• ne yapsa, ne etse...
    hakkında herneye ne şekilde neden uyuz olunursa olunsun..

    her ama her hareketi "erkeksizlik!" e bağlanacak olandır...

    embesil herif elindeki 15 dakkada toparlanacak dosyayı 15 günde bitirmez, "bekar kadın yönetici" buna gereken ayarı verir...
    sonra noolur?
    "bekar.. erkeksizlik bunun başına vurmuş... bunu bi s...ceksin bak nası kendine geliyo.." cümleleri havada uçuşur..

    sen önce iki elinle, önündeki dosyayı bi doğrult da işini doğru düzgün yap desen adama... oralı bile olmaz oysa..

    çünkü niye..

    çünkü
    üç beş santim fazladan uzantılarının, her tür gerginlik ve olumsuzluğun çözümü olduğunu sanan çükkafalılarla dolu bi dünyada yaşıyoruz ne yazık ki...
  • bekar bi insanin evli birine gore cok daha renkli bir cinsel hayati olma olasiligi kanimca daha fazla oldugundan her hareketini 'bunu s.ken yok'a baglamak biraz sacma olur. evli ve mutsuz kadin yoneticiden ve hatta cocuklu ve bosanmis kadin yoneticiden evladir.
  • sırf kadın olduğu için yönetici olamamış ve muhtemelen ömrü boyunca olamayacak bir sürü erkek tarafından yaftalanır.
  • bunların bir tanesi de benim başımda dostlarım. ve inanın, her zamanki gibi bulduğu ufacık bir açığımı yine yüzüme vurmaya, yok yere beni fırçalamaya gelmek için daha merdivenden çıkarken çıkardığı topuk sesleri bile huzurumun kaçması için yeterli sebep.

    çok açıktır bu. eğer kendisinden güzel, güler yüzlü, mutlu olduğu her halinden belli olan bir ''kadınsanız'' ve çevrenizdekiler tarafından da hoş karşılanıyorsanız sizden nefret etmemesi için hiçbir sebep yoktur. (halbuki o kadar fena değildir kendisi de. saçını, makyajını akşamdan yapar, saten mini eteklerini akşamdan giyip uyur, sabah da işe öyle gelir. olmadı sabah beşte kalkar diyebilirim artık çünkü bu kadar süsü püsü sabahın köründe ne ara yapıyor, nasıl yapıyor benim aklım almıyor)

    ben ki okul koridorlarından yeni çıkmış, iş hayatı nedir, iş nedir, nasıl yapılır bilmeyen bir kızcağızım ve çalışmaya başlayalı daha iki ay oldu. işe başladığımdan beri yüzüme bir kere gülümsediğini bile bilmem.

    sabah gelirim şirkete, e gördüğümde de gülümseyerek günaydın diye şakırım insaniyet namına ama o buna karşılık olarak önce ayakkabılarıma bakar, sonra yukarı çıkar yavaş yavaş üstümdekileri inceler, biraz daha yukarı çeker bakışlarını ve bir süre yüzümde odaklanır. son olarak da başını başka tarafa çevirip bana bakmadan günaydın der. daha o an gerilirim.

    hep bir açığımı arar, hep ama. ve bu geçici bir şey değil, sürekli böyle olacak anladım. aptal bir ürünün açıklamasına ''10 kg kapasitelidir'' yerine ''10 kg kapasiteli'' yazdığım için sorumsuzlukla, dikkatsizlikle, isteksizlikle, hevessizlikle, takipsizlikle, anlayıp da anlamazlıktan gelmekle, lafı kıvırmakla, ''ama'' deyip sinir kat sayısını arttırmakla suçlanıp, yarım saat azarlandım mesela geçenlerde. arada aptal olduğumu ima etmiş ya da söylemiş bile olabilir, başka boyuta geçmiştim bir süre sonra, gerisini hatırlayamıyorum.

    yemek saati kalabalık masada herkesle gülüşüp konuşurken, kendisine konuyla alakalı bir şey söylediğimde ben o şeyi hiç söylememişim, o masaya hiç oturmamışım, hatta hiç var olmamışım gibi davranır. susup kendi halimde yemeğimi yerken de kenafir bakışlarıyla beni dikizler. başka bir insanın, hele ki bir kadının gözlerini dikip bana bakmasından bu kadar rahatsız olabileceğimi hiç bilmezdim.

