• (i. bölüm)

    ıı. bölüm: ahlak meselesi, “bunlar felsefe” zırvası, taslaman’ın “boşlukların tanrısı” savunması

    geçelim taslaman'ın söz konusu programda ve bazı diğer videolarda dile getirdiği iddialara, safsatalara. sözlük'teki arkadaşlar bazı safsataları etraflıca çürütmüşler zaten - bu yüzden tekrara düşmemek adına "evren rasyoneldir", "multiverse bilimsel bir kuram değildir", "evrenin hassas ayarları vardır"* zırvalarını es geçiyorum.

    ahlak konusunda ortaya şöyle bir soru atıyor: “küçük çocuklara tecavüz edilmesinin kötü bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?”

    kerem cankoçak bu konuda felsefeye gerek duyulmadığını, evrimden, hormonlardan ve ayna nöronlarından bahsederek biyolojinin bu soruyu yanıtlayabileceğini (yanıtladığını değil, yanıtlayabileceğini) savunuyor. elinden oyuncağı (felsefe) alınan taslaman elbette bunu kabul etmiyor ve kendi başlattığı "ahlak" tartışmasını "iyi vs kötü" karşılaştırmasına kaydırıyor. adam bildiğin hile yapıyor.

    şu videonun yaklaşık 7. dakikasından itibaren başlattığı konuşmaya dikkat edin. söze nasıl başlıyor?
    - önce "biraz bilim dışına çıkıp, felsefe takılalım - bilimin alanında olmayan konulara bakalım" diyor.
    - sonra, "bu arzularımız niye var? ahlak niçin var?" gibi soruların işte bu bilimin alanının dışına çıktığını, felsefeye girdiğini savunuyor.
    - cankoçak'ın müdahalesinden sonra ise, "ahlakın nasıl çıktığı ayrıdır, bir şey iyi veya kötüdür demek ayrıdır. siz insanlar neden ahlaklıdır sorusuna cevap verdiniz deminden beri. benim sorduğum soru bu değildi!" diyerek resmen kendisiyle çelişiyor.

    neyse, biz yine de bu konu hakkında sorduğu sorulara geçelim. caner taslaman'ın dediği gibi ahlak anlayışı, "iyi vs kötü" veyahut empati gibi kavramlar gerçekten de bilimle, biyolojiyle, evrimle açıklanamaz kadar "felsefik" kavramlar mı? müsade edin, bu noktada şu sayfada yazılanların özetini geçeyim: http://greatergood.berkeley.edu/…olution_of_empathy

    hayvanlarla yapılan birkaç deneyden ve bu deneylere tabi tutulan hayvanların duygusal tepkilerinden bahsediliyor. şöyle ki:
    - karşısındaki insanın üzüldüğünü veya ağladığını görüp de sanki onu teselli etmeye çalışıyormuş gibi hareketlerde bulunan evcil hayvanlar;
    - yemeğe ulaşmak için çektikleri zincirin hareketiyle arkadaşlarına elektrik çarptığını gören rhesus maymunlarının yemekten vazgeçmeleri, yani arkadaşları uğruna ve açlık pahasına bir fedakarlıkta bulunmaları;
    - oyunu bırakıp çatıdan aşağı inmesi istenen inatçı bir şempanzenin bu ricaya ancak sahibinin üzülmüş rolü yapmasıyla karşılık vermesi, yani kendisini karşısındakinin yerine koyması;
    - yaralı bir kuşu güvenli bir yere götürmeye çalışan, uçup kaçamadığını gören bir bonobonun kuşun güvenliğinden emin oluncaya dek başında nöbet tutması.

    "bu kadar deney yetmez" diyorsanız, frans de waal videolarını da ayrıca tavsiye ederim.

    şimdi, buradan çıkartılacak sonuç zor olmasa gerek: ahlak ve empati insanlara özgü olgular değil. dolayısıyla bunların evrimsel açıklamaları olması da işten bile değil. nedir mesela bu evrimsel açıklamalar?

