• küçüktüm, çok severdim, anlamsız bir hüzne boğardı diyorum da acaba 16 17 yaşımda bira ve kahveyi hiç beraber tüketmemişken, beyaz pantalonlu bir hemcinsimin kalçaları beni nasıl bu kadar etkilemiş, aşk acısı cekilmeyen bir dönemde benden kurtulmasını bilirsin sözleri nasıl duygulandırmıs, hiç fotografları olmayan sevgililerimin sözde yolladığı fotograflar niye üzmüş hala bilmiyorum
    parça parça düşününce anlamsız geliyor da bütününe bakınca hala güzel, hala güzel
  • bir gün tanışacağız, arkadaşlığımızın arkadaşlık düzeyinde kalmayacağını bilerek arkadaş olacağız, sonra sevgili. bir ay, altı ay, üç yıl. sonra ben, bir akşam ya da sabah ya da gece yarısı, henüz sen beni terk etmemişsen tabii, herhangi bir neden belirtmeden çekip gideceğim. çünkü veda konuşmalarını beceremem. becerebilseydim altı sene önce evlenmiş olurdum. nasıl ayrılacağımı tahayyül edemediğim için evlenemedim. ama bu ayrı bir konu. (ve sana –bir cümleye “ve” ile başlamanın ona ilahi bir ton kattığını jonathan safran foer’den öğrenerek kullanmaya karar verdiğimi de belirtmek isterim– erkek dünyasının tam kalbinden bir tavsiye, bu tarz dostane veda konuşmalarını becerebilen adamlardan uzak dur lütfen. onlar bir gece uyanıp seni kıtır kıtır kesebilecek kadar kendine güveni yerinde adamlardır. onlar en düşmanca hislerini bile dostane biçimde ifade edebilen gerçek erkeklerdir, onlar ergen değildir. ece temelkuran ne güzel kadın. her neyse.

    ve sen kendini bok gibi hissedeceksin. haklı olarak. ve üzüleceksin. ve sen üzüldüğün için ben de üzüleceğim. ama bunu çaktırmayacağım. ve sen benim taş kalpli ve vicdansız biri olduğumu düşüneceksin. götün önde gideni olduğumu düşüneceksin. bu düşüncelerini bir terbiye süzgecinden geçirip smslere dökeceksin. ve ben onları okurken şöyle düşüneceğim, sanırım ben bu dünyaya insanların kalbini kırmak için geldim. sonra bir gece saat ikide, alkollüyken telefon açıp bağıra çağıra dökeceksin içindeki bütün zehri. ama benim kafam o an yazdığım şeyin zehriyle dolu olduğundan senin zehrinden etkilenmeyeceğim ve diyeceğim ki, “yarın akşamüstü bir kahve içmeye ne dersin?” ve sen de diyeceksin ki, "yarın akşamüstü gelip seni bıçaklamama ne dersin bencil piç? bip bip bip biiiip…" her neyse.

    dışarıda kahve içmekten nefret ederim zaten, evde yeterince içiyorum. kahve içelim dememin nedeni, bira içip duygusallaştıktan sonra aynı döngüye tekrar başlamaktan korkuyor olmam. sonuçta bir gün, o kahveyi barış içinde içeceğiz, havadan sudan konuşacağız, herkesin herkessiz yapabileceğini bildiğimizden (tezer özlü ne güzel kadın); kendimizle, o ana kadar ki bütün aptallıklarımızla dalga geçebileceğiz ve en sonunda, “ne güzel böyle, bunu her zaman yapalım,” diyeceğiz. masaya gelen, donmuş sümüğü üst dudağına yapışık çocuktan selpak ve bu işi sadece hayır için yaptığını iddia eden adamdan tükenmez kalem alacağız. selpak mı kalem mi diye soracağım. tabii ki de kalemi seçeceksin. sonra aramızdaki sessiz anlaşmaya uyarak, bir daha bu kahve faslını hiç tekrarlamayacağımızı bilerek, ayrı yönlere gideceğiz.

