ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
23 nisan 2016 aşırı sevimli deniz kuvvetleri klibi
-
çok net olarak özlediğimiz modern türkiye çocuklarını içeren kliptir. bu klipte emeği geçen herkesin gözlerinden öpüyorum. bu kötü günlerde bize bu güzel görüntülerle bir nebze olsun nefes aldıran deniz kuvvetlerine teşekkürler.
edit: modern türkiye çocukları lafını kullanmam birilerinin zoruna gitmiş. anlamadığı şey şu ki modern demek sadece görüntü demek değil, tabi günahsız sabilere hallenen arkadaşların bunu anlamasını beklemiyorum.
tamam onunla yattım ama sana geri dönmedim mi alp
-
gururlu alp'i gavatlandıracak söz.
ölümü en iyi anlatan cümle
-
hayattaki tek adil şey herkesin bir gün ölecek olmasıdır.
bir üniversitede yaşanabilecek en dumur olaylar
-
merkez üssü bir üniversite olan dumurluk olaylar kümesidir*. bir elemanı da şöyledir; internette gezinirken denk geldim, gerçek midir nedir bilemiyorum ama bildiğim şudur ki mevzuya uygundur.
"çapa tıp fakültesinde okuyan arkadaşlarım anatomi öğretmenimiz sami zan'ın ününü bilirler. sami hoca sırf üreme organlarını kendi üslubuyla anlatan ve her dersinde 400 kişilik amfide dışarıdan gelenlerle birlikte yaklaşık 700-1000 kişiyle dolduran çok degerli bir hocamızdı... bu yazıyıyı yazarken de kendisini rahmetle anıyorum... anatomi derslerinin birinde erkek menisindeki yüksek glükoz, yani bizim bildiğimiz şekerin düzeyini anlatıyordu. o yıl liseden mezun genç bir ögrenci kız arkadaşımız el kaldırdı ve bombayı patlattı. "anladığım kadarıyla, menide çok şeker olduğunu söylüyorsunuz..", "evet aynen öyle" dedi sami hoca ve dediklerini destekleyen istatistik oranların tablosunu gösterdi. arkadaşımız gene elini kaldırıp söz istedi "o zaman tadı neden şekerli değil?.." amfide korkunç bir sessizlik oldu... ve sonra tüm amfi gök gürültüsü gibi bir kahkaha koyverdi... yüzü birden kıpkırmızı olan arkadaşımız, hızla defter ve kitaplarını topladı ve sırasından hızla fırladı. o kapıya koşarken, sami hoca çok ciddi bir yüz ve buz gibi sesle dersini sürdürdü... "şeker tadı alınamaz. çünkü şekeri duyumsayan tad alma hücreleri insanin dilinin ucundadır... gırtlak derinliğinde ise, acıyı ve ekşi tadı algılayan reseptörler bulunur... sana neşeli bir gün dilerim kızım..."
un beau matin
-
başrolünde léa seydoux'nun olduğu mia hansen-løve tarafından yazılan ve yönetilen cannes film festivali ödüllü fransız filmi.
un beau matin (one fine morning); bir yandan babasının hastalığı nedeniyle onun bakımıyla ilgilenen diğer yandan da hiç beklemediği bir zamanda ilişkiyi bulan eşini kaybetmiş, 8 yaşındaki kızıyla beraber yaşayan çevirmen sandra'nın (lea seydoux) hayatından kesitler sunuyor.
film; günlük hayatın koşuşturmacasında hayatın ona bıraktığı yalnızlığı sindirmeye çalışan güçlü duygularla boğuşan bir kadına odaklanıyor.