    hepsini geçiyorum, sırf beni gördüğünde yüzüme fırlattığı bakışlar bile oradan koşarak uzaklaşmamı gerektiriyor.

    kısacası canlar, özel hayatındaki mutsuzluğun, tatminsizliğin, kişisel eksikliğin acısını çıkarıyor benden. düşündüm de, annem beni bu günlere kendine güvensiz, içi çürümüş bir kadının koltuk derdiyle kabaran egolarını tatmin edeyim diye getirmedi bence. yemişim işini, parası da yok huzuru da. ne kadar şanslıyım ki bana her durumda kucağını açan insanlar var etrafımda. iki güne kadar çantamı alıp, yüzüne sırıtıp, sinsice olmayacak bir şekilde kapıyı çarpıp gideceğim. bir iki sene sonra da dönüp, elimdeki dolar destesiyle yüzüne seri halde bugs bunny şamarı atacağım.

    buradan bekar kadın yöneticilere sesleniyorum. iş hayatına yeni başlamış kızcağızların açıklarını aramayalım. iş öğretmek böyle heves kırıcı şekilde olmamalıdır. birinin hatasını bulup hakir göreceğinize, eksiğini görüp tamamlayın. zamanla kalmaz o eksikler de. haydi bakalım.
  • artık ben diyeyim ortaokul sen de lisede yaşadığı ergenlik travması yüzünden midir nedir haftada 5 ayrı kadınla da sevişse abazan kalan ve kalacak olan, meme diyince şaftı kayan, bir kadının iş hayatında kendisinden daha yüksek mevkide olmasını bir türlü içine sindiremeyen, seksi bir yarış, her sevişmesini skor olarak gören doyumsuz beyinsizler tarafından -ki kadın da erkek de olabiliyor bunlar- tek eksiği yarak olarak nitelenen kadınmış. (bkz: ben bugün bunu gördüm) hayır halihazırda çatır çatır sevişmediğini ya da aseksüel olup da sevişmeden çok daha mutlu olmadığını nerden biliyorsa bu dallamalar... saydırdıkça saydırıyor billurlarını büzdüklerim.

    bir söz vardı, hilmi abi, neydi? hah, it ürür kervan yürür.
  • bir çoğunda (ya da benim gözlemlediklerimde diyeyim) asıl problemi her ne kadar erkeksizlik, yaraksızlık sığlığında olmasa da; eşi ve çocuğu olmadığından içinde biriken enerjiyi ve fazla zamanını işinde kullanıp çevresindekilerden de aynı performansı beklemesidir. misal evli bir insanın mesaisi biter bitmez kendini işyerinden dışarı atmak, ya da bazı günler (duruma göre haftada bir iki kez) işe geç gelmek için bir sürü sebebi varken (alışveriş, çocuğu okuldan almak - okula bırakmak, aşıya götürmek, tansiyonu fırlayan kaynananı doktora götürmek vs. vs.) bu tür dünyevi mazeretlerin önemli bir kısmıyla uzaktan yakından alakası olmadığından gece geç saatlere kadar, hatta hafta sonları çalışıp kendine meşgale arar, ondan sonra da sizi işinize değer vermemekle, sorumsuzlukla falan suçlar. elin adamı akşam evde yemek beklerken, hafta sonu dört makine çamaşır yıkaman gerekirken aynı iş aşkını göstersinde görelim. başta dediğim gibi asıl sıkıntı erkeksizlik falan değil, anlayışsızlıktır.
  • "erkek patronlar agresif olduğunda cinsiyetine bakılmaz, ama kadın patronun ilk agresif tutumunda ne kaltaklığı kalır, ne cinsel tatminsizliği" demişti bir kadın tanıdığım. ilk anda itiraz edesim geldi, sonra düşündüm, haklı sanki dedim kendi kendime.