    1) çocuklarımıza son derece duyarlı bir şekilde yaklaşıyoruz ki, üreme güdülerimizin meyveleri olan bu varlıkların doğada hayatta kalabilmelerini, başka bir deyişle, türümüzün devamını sağlayabilelim.
    2) "yardımlaşma", türümüzün selameti için son derece önemli. bu yüzden kendileriyle işbirliği içinde olduğumuz grubumuzun üyelerinin sağlıklı ve becerikli olmalarına da ister istemez katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

    buradan yola çıkarak da şu sonuca varabiliriz: empati duygularını geliştirmiş türlerin veya tür içindeki grupların, bu duyguları geliştirmemiş türlerle veya gruplarla kıyaslandığında, hayatta kalmaları daha olası. çocuğunun veya grup üyesinin zor durumda olduğunu görüp de onu kurtarmaya giden bir maymun türünü düşünün. şimdi de bu zor durum karşısında duyarsız kalıp çocuğunun ölmesine izin veren bir maymun türünü düşünün: hangisinin başarılı bir evrim sürecinden geçerek ayakta kalıp günümüze kadar gelmiş olması daha olası? elbette ki birinci tür. işte tam da bu yüzden, yani, empati duygusu gelişmiş varlıkların ayakta kalmayı becerip üremeye devam edebildikleri için (doğal seleksiyon), bu varlıkların üremesi sonucu ortaya çıkmış bizlerin de empati duygusu gelişmiş varlıklar olması da çok ama çok doğal.

    kendi türümüz veya çocuklarımız dışındaki, başka bir deyişle, kendi çıkarımızla pek alakaları olmayan varlıklara karşı empatik yaklaşımımız da bundan kaynaklanıyor olabilir. mesela, taslaman'ın sorduğu gibi "çocuklara tecavüz etmek neden yanlış”? çünkü bizler empati duyguları gelişmiş varlıklarız. bu empatiyi sırf kendi çocuklarımıza değil, içimizdeki zayıf olanı, korumaya muhtaç olanı koruma güdüsü sayesinde, aynı zamanda başka çocuklara veya başka korumaya muhtaç canlılara da uygulayabiliyoruz. burada ayrıca cankoçak’ın da değindiği “ayna nöronlar” gerçeği devreye giriyor. araştırmalara göre beynimizdeki bu nöronlar, hem karşımızdakini taklit ettirecek, hem de karşımızdakinin acısını veya sevincini hissettirecek şekilde aktif hale gelmek üzere gelişmiş.

    yalnız, şuraya bir ara not düşelim. deminden beri “çocuklara tecavüz etmek yanlıştır” diyoruz ya… bu elbette herkes için geçerli olmuyor. evet, benim ahlak anlayışıma göre çocuklara tecavüz kötüdür. ama benim ahlak anlayışıma göre mesela (hazır küçük çocuklardan bahsetmişken) 9 yaşındaki kızı nikahına almak, veya, ne bileyim, savaş esiri kadınların erkeklere helal kılınması veya cariyelik ve kölelik müesseseleri de ahlak anlayışıma göre kötüdür. ama bir zamanların toplumlarında ve hatta günümüzdeki bazı "geri kalmış" olarak nitelendirilen toplumlarda dahi bu konularda ahlak açısından bir beis görülmüyor. bu eski zaman toplumlarının ahlak anlayışı hiçbir değişikliğe uğramayıp, evrimleşmeyip hayatta kalmayı başararak günümüze kadar gelmiş olsaydı, veya, somutlaştıralım, eğer sen 7. yüzyılda arabistan çöllerinde yaşamış olsaydın, savaş esiri kadınların helal kılınması, cariyelik ve kölelik müesseseleri, küçük yaştaki kız çocuklarıyla kıyılan nikahlar çok büyük ihtimalle senin de ahlak anlayışına ters düşmeceyecekti (aslında zamanda yolculuğa da gerek yok: günümüz arabistan, afganistan gibi ülkelerde “çocuk gelin” gerçeği ne güne duruyor? suriyeli mülteci kamplarında arap şeyhleri tarafından ailelerinden koparılıp götürülen binlerce kızçocuğu ne güne duruyor?).

