hesabın var mı? giriş yap

  • nedense içimden bir ses 1 temmuz'da kötü bir şeyler olacak diyor.

    belki koç ve sabancı da içimdeki sesi duymuş ve önlem almıştır.

    şaka bir yana ülkenin lokomotifi sayılabilecek iki önemli holdingin aynı anda böyle bir işlem yapması kafa karıştırıcı olan olaydır.

    tabi tüm bu satışlara rağmen piyasa "şimdilik" olumsuz etkilenmediyse, bu konuda ayrıca irdelenmelidir bence. çünkü piyasadaki tedirginlik bir ekonominin domino etkisiyle yıkılmasına kadar gidecek bir süreci başlatabilir. bu noktada piyasalarda içten içe bir tedirginlik olmasına rağmen, belli bir kesimin ülke ekonomisine olan güveninin sağlam olduğunu düşünüyorum.

  • basitçe; geçmiş, şimdi ve gelecek adını verdiğimiz zaman dilimlerinin, evrende aynı anda var olduğunu savunan teori.

    kolaylık olması açısından, evreni gözümüzde dikdörtgen bir prizma şeklinde canlandıralım. bu prizmanın mesela en sol tarafı evrenin başlangıcı, en sağ tarafı da sonu olsun. geçmiş, şimdi ve gelecek olarak adlandırdığımız, yaşanmış, yaşanmakta olan ve yaşanacak olan tüm olaylar bu iki uç arasında bir yerlerde gerçekleşmiş / gerçekleşecek demektir.

    göreliliğin buna izin verdiğini, yani bu işin matematiksel olarak mümkün olduğunu aklımızın bir köşesinde bulundurarak devam edelim konuya.

    şimdi biraz daha fantastik bir düşünce deneyi yapalım ve bu prizmayı, ekmek keser gibi istediğimiz şekillerde dilimleyebileceğimizi ve her dilimin, zamanın bir anını temsil edeceğini hayal edelim. tam da burada devreye hareket kavramı girecek. biliyorsunuz (ya da şimdi öğreneceksiniz) zaman, hareket hızına bağlı şekilde deneyimlenir; yani görecelidir. klasik söylemi belki duymuşsunuzdur; ışık hızına yaklaştıkça yahut bir kara deliğin olay ufku yakınlarda zaman durma noktasına gelir denir. işte bu zaman dilimleme olayında, hareketin bu dilimlerin doğrultusunu değiştireceğini aklımızda bulunduralım. ne demek istediğimi az sonra şekille destekleyerek anlatacağım. şöyle;

    görsel

    burada gördüğünüz mavi ve kırmızı arkadaşlar birbirlerine, uzayın milyonlarca yahut milyarlarca ışık yılı uzunluktaki mesafelerine denk gelecek kadar uzaktalar. bu bir düşünce deneyi olduğundan, bu ikisinin tamamen hareketsiz şekilde oldukları yerde durduklarını farz edelim. yani bir başka deyişle birbirlerine göre hareketsiz durumdalar. bu durumda bu iki arkadaşın zaman dilimleri tamamen aynıdır çünkü zaman bunlar için eşit miktarda akmaktadır. görseldeki kesikli çizgi, ikisi için de ortak olan zaman dilimini temsil eder.

    şimdi olaya biraz aksiyon ekleyelim. mavi arkadaşımız kırmızıdan uzaklaşmaya, yani harekete başlasın. kırmızı arkadaş durmaya devam ediyor. bu durumda zaman dilimi nasıl olur? artık zaman, iki arkadaş için aynı tempoda akmayacağı için, zaman dilimleri de ortak olmaktan çıkar ve mesela şöyle bir hâl alabilir:

    görsel

    burada tam olarak ne oldu? daha az önce ortak "şimdi"yi paylaşıyorlardı ama artık zaman ikisi için de farklı akmaya başladı. görsele dikkat edin; mavinin hareketinden kaynaklı sapma, maviye yakın bölgede oldukça ufak olmasına rağmen kırmızıya doğru gittikçe arttı. mavi arkadaşın zaman dilimi artık kırmızının geçmiş dediği bir yere denk gelmeye başladı. bu geçmiş, duruma göre yüzlerce yıl öncesi bile olabilir. harekette ufacık bir değişiklik, zamanda çok büyük bir farklılığa neden oldu.

    buraya kadar tamamsak, şimdi mavi arkadaşımız kırmızıya doğru hareket etmeye başlasın. bu kez ne görürüz? şunu:

    görsel

    mavinin zaman dilimi yine saptı ama bu kez kırmızı için geçmişe değil, geleceğe doğru.

    buradan şu sonuca varıyoruz; benim için geçmiş olan bir şey evrenin bir başka yeri için şu an'a, evrenin daha başka bir yerindeki gelecek, benim için geçmişe karşılık gelebilir. geçmiş-şimdi-gelecek adını verdiğimiz şeyler aynı anda vardır.

    peki bunu neden hissetmiyoruz? bunun nedeni entropi diyebiliriz. "düzensizlik"ten düzen durumuna geri dönemiyor olmak yahut var olan düzensizlik seviyesi içerisindeyken çok daha düzensiz duruma bir anda ışınlanamıyor olmak, geçmişi ve geleceği algılamamızın da önüne geçiyor.

    bu arada, her ne kadar entropi en basit şekilde düzensiz kelimesi ile tanımlanıyor olsa da bu biraz eksik ve göreceli bir tanım. daha detaylı tanım için bu entry belki yardımcı olur.