    bir de şu var insanı şaşırtan: bu türle ilgili genellemelerde cinsel hayatla davranış arasında mutlak bir paralellik olduğu varsayımı saklıdır. günde ortalama iki orgazm yaşayan bir kadının bir melek olacağı düşünülür ne hikmetse. erkeğin günde iki kere becereni yine de sinirli olabilir tabii, bu onun tükenmeyen kudretinin işaretidir; ama kadın dediğin orgazmla yumuşayan türde bir mahluktur.

    oysa.. ne cinsel hayat bu kadar tek parametreye bağlıdır, ne de gündelik hayatla cinsellik arasında böyle bir doğrusal ilişki vardır. ilgili uzvuna bir şey sokulduğu zaman rahatlayan kadın, ucuz bir erkek fantezisidir sadece -ve bu nedenle de porno filmlerin vazgeçilmez klişelerinden biridir.
  • evet, bir diğer bekar kadın yöneticiyi daha geride bırakmış bulunmaktayım canlarım. içimde bir sevinç, bir heyecan, bir yeniden doğmuşluk hissi var ki sormayın.

    cebimde ucu ucuna yetecek bir para, içimde umutlar der gibi hani. niyetim bir çanta ve anılarımla birlikte bir akdeniz şehrine doğru yola koyulmaktı ama annem izin vermiyor.

    bu seferki daha bir bekar, daha bir kadındı sanki. iliklerime kadar sömürdü beni, gençliğimi güzelliğimi soldurdu bir senede. hayır abartmıyorum.

    bir insanın iş güç haricinde hiç mi bir sosyal hayatı olmaz hala anlayabilmiş değilim. kahvaltı yapmaz, öğlen yemeği yemez...

    sürekli kendini över, dinlemek zorunda kalırsınız.

    gece yarılarına kadar ofiste kalır, siz artık evinize gitmek istiyorsunuz diye "senden bir halt olmaz" bakışı fırlatır.

    pazar günleri bile ofise gelir. siz gelmiyorsunuz diye de pazar günü bile çalıştığının, işine ne kadar aşık bir kadın olduğunun muhabbetini yapar size hafta boyu. "aslında senin de gelmen lazım ama senden bir halt olmayacağı için ben kendimi övmeke yetiniyorum" demeye getirir o muhabbetleri de.

    kısacası kendisinin olduğu gibi, sizin de bütün hayatınızın işten ibaret olmasını ister.

    sürekli kendini över, dinlemek zorunda kalırsınız.

    koskoca binada onun hoşlanmadığı ve konuşmadığı bir kadınla konuştunuz diye size yarım saat bağırır.

    yediğiniz laflardan hareketsiz kalmış, yüzünüzde hiçbir ifade dahi olmadan susmasını ve sizi salıvermesini beklerken, "sen bana öyle ağzını eğemezsin" der ve konuşmaya devam eder. hiç yoktan bir yirmi dakikanız daha laf duymakla geçecektir.

    masanın altına düşmüş bir askıyı kaldırmadığınız için sizi pis olmakla, sorumsuzlukla suçlar. görmediğiniz için kaldıramadığınızı düşünemez.

    sürekli kendini över, dinlemek zorunda kalırsınız.

    size sürekli "bak kendine dikkat et, bu zayıflığına güvenme, yarın bir zaman popodan kilo almaya başlayacaksın" der. meyillisin kilo almaya der. bak ben zamanında 34 bedendim der. iki günde bir uygular bu psikolojik gerilimi. siz yemeğe devam edince de yediklerinize tiksintiyle bakar.

    en acısı bazan size de tiksintiyle bakar. giydiklerinize, ayakkabınıza, suratınıza...daha önceki de böyle pis bakışlar fırlatıyordu bana. o bakışların yüzlerine nasıl da yapışıp kaldığını fark etmeniz çok uzun sürmüyor.

    sürekli kendini över, dinlemek zorunda kalırsınız.

    haftanın üç günü annesini de yanında ofise getirir ve çocuklarının ne kadar mükemmel, ne kadar kaliteli, ne kadar elit, ne kadar zengin olduğunu bir de teyzeden dinlersiniz üç gün boyunca. hepsinin üstlerinde bilmem kaç yüz liralik ceketlerle gezdiğini, nerelerde ne kadar güzel evleri olduğunu öğrenirsiniz. oğlunun peşinde gezen kızların ne kadar güzel olduğunu da öğrenirsiniz.
    hatta "bak alsın seni hayatını yaşatsın" bile der anlam veremediğiniz şekilde.