    “nazi almanyası” örneği de aynı şekilde değerlendirilmeli. taslaman diyor ki (hatırladığım kadarıyla), "demek ki heissenberg başarılı olmuş, almanya da atom bombasıyla savaştan galip çıkmış olsaydı, size göre yahudilere, çingenelere yaptıkları doğru olacaktı". birader, yahudilere yapılanlar 1945 öncesinde zaten birçok avrupalı tarafından "doğru" adlediliyordu. hollywood sizi yanıltmasın: almanya, hollanda, belçika, danimarka gibi ülkelerde halkın önemli bir kesimi olayları ya görmezden geliyor, ya da yahudilere yapılan zulme bir şekilde katkıda bulunuyordu. ya onu bırak, ermeni soykırımından “galip” çıkmış kendi memleketinde hala “soykırım yapmışsak da hak etmişlerdir, asıl topunu kesmediğimiz hata!” diye böğürenler var.

    fazla uzatmayalım: insanlardaki ahlak anlayışının gelişiminin açıklaması için ayrıca, zamanınız olduğunda, şu entry’ye de bir göz atmanızı rica edeceğim (bkz: kötülük problemi/#29536348).

    şunun özellikle altını çizeyim: ben burada “ahlak ve vicdan konusunda bilim her şeyi çözdü” iddiasında asla ama asla bulunmuyorum. 3-4 sene önce bana bu konuyu sorsaydınız “ayna nöronlar”, 7-8 sene önce ise frans de waal hakkında hiçbir şey bilmiyor olacak, dolayısıyla size böylesine kapsamlı bir cevap veremeyecektim. veya belki de 3-4 sene sonra bilim insanları bu ayna nöronlar hakkındaki tezlere artık itimat edilmemesi gerektiği kanısına varabilirler. lakin bunların hiç önemi yok. buradaki maksat sadece caner taslaman’ın zırvalarını çürütmektir. taslaman, “bilim, evrenin rasyonalitesini açıklayamıyor” ve “multiverse kavramı bilimsel değildir” zırvalarında olduğu gibi, ahlak konusunda da aynı safsataya sarılıyor: “bilim açıklayamaz, bunlar felsefedir, benim alanımdır”. halbuki, yukarıda görüleceği üzere, bilim bu tür kavramları da açıklayabilir. tekrar ediyorum: “bilim her şeyi açıkladı” demiyorum, “açıklayabilir” diyorum. yani bu konuda taslaman’ın dediğinin aksine, sırf felsefeye bel bağlamaya gerek yok.

    ve geleliyoruz zurnanın zırt dediği yere: “boşlukların tanrısı” kavramına. güler misiniz, ağlar mısınız, bu konuda taslaman’ın şöyle bir iddiası var:
    ---- alıntı ----
    “boşlukların tanrısı” yaklaşımlarını ileri sürenler, teistlerin tanrı’nın varlığı konusundaki yegane dayanaklarının evren ve canlılar konusunda bilinmeyen hususlar olduğunu, bu bilinmeyen boşlukları tanrı ile doldurduklarını, dolayısıyla boşluk kalmazsa tanrı’ya gerek kalmayacağını düşünmektedirler. gerçekten de bazı teistler, “bak kalbin nasıl attığını bilmiyoruz, demek ki tanrı kalbi yapmış” veya “yıldızların ışığının nasıl üretildiğini bilmiyoruz, demek ki tanrı yıldızları yapmış” gibi yaklaşımlar göstermişlerdir. fakat tanrı’nın varlığıyla ilgili argümanlar ileri süren günümüz teist felsefecilerinin ve teologların hemen hiçbiri “boşlukların tanrısı” yaklaşımlarını benimsememektedirler. günümüzde ileri sürülen kozmolojik delillerin veya tasarım delillerinin hepsi modern bilimin sunduğu verilere dayandırılmaktadır; evren konusundaki cehaletimize değil.
    ---- alıntı ----