--- spoiler ---
gücünü doğallığından ve hayatı tam da olduğu gibi yansıtmasından alan film, mevsimleri hatırlattı bana; kışın hüznü ve baharın yeniden doğuşuyla ilgili bir hikaye. mia hansen-løve bu şekilde iki karşıt hareketi birleştiriyor: babasının ölüme, unutulmaya yani karanlığa doğru giderken diğer tarafta aşkı bulmuş olmanın umudu tüneli ucundaki ışığı gösteriyor bize.
yetişkinlerin hayatı, sevdiklerini ve alışkanlıklarını zamanla kaybederken yenilerini ve bir şekilde mutlu olmayı bulmakla geçiyor. işte film de günlük yaşamın bu hayal kırıklıklarına değiniyor. hikaye ilerledikçe sandra'nın hayatındaki üzüntüler ve küçük sevinçler büyük olaylara dönüşüyor.
insan; bir yandan acı çekerken diğer yandan hayata devam etmeyi ve mutlu olmayı öğreniyor. film de bu duyguyu ekrana yansıtıyor. o aşkı, sevgiyi, tutkuyu, aile ilişkilerini, hastalıklar ve ölüm karşılığında çaresiz kalışı, yine de hayatın her şeye rağmen devam edişini öyle samimi anlatmış ki filmin ruhu, izlerken ve izledikten sonra bende kalan o sıcacık duygu çok hoşuma gitti. ayrıca sandra, çiftleri ayıran bir karakter olarak insanda kötü duygular uyandırabilirken yönetmen empati yapmamızı bekliyor ve nereden gelirse gelsin sevginin değerini vurguluyor. mesela sandra'nın otobüste ve üzgün olduğu bir sahne var. erkek arkadaşından “senin için çıldırıyorum” diye mesaj gelince bir yandan çok mutlu oluyor çünkü sevgi görmeye ihtiyacı var diğer taraftan babasının hastalığına üzülüyor. aslında filmi özetleyen bir sahne. görsel, görsel
hollywood ve başta türk dizi/film sektörü olmak üzere ekranlarda sıradan insanların günlük hayatları çok nadiren işleniyor. son 10-15 yılda sürekli ya mafya ya ceo ya yalıda geçen ultra zengin aileler ya da güneydoğuda konakta… hikayeleri çıkıyor karşımıza. şehirde yaşayan orta sınıf bir insanın hikayesinin ilgi çekici olmayacağı gibi bir algı var ancak bu algıdan öte kolaycılık. çünkü hayatın içinden bir hikaye anlatmak zor iştir öyle tvdeki çöpler gibi gerçek hayat hikayesinden uyarlanmıştır yazmak yetmez.
neyse efendim gelelim filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan mia hansen-løve hanımefendiye. pandeminin başında - daha babası vefat etmeden önce - kendi ailesinden yola çıkarak yazmaya başladığı bu hikaye hayatın kendisine çok benziyor. hem hikayede hem oyunculuklarda bu doğallığı yakalamış olmasını çok sevdim. mia hansen-løve; çok incelikli bir şekilde, bir iç gözlem ile aileye ve sevgi ihtiyacına dair düşüncelerini sahnelemiş. yönetmenin izlediğim ilk filmiydi ama son olmayacak diğer filmlerini de sırayla izleyeceğim.
yönetmen demişken “filmi başından beri onu düşünerek yazdım, aklıma başka kimse gelmedi” dediği başrol lea seydoux; lea seydoux bence kariyer performanslarından birini sergilemiş. son derece güzel ama bir o kadar da sade. bekar bir anne, giderek hastalanan bir baba ve karmaşık yeni bir aşk ilişkisi arasında kalan bir kadını canlandırıyor. zarif karakterinin derin üzüntü anlarını ve yeniden keşfedilen mutluluğunu çok güzel gösteriyor. mesela bir detay var sevgilisinin olduğu sahnelerde elbise ya da etek gibi daha kadınsı kıyafetler giyerken onunla olmadığı sahnelerde kot pantolon/gömlek/kazak giyiniyor.
zaten aşırı güzel ve çok beğendiğim bir kadın. güzel olmak için hiç çaba sarf etmese bile çok güzel biri, o sadeliğin güzelliği her zerresine işlemiş. üstüne bu kadar da yetenekli olunca hayran kalmamak elde değil. görsel
babası rolündeki pascal greggory ile beraber beni darmadağın ettiler. görsel
toparlayacak olursam; film, insanın acıyla ve mutlulukla iç içe geçen hikayesini muhteşem diyaloglarla, baba-kız ve insan ilişkileriyle anlatarak yaklaşık 2 saat boyunca izleyenlere çok güzel zaman yaşatıyor.
mubi'den izleyebilirsiniz.
