• yakın tarihteki en iyi örneklerinden biri kuşkusuz 20 eylül 1973 billie jean king bobby riggs maçı'dır.. 30 yaşındaki bj, 55 yaşındaki eski wimbledon şampiyonu riggs'i 3-0 ezerek yenmiştir (ki aynı riggs bu maçtan üç ay önce dönemin 1 numarası smith-court'u 2-0 yenmiştir). bu maçı houston astrodome'da 30,472 seyirci izlemiştir ve bu da bir rekordur..
  • oyun teorisinin en temel kavramlarından birisi ve uzun yıllar boyunca farketmeden yaşadığımız bir durum.

    birbirlerinden farklı zevklere sahip olan kadın ve erkek beraber dışarı çıkıyorlar. erkek futbol maçına gitmek isterken, kadın konsere gitmek istiyor. bu kişilerin o akşam yapabileceği başka bir etkinlik yok. aynı zamanda beraber bir şey yapmayı birbirlerinden bağımsız yerlere gitmeye tercih ediyorlar. böylece aşağıda gözüken oyun durumu ortaya çıkıyor. parantez içinde yazılan rakamlar kişilerin durumdan alacakları hazın gücünü belirtiyor ve parantezin içindeki ilk rakam erkeğe ait.

    ...............................kadın

    ..........................konser............ maç

    e ......konser ........(1,2) .............(0,0)
    r
    k
    e .......maç ...........(0,0)............. (2,1)
    k

    görüldüğü gibi birbirlerinden farklı yerlere gitmeleri onlara hiç haz vermezken, aralarından birisinin diğerine uyum sağladığı durumda alınan haz artıyor ancak bu haz eşit olmuyor. bunun nedeni ise yukarıda verilen iki kişiden birisinin gidilen yerden daha çok haz alması.

    böyle bir durumun sonucu olarak basit oyunlarda olduğu gibi bir nash dengesine erişilmiyor ve erkeğin de kadının da istediğini yapması 2 farklı nash dengesi gibi gözüküyor. özet olarak gerçek bir dengeye erişmek mümkün olmuyor. bunun çözümü ise mixed strategies kullanmak. yani rakibimizin gidilebilecek iki yerden birisini seçme ihtimalini hesaplayıp bunu pay-offu ile karşılaştırmak. bunu yaparken de dikkatli olmak gerekiyor çünkü bu oyunda iki taraf da aynı anda karar veriyor ve yanlış yapılan bir hesaplama bizi (0,0) gibi optimal olmayan bir noktaya götürebilir.
  • aslında hikaye derin ve güzel ama çok olağan yavan işlemişler. emma stone biraz kol falan çalışmış ama asla bir tenisçi gibi gözükmüyor. herhalde menajeri çok kaslanmasını istemedi.

    steve carell her zamanki gibi harika. filme enerji ve renk katmış. yine de film genel olarak bir konuya odaklanamıyor, her şey ortada öylece sürüyor ve bitiyor.
  • filmekiminde yerini almış bir diğer film. vizyon tarihinden ötürü dağıtımcı şirketin gözünde oscar yarışında gözden düşse de merak ediyorum. özellikle emma stone'un performansı merak uyandırıcı. stone'un adaylık alabileceğini düşünen eleştirmenler az da olsa var. diğer dallarda gelecek adaylıklara şimdilik sürpriz gözüyle bakılıyor.
  • onlarca sıkıntılı konuya değinmeye çalışırken (kadın hakları, cinsel özgürlük, medya, reklam, aile, toplum... ) filme derinlik katamayan ısmarlama senaryosuyla,

    başroldeki oyuncularının * * ismine, kalitesine güvenen ama onlardan performans almaya layık olamayan ucuz diyaloglarıyla,

    derdini bilal'e anlatır gibi anlatan ve seyirciyi 7 yaşındaki bir çocuk yerine koyan olay anlatma tekniğiyle,

    kendilerini daha önce ruby sparks ve little miss sunshine gibi güzelim filmlerle ispat etmiş olan yönetmenlerin bu filmi çekmeyi nasıl kabul ettiklerinin bulunamayan cevabıyla,

    kendini feminist zanneden her türden günümüz insanının suratına, sinema çıkışı bir zafer gülücüğü koydurma vaadiyle, gerçek aktivistlerin gerçek eylemlerini değersizleştirmeye katkı sağlayan,