    işte bu safsatanın dik alasıdır birader. “evrenin rasyonalitesi”, “multiverse kavramı” ve “ahlak anlayışı” örneklerinde de tanık olduğumuz üzere, taslaman tanrı kuramını t-a-m-a-m-e-n bilimin sözde sunamadığı verilere, yani evren ve biyoloji konusundaki cehaletimize, yani bilimin sözde bıraktığı bir boşluğa dayandırıyor. “bunlar felsefe alanına, yani benim alanıma giren şeyler! beni alanımla başbaşa bırakır mısınız?!” gibi süslü zırvalarla da bunu aklınca kamufle etmeye çalışıyor. bir de verdiği “kötü örnekler”in basitliğine bakar mısınız lütfen? bazıları şunları diyormuş: “kalbin nasıl attığını bilmiyoruz, demek ki tanrı kalbi yapmış”, “yıldızların ışığının nasıl üretildiğini bilmiyoruz, demek ki tanrı yıldızları yapmış” – lan zaten, doğru dürüst eğitim görmemiş garibanlar hariç, bunları diyebilecek kadar ahmak biriyle selamı sabahı keserim lan ben. çevremdeki kimse de demiyor zaten. hayali bir senaryo üzerinden kendini “ben onlardan değilim!” şeklinde pohpohlamak da neymiş öyle? sonra da başkalarına “straw man”ler hakkında fırça atmaya kalkmaz mı..? oha birader.

    bölümün özeti: “bunlar felsefedir, benim alanımdır, siz de biraz felsefe öğrenseymişsiniz keşke” gibi süslü zırvalarına kanmayınız – bilimin pekala açıklayabileceği konuları kafasına göre “açıklanamaz” kılan taslaman, “boşlukların tanrısı”nı savunuyor.

    not: dikkat edin, taslaman gibi tipler her daim karşılarındaki ateistlerden her şeyi ama her şeyi ama her şeyi ama her şeyi bilimsel anlamda açıklamalarını talep ederler, ama sıra kendilerine geldiğinde işi hemen “bunlar felsefe”ye vururlar, ki, inançlarını açıklamak zorunluluğundan kurtulabilsinler. akıllarınca...

    --
    - imla

    ---
    *eleştiri mesajı üzerine düzeltme:
    orada haksiz oldugumu degil, ama yanlis cumle kurdugumu kabul ediyorum. "hassas ayarlar hakkinda zirvaladiklari..." daha dogru olurmus. (zira, zirvaliyor, ondan bir suphem yok.) kestirip atmisim.

    (iii. bölüm)
  • (ii. bölüm)

    ııı. bölüm – kuran’daki “mucizeler”, taslaman’ın kendisini allah’ın yerine koyması, allah ile taslaman arasında tercih yapmak