    [emrah serbes].
  • özel hayatla ilgili berbat bir hafta sonunu geçirip, pazartesi sendromuyla birlikte birikmiş onlarca projenin arasında boğulduğum şu saatte, karışık winamp listesinde aniden çalmaya başlayıp yüzümü güldürmüş ve taa lise yıllarına doğru anısal bir seyahate çıkartmış, bütün bunların yanında yaşadıklarımı ve hissettiklerimi sözlük ile paylaşayım derken şahsıma bu kadar uzun bir cümle kurdurmuş eski dost sayılabilecek şarkıdır.
  • bir kere dinlemeye başlarsam o hafta aralıksız kafamda çalan çok sevdiğim bir şarkıdır bira ve kahve. aslında bence bir kıza yazılabilecek en kötü ve biçimsiz şarkı sözü de bu şarkıya aittir herhalde. her yerden falso.

    beyaz pantolonunu okşamak için diye söze girip kıza meta muamelesi yaparken hemen arkasından "bazen benim olmasan da sen hep yanımdasın.." deyip don juan'a bağlaması adamın şarkıyı yazarken ne derece halüsünatifik saykodelik haller içinde gezindiğinin bir ibaresi. bana çok doğal geliyor her haliyle. birine değil de kendisine yazmış, kendisini anlatmış olunabilecek en basit ruh halini yansıtmış adam.

    hüzünlü bir şarkı söylüyorum diye ağlarken, "peşinden koşturmak için herkesi kalçanı çalkalamayı da bilirdin" diye öfkesini de olabilecek en ilkel şekilde ortaya koymuş. gel gör her ne kadar ağzı bozuk bir şarkı gibi olsa da, r'leri garip garip yuvarlasa da basit değil sürreel bir kafayla yazılmış söylenmiş olduğunu düşünüyor (inanmak istiyor) ve çok severek dinliyorum..
  • universite yillarimizda kankamla sabahlara kadar bira esliginde cevirip cevirip dinledigimiz -en azindan bizim icin- anlamli sarki. o zamanlar bira icerdim simdiyse sadece kahve.

    (bkz: yaslaniyoruz galiba)
  • sözlerini de yazayım tam olsun

    seni düşünüyorum bu gece gene
    benden kurtulmasını bilirsin diye
    bunca güzellik varsa çevrede
    tüm geceki dostum yine bira ve kahve
    uzun bir yoldan sonra unuturdum
    bir gün belki seni tekrar görürdüm
    beyaz pantolonunu okşamak için
    tokadını bile yiyebilirdim
    hüzünlü bir şarkı söylüyorum yine
    beni üzmesini bilirsin diye
    birkaç fotograf yolladın gizlice
    tüm geceki dostum yine bira ve kahve
    bazen benim olmasanda
    bazen bana bakmasanda sen hep yanımdasın
  • kahvenin avrupaya gelmesi ile beraber avrupa toplumunda yapılmaya başlanmış karşılaştırmadır. o günlerde, avrupalı insanlar sabahları bira çorbası içerler, çalışırken sürekli bira tüketirler ve akşamları da birahanelerden sürünerek çıkarlarmış*. kahvenin tanınması ve tüketilmesi ile beraber, insanlar daha önce bira içtikleri zamanlarda kahve tüketmeye başlamış ve bunun güzelliğinin farkına varmışlardır. öyle ki, sabahları bira yerine içilen sert bir kahve, hem bünyeyi mutlu ederken hem de iş yapacak bireyi uyuşturmak yerine uyarıp daha sağlıklı çalışmasını sağlamaktaymış. dolayısıyla biranın bir kenara bırakılıp kahve tüketiminin artması ile sanayi devrimi denen olay hız kazanmıştır.
    (bkz: keyif verici maddelerin tarihi)
  • bana ergenligimi hatirlatan grizu sarkisi. 15-16 yasimizdayken beyoglunda klan diye bi kafe vardi, simdi iceri adimimi atar miyim bilmem, ama o kafe en sevdigimiz yerdi. her cuma okul cikisi giderdik, haftasonlari ugramadan edemedik, saatlerce oturur, bayila bayila bildigimiz nescafe icerdik. ilk orada duymustum bu sarkiyi, sonra da hep orada dinlemistim. yillar sonra az once aklima tekrar geldi, actim youtube'dan dinliyorum, o zamanlar kimleri dusunerek dinlerdim bilmiyorum ama su an bu sarkiyi en cok dinleyip, en cok soyledigim, en eski dostlarimdan birini dusunuyorum, tabii ki ona da yolladim, ahh yaslaniyoruz..
  • suedei andıran vokaliyle grizunun ilk albumunden bir şarkı. gayet güzel ve hüzünlü bir şarkı olmasına karşın anlayamadığım bira ve kahve nasıl beraber içilir. biri gevşetir öbürü uyandırır. biri sıcak öbürü soğuk, dişlere bile zararlı yani. bence olması gereken sigara ve (bira veya kahve) olmalıydı ama kafiye faktörü herhalde. bağlaçlı bir diğer grizu şarkısı için (bkz: kan ve para)
hesabın var mı? giriş yap