• baba arabayı sağa çeker. aile ile vedalaşılır, arabaya el sallanarak hemen içeri girecekmişim gibi kapıya yönelirim.

    "içeri girmeden bir sigara içeyim." diye düşünüp sigarayı yakmamdan evvelki birkaç saniye, belki de bir dakika bu şekilde. yüzüm hala asık ama. o konuda değişen bir şey yok. sinirliyim de biraz. belki biraz da üzgün.

    önümde çirkin, betondan bir blok var. eminim, izmir adnan menderes havalimanı'nda da vardı aynısından. üzerinde yazanı tahmin etmek zor değil, havaalanını kim açtıysa ya da yenilettiyse o kişiye teşekkür ederiz gibi bir yazı var. sanki görevi değilmiş gibi.

    aslına bakarsanız, o metnin ne olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. çok da umurumda değil.

    ama recep tayyip erdoğan geçiyor metinde. bundan eminim. hatta ankara esenboğa havalimanı'ndakinde recep tayyip erdoğan'ın üzeri kalemle çizilmiş gibi. silik.

    yanıma takım elbiseli iki adam yaklaşıyor. onlar metnin olduğu tarafta, ben diğer taraftayım.

    takım elbiselilerden biri, "aslında bu millete hiçbir hizmet yapmayacaksın! baksana, na'pmışlar!" diyor sitemkar bir şekilde. ankara esenboğa havalimanı'nda.

    sanki bu ülkeye seçilenlerin görevi, bu ülkeye hizmet etmek değilmiş gibi.

    bilemedim.

    ***

    içeri girdim. check-in yaptım. türkçe karşılığını bilseydim de onu yazsaydım. neyse.

    sırada bekliyoruz, uçağa bineceğiz birazdan. önümde bir adam. yanında da bir arkadaşı, muhabbet ediyorlar. muhabbet koyu ama. bineceğimiz uçağın bugün kaç sefer yaptığına dair. ilk dikkatimi çeken gözlüklü adam, uçağın en az 5 kez git-gel yaptığını iddia ediyor. bir de ekliyor; "10 seferin her birinde 150 yolcu olsa 1500 eder. her bir yolcu 60 lira ödemiş olsa, ııııı, (cep telefonu en asil görevini yerine getirip 1500 ile 60'ı çarpıveriyor) 90bin lira. valla iyi para..."

    sokak cem yılmaz'la dolu. ya da cem yılmaz sokaklarla.

    bilemedim.

    ***

    uçakta koridorun sağ ve sol tarafında 3'er koltuk mevcut. hemen önümdeki üçlünün cam kenarında başörtülü, kucağında da 1 yaşını henüz doldurmadığını tahmin ettiğim bebeği var. koridor tarafında da bir adam oturuyor. aradaki koltuk boş. adam, hostesten rica edip boş bir koltuğa geçmek istiyor. kadının bebeği ile daha rahat etmesi için bunu yapmak istediğini belirtiyor. kadın ise "rica ederim beyefendi, bebeğimle rahatım burada, eşyalarınızı da yerleştirdiniz, rahatsız olmayın lütfen." diyor ama, adam bu tatlı mücadelenin galibi olup, ön taraftaki boş koltuklardan birine eşyalarını da taşıyıp yerleşiyor.

    ne başörtülü kadın bir mağdur ve öcü, ne de yanındaki adam saygısız ve "çağdaş".

    kafamızın bir yerlerine ilmek ilmek işlenmeye çalışılmış genellemeler bizi bu hale getirmiyor mu zaten?

    bilemedim.

    ***

    bir garip milletiz vesselam. içimiz iyi, dışımız kötü. ya da dışımız kötü, içimiz iyi.

    bilemedim.
  • "bilme" eylemini yapamamak,
    "bileme" eylemini yapmamak
    cümle içinde de kullanalım
    (bkz: ışın kılıcını bilememek)
  • bu eylemin binary bir karşılığı olmalıdır. son dönemlerin ağzımıza pelesenk ettiği 'tam bilememek' ifadesi geçersiz kılınmalıdır, bu ifadenin yaratmaya çalıştığı "biraz biliyorum, affet beni ne olur" empati havası dağıtılmalıdır :

    - trigonometriden anlar mısın metin?
    yanlış yanıt : tam bilemiyorum, kontanjant var, sinüs var?
    doğru yanıt : öğrenmiştim, hatırlamıyorum.

    - arabayla mı gideceksiniz, trenle mi toygar?
    yanlış yanıt : tam bilemiyorum, havaya göre karar veririz
    doğru yanıt : henüz belli değil

    - acaba tijen teklifi geçebilmiş midir?
    yanlış yanıt : tam bilemiyorum orhan, sorayım
    doğru yanıt : bilgim yok, hemen öğrenelim.
  • acılarla sevinçler arasındaki derin uçurumların bir yerlerine takılıp kalmaktır. kıpırdayamazsın, düşmekten, yara almaktan korkarsın... yalnızlığın ortasında kaygı dolu gözlerle sağına soluna bakınırsın... ama nafile... elini uzatacak birini bulamazsın. çok korkarsın, sendelersin, ne yapacağını bilemezsin... ya da sadece bilmezlikten gelirsin, aynı yaraları sarmanın çok zaman aldığını adın gibi bildiğinden...
  • bilmek için gerekli emeği harcamamak.
    akabinde diş biletir, kılıç biletir ama...
  • insan hayatının %90'ına tekabül eder.