    cankoçak’lı programı izlemeden evvel ayrıca şöyle bir şeyler de yazacaktım:
    taslaman gibi inançlarını “modern bilimin verilerine” dayandırdıkları iddiasında bulunan (ki, bu iddia doğru değil, bunun için bkz. ıı. bölüm) din apolojistlerinin işi, bilimi pek kafaya takmayan dindarlarınkisine göre aslında çok daha zordur. zira, modern bilimin yöntemlerini tamamen özümsemiş (veya özümsedikleri iddiasında olan) insanların, hayatta benimsedikleri teorilerin, tezlerin ve inançların da bu modern bilimin yöntemlerine tabi tutularak sınanmasını kabul etme sorumlulukları vardır. söz gelimi, eğer ben, modern bilim yöntemlerini özümsediğini iddia eden biri olarak, evrim teorisini gerçek olarak kabul ediyorsam, bunun sebebini merak eden birine yaptığım açıklamayı da bu modern bilim yöntemlerine dayandırmak zorundayım. veya, kolaylaştıralım, alev almış içi yağ dolu bir tencereyi söndürmek için su dökmek yerine, oksijen temasını kesmek üzere alevlerin üzerini kapakla veya bezle örtmeyi tercih etmem de aynı şekilde modern bilim yöntemlerine dayanmaktadır. epileptik bir hastanın tedavisi için cinci hoca yerine diplomalı bir hekimi tercih etmem de aynı şekilde modern bilim yöntemlerine dayanmaktadır.

    ve yine aynı sebepten ötürü, astroloji, homeopati, dünyayı ziyaret eden ufolar vb. gibi, modern bilim yöntemleriyle desteklenmeyen fenomenlere itimat etmiyorum. dikkat edin: “bunların topu yanlıştır” demiyorum – sadece modern bilim yöntemleriyle desteklenmedikleri için hayat görüşüme dahil etmiyorum, edemiyorum. mesela astrolojinin doğru olduğunu kanıtlayabilmem için elimde ikna edici bir araç olmalı. “doğrudur, çünkü ben öyle hissediyorum” diyemem, zira böyle bir davranış, modern bilim yöntemlerini özümsediğim iddiasıyla çatışır.

    tanrı inancı ve dini de aynı kefeye koyuyorum: eğer modern bilim yöntemlerini özümsediğin iddiasında bulunuyorsan, tutarlılık ve entelektüel fair play adına, tanrı inancının da, din tercihinin de bu modern bilimin yöntemlerine tabi tutularak sınanmasını kabul etmek zorundasın. tanrı inancının bilimsel temelleri nedir? din tercihinin bilimsel temelleri nedir? hangi modern bilim yöntemleriyle destekliyorsun? hadi varsayalım ki multiverse konusunda gerçekten de haklı olan sensin, multiverse kavramı bilimsel falan değil (varsayıyoruz!) ve bu yüzden sen de buna “inanan” bilim insanlarıyla dalga geçmekte haklısın: peki bu durumda senin tanrı inancını multiverse kavramından farklı kılan nedir? mesela, neden 2-3 veya yüzlerce tanrı değil de, tek tanrıya inanıyorsun? veya bu evren neden bizden çok daha üstün bir zeka formunun osurmasıyla değil de, senin tanrının kudretiyle oluşmus olsun? (gerçi şöyle bir şey de var, alakalı olabilir: bkz. ölünce üstün yaşam formu ile karşılaşan dindar)

    hadi kabul, tek tanrıyı da mantıklaştırmayı, modern bilim yöntemleriyle bir şekilde gerekçelendirmeyi başardın diyelim (yine varsayıyoruz!): peki neden allah? neden islam? bunun gerekçeleri nelerdir? 1500 yıl önce çölde bir mağarada tek başınayken vahiy aldığını iddia edip, vahiyle aktarılan ayetlerin anca ölümünden 20-30 yıl sonra kaleme alınmış bir adama, diğer tüm olası mantıklı senaryoları eleyip, harfi harfine inanmanın modern bilimsel gerekçeleri nelerdir? veya dindar ağızlara peleşenk olmuş koskoca francis collins gibi bir bilim insanının evanjelist dinini, veya plantinga’nın hristiyan (artık hangi mehzepse) dinini değil de, uluslararası alanda tek bir makalesi bile bulunmayan taslaman’ın dinini tercih etmenin modern bilimsel gerekçeleri ne olabilir?

