bu satırlardan kısa bir süre sonra son bir buluşma var, ve sonrasında milena sadece vicdan ve merhamet duyguları ile yazışmaya devam ediyor bir süre daha franz ile. milena'nın kafka'ya yazdığı mektuplarını okumak mümkün olmasa da, duygularını anlamak mümkün max'a yazdığı mektuplardan. zira franz ölmeden birkaç ay önce milena aynı şekilde max'a gönderdiği bir mektupta "ayrılamazdım kocamdan, belki de kadın olmam bunu engelliyordu, belki de ölünceye kadar bir manastır rahibesi gibi yaşamaya korkuyordum. o günlerde ben de bütün öteki kadınlar gibi kadın olmak, kadınca yaşamak istedim" demiş. yani aşk olmadığı gibi tutku da yok bu ilişkide.

    ve son olarak franz hakkında bende nefret uyandıran bir detay var bu kitapta. onu da söyleyip bitireceğim.

    franz milena ile tanıştığında nişanlıymış ve milena'ya olan duyguları yüzünden kızı terketmiş. "kız" dedim evet çünkü franz milena'ya mektuplarında defalarca kez bu kızdan bahsetmesine rağmen bir kez olsun adı ile hitap etmemiş. hep "o kız" diye bahsetmiş. terketmesi yetmezmiş gibi, ayrılık acısı çeken kıza milena'nın adresini vermiş, ona yazması için. üstüne üstlük sonrasında milena'ya "sana yazarsa lütfen tatlı sert yaz, tatlıdan çok sert olsun" gibi bir cümle kullanmış mektupların birinde. ve bu da yetmezmiş gibi; kızın kendisine yazdığı üzüntü dolu mektubu milena'ya göndermiş, ve ona verdiği cevabın ne kadar sert olduğundan bahsetmiş. iğrenç.

    o kız, yani julie wohryzek asla böyle bir saygısızlığı hak etmiyordu. kimse hak etmez bunu. hiçbir kadın, hiçbir adam. ki julie şöyle bir cümle kullanan bir kadın franz'a. "seni bırakamam ama eğer beni gönderen sen olursan, o zaman gitmek zorunda kalırım. beni gönderecek misin?" yazık. böyle bir muamele görmek ne acı. kendisi milena ile kafka'nın aralarına girmeye çalışan bir kadın değildi ki, onun nişanlısıydı. evet franz kendisine aşık değildi ve ayrılması doğru bir hareketti belki fakat o kız yine de en azından adı ile hitap edilmesini hak ediyordu. ve mahremiyetinin saklanmasını... yazdığı üzüntü dolu mektupları milena'ya göndermek ne demektir?

    franz mektuplarının yakılmasını istemekte haklıymış zira kendisinden bu terbiyesiz hareketinden ötürü nefret ediyorum. okumamış olsaydım saygı duymaya devam edecektim edebi kişiliğine. kendisi başkalarının acılarının üzerine mutluluk kurulmayacağını öğrenememiş. en azından başkalarının acılarına saygı duymayı bilmeliydi. o yüzden milena'ya olan aşkının hiçbir değeri yok benim gözümde.

    uzun oldu sanırım. evet uzun olmuş, kimse okumaz bunu. ben ne ara yazdım bu kadar şeyi, onu da anlamadım, can sıkıntısı işte. başkalarının ilişkilerine kafa yorunca kendimi düşünmek zorunda kalmıyorum çünkü sanırım. sinirlenmiştim okurken, rahatladım yazınca, iyi oldu.

    üzülerek söylüyorum ki; ortada gerçek bir aşk falan yok. milena ezik bir sekreter olsaydı şayet julie wohryzek gibi, franz kendisine aşık olmayacaktı. bu ilişki sadece ulaşılmazlığın verdiği bir saplantı franz için. o süslü aşk cümlelerinin nedeni tamamen bu. ve gerçek aşk bu değil.

    haddim olmayarak; gerçekten yaşanmış içeriği olan bir kitabı yorumlamak, kurgulanmış bir hikayeyi yorumlamaktan daha eğlenceli.

    tamam tamam bitti.

    çok uzun zaman sonra gelen edit: evet, ben "kimse okumaz bunu" dedim ama, bu entry kadar mesaj aldığım başka bir entry daha olmadı. doğrusuyla - yanlışıyla emek vererek yazılmış çok değerli yorumlar okudum, okuyorum. teşekkür ediyorum güzel mesajlarınız için, vakit ayırıp sabırla okuduğunuz için.

  • bahçeden toplanan başakları bir oyuncak tencereye koyup üzerine su ekleyip karıştırmak suretiyle galyalı iksiri yapmaya çalışmak. apartmandaki diğer çocukları da toplayıp sıraya sokmak. herkese birer kaşık o sudan içirmek fakat kimsenin güçlenmemesi. anneye marifetmiş gibi anlatmak, fırçayı yemek, apartmanda artan cırcır vakalarını uzaktan gözlemlemek ... (bkz: neden sonuc iliskisi)

  • bu adam büyük adam be. geçenlerde iz tv de bir belgesel izliyorum, yeşilçam ile ilgili.. röportaj yapıyorlar yeşilçam'ın emektarlarıyla, tarık akan'a sıra geldi, ben hayatımda böyle mütevazı bir adam görmedim. konuşması şu şekildeydi;

    komedi oyuncusu olmak çok zor, ben hiçbir zaman bir komedi oyuncusu olamadım, etrafımdakiler, kadroda bulunan arkadaşlarım iyi birer komedi oyuncusuydu, kemal sunal, zeki alasya, metin akpınar, adile naşit, münir özkul. ben onların sayesinde bu kadrolarda parladım.
    yani adam demiyor ki ben olmasam bunlar hikaye, ben başrol oyuncusuyum, benim egom tavan vs. tarık akan'ın oynadığı yüzlerce başrol filmi vardır ama adamdaki saygıya bakarmısın, eski devrin filmleri bir başka olduğu gibi, oyuncuları da çok kıymetli ve çok efendi. tarık akan hala yaşıyor ve yaşıyorken bu adamın kıymetini bilelim.

  • birisi sizi evlendiğiniz, çocuğunuz olduğu ya da iyi bir mevkiye geldiğiniz gibi sebeplerle tebrik ediyorsa, ona cevaben "teşekkür ederim." demek.

    "darısı başına" oldukça kısıtlayıcı, kaba ve karşı tarafı küçük düşürmeye yönelik bir cevaptır.

  • saldırıyı yapan baş örtülü bir bayandır. ne acıdır ki 15 yıl önce bu baş örtülü bayanın hakları için mücadele eden insanlara da kelepçe takılıyordu. tartaklanıyordu.
    üniversite yıllarımda derme çatma barınaklarda başörtüsü çıkartılır veya peruk takılırdı. yağmurda çamurda içim sızlardı. okul girişlerinde isterlerse arabamda başörtülerini değiştirebileceklerini teklif ederdim. birçoğu reddetmezdi.
    benim gibi muhafazakar kesimden gelen ve sol kesimden birçok arkadaşım başörtüsü mücalesine destek oldular. fakat görüyorum ki üzerinden çok fazla yıl geçmeden mazlum, zalime dönüşmüş. kendisi gibi olmayanı yumruklayabiliyor. birazcık vicdan yahu....