8/10
--- spoiler ---
dünyanın en pahalı benzini için ne dediler
-
"benim için farketmez, ben hep 10 liralık dolduruyorum"
temel.
1 haftada 500 lira harcanan flörtün terk etmesi
-
kahvedeki hikmet dayıyla flört eden yazarın isyanı. kafayı dışarı çıkarınca 500 tl gidiyor zaten amk.
tostuna eşli batak mı oynadınız?
çöpte bulduğu muzu çocuğuna veren anne
-
ebru gündeş'i alkışlayan kitlenin nette takılırken görüp, ah yazık dedikten sonra işlerine gömülüp bir yandan ebru gündeş'in bir yandan da kendi ızdıraplarını düşünürken unutacakları kadıncağız.
squid game
-
acun'un bu diziyi izlerken zevkten kendini tokatladığına yemin edebilirim ama ispat edemem.
piyano nedeniyle komşum tarafından tehdit edilmem
-
"avrupa'da yaşasam beni dinlemek için evime misafir olarak gelip dinlemek isterler" kısmından sonrasını okumadım. okumuş cahil gerçekten bir başka oluyor.
piyanoya da klasik müziğe de bayılırım ama herkesten aynı yaklaşımı bekleme hakkınız yok. apartmanda yaşıyorsanız apartman hayatı kurallarına uyacaksınız ya da buyrun müstakil eve geçin.
rusya'da ölümle sonuçlanan edebiyat kavgası
-
rusya'nın sverdlovsk şehrinde gerçekleşen olay. 53 yaşındaki edebiyat öğretmeni, şiiri değil de nesiri savunan arkadaşını öldürmüş; http://kitap.radikal.com.tr/…debiyat-tutkusu-390792
edebiyat dünyası da çok değişik bir ortam birader. çılgın bir ortam.
cafe de paris
-
100 gram tereyağını sos tenceresinde eritin. incecik kıyılmış iki büyük diş sarımsağı tereyağında renk almadan döndürün. 75 gram krema, bir o kadar da roquefort peyniri, bir tatlı kaşığı dijon hardalı, birer çay kaşığı kimyon, köri, zerdeçal ve deniz tuzunu da ekleyin, biraz taze çekilmiş karabiberle şenlendirip altını kısarak kıvama gelmesini bekleyin.
incecik, sanki şinitzel yapılmak üzere gibi dövülmüş iki parça antrikotun iki tarafını da kızgın izli tavada birer dakika pişirin. bonfileyle de olur. etler çok ince olduğundan bu kadar zaman yetecektir. pişince kesme tahtasının üstünde ikişer santimlik şeritlere kesin ve yine bütünmüş gibi görünecek şekilde tabağa yerleştirin.
bir tutamcık dereotunu ince kıyıp kıvamını bulmuş sosa ekleyin, sosu etin üzerinde bolca gezdirin. yanında patates kızartması ve vinaigrette soslu bir yeşil salata ile meşhur mönü tamamlanmış olur. güzel bir kırmızı şarapla iyi gider. dikkat yalnız, çok kalorilidir.
yemeksepeti sipariş notuna yazılanlar
-
pizza siparişimizi vermiş bekliyoruz, ofis telefonu çalıyor,
- efendim?
- abi iyi günler. ben x pizza'dan halit. şimdi turgut'u başka paket için gönderdik de sizin paketi yasin getirse olur mu? yoksa bekler misiniz?
- (iç ses: ne?!) yoo önemli değil hocam yasin getirsin...
- peki abi kusura bakmayın.
- estağfurullah (noluyo lan?)
ofisteki gerizekalılardan birinin mahalleden arkadaşıymış turgut, sipariş verdiğimiz yerde kuryelik yapıyormuş, bu salak da arkadaşını görmek için sipariş notuna "turgutla gönderin" yazmış. yasin gelince bozuldu bir de...