    işte taslaman’ı daha detaylı bir şekilde araştırmadan önce bu tür soruları soracaktım. araştırdıktan sonra ise bu soruların çok naif kaçtığının farkına vardım. zira, taslaman din tercihini bildiğin “kuran’daki bilim mucizeleri”ne dayandırıyor. adamın adnan oktar’dan, çelakıl’dan hiçbir farkı yokmuş meğersem.

    neyse, madem “kuran’daki bilim mucizeleri!”ne sarılıyor, biz de bir göz atalım şu mucizelere. teker teker.

    ama önce şuradan başlayalım. taslaman’ın sık sık tekrarladığı bir şey var: “bilim söz konusu olduğunda kuran süreç hakkında detay vermez, direkt sonucu belirtir”. örneğin bir programda (linkini kaybettim, af buyurun) evrim ile kuran’ın çelişmediğini açıklamaya çalışırken, daha doğrusu, adem ile havva hakkındaki soruları yanıtlamaktan kaçınırken, bu tür bir savunmaya başvuruyor. hatta “bilmiyorum, merak da etmiyorum” diye baştan savıyor.

    ama sanırım kuran, sadece taslaman’ın işine gelmediği zamanlarda detaylara girmiyor, işine geldiğinde ise bal gibi giriyor. örneğin şu videoda taslaman diyor ki: “kuran ana rahmindeki aşamalara atıflar yapıyor”. kastettiği ayetler şunlar:

    -----
    andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.
    sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik.
    sonra nutfeyi alaka yaptık. peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. yapıpyaratanların en güzeli olan allah pek yücedir.
    -----
    müminun 12-14

    e bu bal gibi de “süreç”, bal gibi de “detay” sayılmaz mı? sayın taslaman bu çelişkiyi nasıl izah etmeyi düşünüyor?

    neyse, içeriğe geçelim, yani taslaman’ın “kuran’ın mucizeleri” diye pazarladığı zırvalara.

    1. mucize iddiası: kuran’ın anne rahmindeki süreç hakkında söyledikleri.

    kesinlikle zırva. yukarıda alıntıladığım ayetlerde “mucizevi” diye nitelendirilebilecek tek bir kelam yok. bebeklerin doğuşuna tanıklık etmiş herhangi biri de bunları size anlatabilirdi. 1400 değil, 3000 yıl önce yaşamış birini düşünün: etrafındaki kadınlarda arada sırada karınlarının şişmeye başladığını, birkaç ay sonra da bu karınlardan bebeklerin çıktığını fark ediyor. bu karın şişmesinin her nedense hep erkeklerin uzuvlarından çıkan bir sıvının kadınların ayıp bölgesine girip yerleşmesini sağlayan ilişkilerden sonra cereyan ettiğini görüyor. demek ki bu 9 aylık süreçlerde kadınların o şişen “karargah”ların içinde ilginç bir şeyler oluyor ki, neticesinde eti budu kemiği yerinde yepisyeni insancıklar çıkıyor oradan. yukarıda alıntıladığım ayetler bu herkesin yapabileceği tespitlerin şiirsel bir betimlemesinden öteye gitmemektedir. ki, modern bilimde embriyonun gelişme sürecine dair “önce et parçacığı, sonra kemikler, sonra kemikleri kaplayan et” diye bir sıralama da yapılmıyor.

    sahi, bu “nutfe” nereden geliyormus kuran'a gore? tarık 6. ve 7. ayete bakalım: "o, erkek ve kadının beli ile kaburga kemikleri arasından atılagelen bir sudan yaratılmıştır."