  • önce şunu söyleyeyim; şeker, yani bildiğiniz şeker pancarından veya şeker kamışından yapılan şeker ile glikoz şurubu arasında "sağlık" açısından bir fark bulunmaz.

    şeker, insanın beslenme diyetine "yaygın" olarak gireli şunun şurasında 100 yıl dahi olmadı. daha öncesinde şeker sadece zenginlerin ve şanslı bir azınlığın "lüks"ü idi. dolayısıyla insan vücudu şeker tabanlı bir beslenme için gerekli evrimsel altyapıya sahip değildir.

    daha açık ifade edersek, bilim insanlarının söylediği gibi; "eğer şeker bugün icad edilseydi (evet, şeker bir icattır), tıpkı sigara gibi zehir olduğu gerekçesiyle yasaklanırdı"...

    yani öyle glikoz şurubu içermeyen içecekler içtiğinizde sağlığınızı korumuyorsunuz. yediğiniz her şeker vücudunuzu zehirliyor. buna, bildiğiniz en doğal çiçek özlerinden üretilmiş olan "bal" da dahil... arı balı sağlıklıdır, doğaldır diye, her gün kaşık kaşık yemek dangalaklıktır. bal dahi az ve öz tüketilmelidir.

    gelelim glikoz şurubuna:

    şekerin formülü bellidir. evet, şeker kimyasal bir maddedir, fruktoz ve glukoz'un belli oranda karışımından oluşur. bildiğiniz kristal şeker de, glikoz şurubu da tümüyle aynıdır. sadece üretim şekilleri farklıdır fakat ortaya çıkan madde kimyasal olarak birebir aynı şeydir.

    tekrarlayayım: şeker pancarından elde edilen ve "doğal" sandığınız şeker ile glikoz şurubu arasında kimyasal açıdan hiç ama hiçbir fark yoktur.

    peki itiraz niye?

    glikoz şurubunun üretim prosesi sırasında "daha sağlıksız" bir ortamın kullanıldığını mı düşünüyorsunuz? yahut, glikoz şurubunun içine daha farklı "kanserojen" maddelerin karıştığını mı? hayır, böyle bir şey de yok, bu işin standartları bellidir... kaldı ki, sıradan şeker de aynı üretim proseslerinden geçip "katkı" maddeleriyle üretilir.

    sadede geleyim:

    şeker yemeyin olm. şekerli şey tüketmeyin. doğal şekermiş! doğal şeker diye bir şey yok, hepsi şeker pancarı üreticilerin yalanları. şekeri ha mısırdan yapmışsın, ha pancardan. aynı bok... hepsi kimyasal bunların...

    not:
    meyve yiyin. ihtiyacının olan tüm şeker herhangi bir elmanın veya üzümün içinde mevcut. fazlasına insanın ihtiyacı yok...

  • köyde sobanın alevinde cnbc e den spartacus izlerdim geceleri.şimdi para vererek o zevki alamıyorum

  • gencolar burdaki 18-25 yaş aralıgındaki kızların istekleri gözünüzü korkutmasın.bir nevi iş ilanı gibi düşünün, iş veren de işe alacağı kişideki özellikleri yazar da yazar , tabi öyle bir kişi bulma olasılığı nerdeyse imkansız olduğu için , en temel gereksinimleri karşılayan ilk kişiyi işe alır.
    bunların evlenme zamanı gelince(25-30 yaş arası) , bu kriterlerin %90 ı kayboluyor.geriye kalan kriterleri sayayım ben size:

    - ortalama - iyi bir iş
    - efendilik
    - eşini koruyup kollama(özellikle kaynanaya karşı)
    - insan ilişkileri ve uyumunun iyi olması(bilimum akraba, eş-dost ziyaretleri için)
    - tip en sonda geliyor, fiziksel engeliniz yoksa, vücudunuz çok orantısız değilse( aşırı zayıf, obez vs) veya boyunuz çok çok kısa değilse fiziksel özellikler nerdeyse yok hükmünde

    yok 1.90 boymuş , 6 packmiş, 50kilo taşşakmış bunları sallamayın yiğidolar.

  • yanlış orandır. bizim türk insanlarının yaptığı aşı bu korona denen mikroba yüzde binbeşyüz etkilidir. kesin anlamında yüzde binbeşyüz. yani daha bilimsel konuşmak gerekirse aşı yaptırana bi sikim olmaz.

  • yeni yayınlanmış tekrarlanabilirlik sınavından nispeten sınıfta kalmış, çocuk psikolojisi alanının ünlü deneyi.