    çok okudum, çok gezdim, çok insan tanıdım dersin ama kime göre çok, kıstasın nedir çok kavramı için. 10 çok mudur? 100 çok mudur? 1 milyon çok mudur 7 milyarlık nüfuslu toplamda 510.065.284 km² yüzölçümüne sahip 148.939.062 km² kara ile kaplı dünyada?

    kaç milyon insan birşeyler yazıyordur ve kaçı gerçek bilgileri paylaşıyordur?

    çok beylik bir laf olacak ama "bildiğim tek şey hiçbirşey bilmediğimdir" lafı cuk oturur bu duruma.

    etrafındakileri bil, onları önemse, tepki göster... yaşa...
    herşeyi bilmene hiç gerek yok....
  • bilmemekten çok farklı. bilememek'te gizli bir merak var. endişe var. bildikleri neyle sınırları soruları zihinde kavrulurken tanımlanır bilememek. acaba ne biliyor? nereleri biliyor? ne kadarını biliyor?
  • ya göklere çıkarmışsın ya da uçurumun dibine inermişsin ya hani bu yolu bir kere tutturduysan, ne tarafa bakıyor yüzüm bilemiyorum. daha hiç yol alamadan yanlış sapağa mı girdim bilemiyorum. benliğimden kurtulmaya çalışırken daha da içine mi gömüldüm, başkalarının ben'lerinden azat olmaya çalışırken kendimi bir zindana mı kapattım bilemiyorum.
    bir mağaralık yerimiz olsa yetermiş ya o küçük sığınağımı bulmaya çalışırken binaların,suretlerin arasında kayıp mı oldum bilemiyorum. nasıl adım atmam gerektiğini bana gösterecek bir dost ararken, kaybolduğumda beni bulacak dostlarımı da mı kaybettim, bilemiyorum.taşlaşmış kalbimdeki kilitleri kırmaya çalışırken, ellerimin arasında mı parçaladım onu bilemiyorum.
    ölmeme gününde neden en çok ölüm geliyor aklıma,bilemiyorum. bu azap hayırlı bir sona doğru mu yoksa bu kesikler uçurumdan yuvarlandığımdan mı oluyor,bilemiyorum.
  • bir yönüyle büyük bir niğmettir.

    bilemediğimiz bazı şeylerin bize nasıl avantajları olduğuna dair kendi kendime düşündüğüm şeyleri yazıya dökmek ve kendimce bir tefekkür etmek için yazıyorum bunları.

    1) ne zaman öleceğimizi bilemiyoruz. ne zaman öleceğimizi bilsek belkide hayata bu kadar umut dolu bakamayacaktık. şuan gafletle de olsa hiç ölmeyecekmiş gibi neşe ile yaşıyoruz. hayatımızı ona göre planlıyoruz. ne zaman öleceğimizi bilsek demoklesin kılıcı gibi sürekli üzerimizde bir korku ve endişe hissederdik.

    2) tövbe etmemize rağmen günahlarımızın afolundugunu bilememek. bu da bizi sürkeli korkutuyor ve teyakkuzla ve şımarıklığa girmeden tevbede devamlı olmamızı sağlıyor. diğer türlü insan zaten afolundum deyip tevbe etmeyi bırakıp günahlara tekrar dönebilir.

    3)insanların içinden geçen olumsuz şeyleri bilemiyoruz. bazen anlık sinirler başkaları hakkında içimizden kötüşeyler geçebilir. bunları bilsek biz de misliyle karşılık verebiliriz. bilemediğimiz için hüsnü zan ediyoruz.

    4)kimin kimden allah katında daha hayırlı olduğunu bilmemek. bu bilememekten ötürü herkese saygı duymak zorundayız kuran'da buyurulduğu gibi "ey iman edenler! bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin; belki de o alaya aldıkları kendilerinden daha hayırlıdır"
  • içine kapanmışsındır ben konuşmaya çalışırım.
    sorarım bir şey, laf açmaya çalışırım; sen ise soru sormazsın sadece yanıt atarsın ya da hiçbir şey yazmazsın.
    ben tekrar denerim yine olmaz.. terslersin. belki de farkında olmayarak yaparsın bunu, haketmediğim halde.. sonra suskun kalırım. düşünürüm acaba ne oldu diye ama çözemem bir türlü ne olduğunu anlayamam. dertli dertli dalarım uzaklara.
    paylaşmazsın, paylaşmayacaksındır. ama neden? işte bilememek budur.
    oysa tek istediğim seninle zamanımı,anımı paylaşmaktır.cebimde hikayelerimle minik sevinçlerimle dönmüşümdür küçük bir seyahatten ama sana ulaşamam, zamanını ayırmıyorsundur/ayıramıyorsundur her neyse, konuşamıyoruzdur. elden ne gelir ki başka ne yapabilirim. umursamaz bir tavır alırsın çözemem nedenini, köşemde üzülür kalırım sen bilmesen de..
hesabın var mı? giriş yap