    kısacası sanal aktivistlerin, feministlerin eşcinsellerin, kendini kenara köşeye atılmış hissedenlerin paralarını ceplerinden zorla değil de bilakis onların ayaklarıyla kendilerine gelip saçmasıyla almaya yarayan,

    bir garip sömürü filmi...
  • gene amerika'nın 2017 gündemine cuk oturan bir öykü bulmuş hollywood. özellikle jennifer lawrence "ben neden başrolü paylaştığım erkekten daha az para alıyorum?" sorusunu yüksek sesle sormaya başladıktan sonra kadın-erkek eşitliği sıkça konuşulmaya başlanmıştı hollywood'ta. para mevzusu, kadın-erkek eşitliği, üstüne lgbt... günümüzde hollywood'un gündeminde yer alan bu konuların hepsi filmde mevcut. fakat bu konuların hepsini derinleştirmeden, yüzeysel bir şekilde, komik tonu bozmadan aktarmaya çalışmışlar. dolayısıyla filmin bir kalıcılığı ve etkileyiciliği olmuyor. evet, sıkmadan izleniyor. emma stone da, steve carell da iyi oynamışlar. andrea riseborough'u da es geçmeyeyim. tenis maçları da heyecanlı. ama o kadar. en azından kötü bir film değil, sıkıcı olmaması da iyi.

    bu arada hatırladığıma göre 2016 kışında stone, la la land'in başarılı olmayacağını düşünüp bu filmin la la land'ten hemen sonra vizyona girmesini istemişti, ama sonra la la land başarılı olunca battle da bu eylüle ertelendi. stüdyonun beklentisi yüksek değildi, buna rağmen birkaç yerden adaylık geldi (altın küre zaten kaçırmayıp adaylığı verdi stone'la carell'a). belki fox searchlight filmi kasımda vizyona sokmuş olsa emma yarışta ciddi olabilecekti. ama eylülde vizyona girdiği ve yarışta da çok film olduğu için battle unutuldu gitti, iyi de oldu. zira emma'nın oscar'ının üstünden sadece 10 ay geçti.
  • neyi anlatmak istediğine karar verememiş film. her şeyden azar azar hiçbir zaman işe yarayan bir fikir olmadı, bu film özelinde de olmamış. filmin pazarlanışı ve fragmanı farklı cinsiyetteki iki insanın maç öncesinde yaşadıklarıyla beraber maçta yaşananlardı. ancak film bu konuları anlatmakta geç kalıyor. bayan tenisçinin aşk hayatı, cinsel tercihinde yaşadığı ikilemler gibi konular hem fazlasıyla ön planda hem de değil. bu konular film bitince sadece olmak için olmuşlar. bizi bunları anlatırken kazanması gerekirdi bu film ancak ben ne yaşadığı ilişkileri, ne de maçın oynanmasındaki zorunluluğu anlatamamış. kadın-erkek arasındaki eşitsizlik konusu da son dönemde fazlasıyla göz önünde olan bir durum. hal böyle olunca film, bir nevi gündemi tekrarlamış.

    tenis sahneleri, steve carell'in canlandırdığı bobby riggs filmin ön plana çıkabilen parçaları. geri kalanı için pek bir şey söyleyemeyeceğim.
  • cinsiyetlerin micadelesi.
  • gerçek bir hikayeden esinlenilerek ve hollywood'da yükselen metoo gibi akımların da etkisiyle çok şey sunabilecekken ağızda ancak hoş bir tat bırakmayı başarabilmiş 2017 yapımı film.

    --- spoiler ---
    emma stone'un yüzünde devamlı bir "o kadar efsane bir karakteri canlandırıyorum ki bir sorun çıkmadan halledeyim, bitsin gitsin" ifadesini gözlemlediğimi ve bunun da kendisinden görmeye alışık olmadığımız kabız oyunculuğuna yol açtığını, genel görüşe katılarak steve carell'i çok beğendiğimi ve özellikle marilyn barnett'i canlandıran andrea riseborough'un yan rolde efsane bir iş çıkardığını söyleyebilirim.
    --- spoiler ---
  • emma stone'un billie jean king'i, steve carell'in bobby riggs'i canlandıracağı film. little miss sunshine ve ruby sparks'ı yöneten karı koca jonathan dayton & valerie faris ikilisi filmin yönetmenliğini yapacak.

    edit: brie larson, emma stone'un yerine geçmiş.
    edit2: emma stone ile anlaşılmış.
hesabın var mı? giriş yap