    teyzeyi geçiyorum.

    en beteri, kadının biriyle ortak olup kendine iş kurar. hem sizin çalıştığınız yerde yönetici olarak çalışmaya devam eder, hem de kendi işlerini de çalıştığınız ofisin üzerinden yürütmeye başlar. haliyle o bahsettiğim kendi işlerini size de yaptırmaya başlar. hem kendi şirketinizin işini yapmaya çalışırsınız, hem onun şirketinin işini.

    o daha çok para kazanacak diye deli gibi gece gündüz çalışırsınız, ufacık bir memnuniyet ifadesi göremezsiniz yüzünde. sanki onun işlerini yapmaya mecburmuşsunuz gibi, ufacık bir hata yapınca da yerden yere vurulursunuz, gecenizi gündüzünüze katar. aman zarara girmesin...

    her nedense salaksınız, anlamıyorsunuz sanar bu olanları. belki de salaklık gerçekten bizdedir. kimsenin bir başkasının emeği üzerinden haksız kazanç sağlamaya hakkı yoktur. ben o hakkı ona verdim. herhangi bir maddi karşılık beklemeden, biraz memnuniyet görürsem hevesim belki geri gelir diye.

    evet salaklık ettim. o heves kaçalı çok olmuştu.

    ama birazcık insanlık göreyim diye bekledim. insanlar gerçekten bu kadar yüzsüz olabiliyor mu, göreyim diye bekledim. beklediğimle kalmadım, olabiliyormuş öğrendim.

    siz yine de beklemeyin.

    sürekli kendilerini överler, dinlemeyin.

    koşarak uzaklaşın. benim gibi bezmeyin. oyhh.
  • kimse dememiş ama bekar yönetici kadınlar ikiye ayrılır;

    1) 30 yaş altı bekar kadın yöneticiler
    2) 30 yaş üstü bekar kadın yöneticiler

    veya şöyle de ayırılabilir;

    1) bekar kadın yönetici
    2) evde kalmış kadın yönetici

    tamam bu kadar cümle ile beni yaftaladınız mı? geri kafalı, kafayı cinsellikle yemiş, gerizekalı... etiketlerini yapıştırdıysanız şimdi sıkı durun;

    8 sene 4 ayrı kadın bekar yönetici ile çalıştım, hala daha çalışıyorum. hepsi de 30 yaşın üstündeydi ve hepsi de (buraya dikkat) kendilerine evde kaldım ben diyordu. bu kadınların hepsinin ortak özelliği tavana vurmuş bir ego, pimpiriklik, her lafı en olumsuz yönüyle anlama, mizahtan anlamama, işkoliklik, kısmen muhafazakarlık (nam-ı diğer kezbanlık) ve aşırı gerginlik. istisnasız hepsi de böyleydi.

    sondan bir önceki müdürüm bir gün, 33 yaşında evlendi. ve iki hafta balayı yapıp geldi. ama kadın baştan yaratılmıştı sanki, eski halinden eser yoktu. dedik mutluluktan kafayı yedi, canım cicim ayları şimdi, olur öyle falan. neyse yarına normale döner, öbür güne düzelir, pazartesi gelsin de görelim... derken aa 4-5 ay boyunca kadın kimse ile tartışmaz oldu. trafikte önüne hızlıca geçen adamın testislerinden badminton topu yapacağını, küfürlerinin girizgâhı olarak kullanan kadın, korna bile çalmaz oldu. kadına evlilik yaradı anlayacağınız.

    şimdi gelelim ikinci yanlış düşünceye. "evli kadınlar cinsel tatminlerinden dolayı değil, duygusal tatminlerinden dolayı düzelirler" diyenlere de selam ederim. bu 4 müdürümün 2'sinin aşk yaşadığı dönemleri de biliyorum. o nedenle kesin konuşuyorum. aşk kesmiyor. düzenli seks yapmayan kadın ortalığı birbirine katıyor bilesiniz.

    o nedenle sadece sevmeyin, sevişin hanımlar. kezbanlık etmeyin.
hesabın var mı? giriş yap