    1960'larda stanford üniversitesi'nden psikolog walter mischel'in gerçekleştirdiği bu deneyde yalnız başına bir masada oturan ve önüne konulan bir şekerlemeyi 15 dakika yemediği koşulda kendisine ikinci bir şekerleme verileceği söylenen 3-5 yaş arası çocukların, bu şekerlemeyi yeme hazzını erteleyip erteleyemediklerine bakılmış, ve hazzı erteleyebilen (yani freud'a göre ego'nun id'i bastırması da denilebilir) çocukların, diğer bir deyişle irade gösteren, otokontrol sahibi olan, öz-denetim mekanizmalarını çalıştırabilen, ödül almak için var olan güçlü ister duygusundan feragat edebilen çocukların, uzun dönem takip çalışmalarında 15 yaşına geldiklerinde hem akademik başarılarının hem de bilişsel kapasitelerinin irade gösteremeyip şekerlemeyi yiyen çocuklara göre daha yüksek olduğunu iddia etmişti. yani 3-5 yaşında önüne konulan şekerlemeyi 15 dakika boyunca yememe iradesi gösterme ile 15 yaşında akademik ve bilişsel yetkinliğin daha üst düzey olması arasında bilimsel/istatiksel ölçekte anlamlı bir bağlantı olduğu gösterildi.
    (bkz: correlation does not imply causation)

    bu deney, eğitim alanı ve aile/ebeveynlik eksenlerinde toplumsal çıktısı önemli bir sonuca dönüştü. nitekim çocuk gelişimi, erken yıllarda eğitim, pedagojik formasyon, ebeveynlik/yetişkin eğitimi gibi alanlarında orta sınıf ve yüksek gelirli sınıftaki ailelerin erken yıllarda çocuklarının otokontrol ve öz-denetim becerilerini desteklemesinin gelecek başarıları için mühim olduğu üzerine bir mesaj çocuğu ve aileyi ilgilendiren tüm mecralara yayıldı. öyle ki günümüzde, 3 ila 7 yaş arasında okula giden çocuklara sosyal-duygusal gelişim alanında öz-denetim becerileri kazandırılması hedefinin neredeyse tüm gelişmiş ülkelerdeki eğitim programlarının en temel bileşenlerinden biri olması, kısmen bu deneyin sonucuna dayanıyor. yani bu deneyin mesajı olarak “çocukların gelecekte daha başarılı olmaları için iradelerini kuvvetlendirin, otokontrollerini geliştirin” mesajı orta ve yüksek gelir sınıfındaki ebeveynlere verilen ve uygulanan bir tavsiyeye ve eğitim programlarını yapılandıran temel bir bileşen gibi çeşitli sosyal çıktılara dönüştü. deney son 30 yılda iyice ses getirdi, üzerine yeni deneyler yapıldı, hakkında envai çeşit mecrada konuşmalar yapıldı, psikoloji programlarının derslerinde sayısız kişiye aktarıldı vs derken deney bir kült halini aldı. kişisel bir dip not olaraki; şiddetli yoksunluk içinde yaşayan bir çocuğun önüne konulan şekerlemeyi yemeyi erteleyebilmesi ise eleştirel bir nokta, o ayrı.

    aslında çok da bu kadar vesveseye gerek olmadığı ise deneyin daha yeni yayınlanan en güncel tekrarlama çalışmasından anlaşıldı. new york üniversitesi’nden tyler watts öncülüğünde deney geçtiğimiz sene 1000 civarında çocukla tekrarlandı. ve sonuçlar gösterdi ki 54 aylıkken şekerlemeyi yiyen ve irade gösterip yemeyen çocuklar 15 yaşına geldiği zaman aralarındaki akademik başarı ve zihinsel kapasite farkı çoğu zaman görülmedi ve görüldüğü zaman ise oldukça kısıtlıydı. yani otokontrol ve hazzı erteleme yeteneği insan gelişimi boyunca stabil değildi. en önemli nüanslardan birisi de anne eğitim seviyesi ve çocuğun zeka seviyesi kontrol edildiğinde bu bağlantı neredeyse yok oldu. yani bu şu demek: 4-5 yaşında bir hazzı erteleyip ertelememek 15 yaşındaki akademik ve bilişsel yetkinliği, çocuğun içinde yaşadığı ortam (anne eğitim seviyesi vs.) ve zeka seviyesi kadar etkilemiyor. bir çocuğun irade gösterip göstermemesi ve bunun ileriki yaşamına etkisi, çevrenin (sosyal-kültürel koşullar) ve insan biyolojisinin (zeka) değiştirilmesi zor koşulları tarafından daha çok koşullanıyor.

    kıssadan hisse: çocuğunuzun otokontrol geliştirmesi için elbette destek olun, irade ve öz-denetim becerisi desteklenmesi gereken önemli bir beceri. ancak çocuğunuzun ileriki başarısı için çocuğun içinde yaşadığı çevreyi zenginleştirin, düzenleyin ve ebeveyn olarak kendinizi değiştirin. zeka mı? onun pek değişmediği söyleniyor. o biraz kader kısmet.