    evet, kuran’a göre “atılagelen su”, erkeklerin ve kadınların bel ile kaburga kemikleri arasından çıkıyor. oysa modern bilime göre bu “atılagelen su” testislerde üretiliyor. peki bu yanlış bilgi kuran’a nasıl girmiş olabilir? tesadüfe bakar mısınız: kuran’dan 1000 yıl önce yaşamış hipokrat, galen, aristoteles gibi yunanlılar da doğum, embriyoloji, meni gibi konular üzerine kafa yormuş ve hatta kuran’a nazaran çok daha detaylı ve, modern bilimin bize öğrettikleri olmasa, kuran’da yazılanlardan bin kat daha “mucizevi” diye nitelendirebileceğimiz çıkarımlar yapmışlar. onlara göre meni hem erkekler, hem de kadınlar tarafından üretiliyor ve bu meni cinsel organlara gelene kadar vucüt içinde adeta, omurga kemiği üzerinden, bir yolculuk yapıyor.
    bkz. http://www.stanford.edu/…lebodypages/genitalia.html
    bkz. http://books.google.com/…s%20semen%20spinal&f=false

    embriyolojik gelişim konusunda da aynı şekilde kuran ile antik çağ hekimleri ve düşünürleri arasında benzerlikler bulmak mümkün. yani eğer muhammed peygamber ise, aristoteles ondan 1000 kat daha peygamber.

    - mucizeler konusunda bundan sonra şu sayfadan alıntı yapacağım: http://www.canertaslaman.com/…ani-ahenksel-teoloji/ -

    2. mucize iddiası: enbiya 30. ayet big bang’e atıfta bulunuyor.

    kesinlikle zırva. ama burada zırvadan da öte bir durum söz konusu: taslaman açık açık allah’ın ayetini çarpıtıyor! bak sevgili okur, burayı dikkatlice oku: taslaman (taslaman), allah’ın (allah’ın), ayetini (ayetini), çar-pı-tı-yor (çar-pı-tı-yor). bitti mi? bitmedi! taslaman, ayetin çarpıtılmış halini de çarpıtıyor. yani ortada çifte çarpıtma var. açıklayayım:

    taslaman sayfasında ayeti okurlarına şu şekilde aktarıyor: “inkârcılar, evren ve yer birbirleriyle bitişikken onları ayırdığımızı, ayrıca her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? yine de onlar inanmayacaklar mı?”

    yani taslaman’a göre ayet, “evren”den bahsediyor. oysa benim baktığım hiçbir mealde “evren” kelimesi geçmiyor. ayetin 13 farklı türkçe meali için şuradan buyurun: http://www.agnostik.org/…da-ara.php?sure=21&ayet=30 . hepsi (günümüzde anladığımız şekildeki) evren yerine, her insanın yukarıya baktığında görebileceği “gök” veya “sema” kelimelerini tercih etmiş (ki, arapçada da zaten “as sama” diye geçiyor – “evren”’in arapçası ise “el kavn” veya “el feza”).
    şurada da 6 farklı ingilizce meali var: http://quran.com/21/30 (soldaki menüden istediğiniz meali işaretliyorsunuz). burada da hiçbirinde “universe” kelimesi değil, hepsinde “heavens” kelimesi tercih edilmiş.

    peki taslaman ne hakla “evren” kelimesini tercih ediyor? veya, “hak” konusunu geçelim: evren kelimesini tercih etmesinin “mantığı” nedir? modern bilimsel yöntemlerle açıklayabilir mi? yoksa burada bir şark kurnazlığı mı söz konusu acaba? hadi, modern bilim yöntemlerini de geçtik: enbiya 30. ayetten sadece 1 ayet sonra, 32. ayette allah’ın o aynı “as sama”yı “koruyucu bir tavan” olarak yarattığını nasıl açıklayacağız? 30. ayette allah “evren”den bahsedecek, 32. ayette ise bu “evren”i koruyucu bir tavan sayacak? hadi bakalım, ayıkla pirincin taşını!

    (ki, "evren" yerine çeviride "gökler"i tercih etmek kuran'ın birçok ayetinde "gökler" ve "yeryüzü" (veya "yerküre") arasında yapılan bariz ayrımla da uyumludur. aksi takdirde, yani eğer "gökler"den kasıt "evren" ise, allah yerküreyi evrenden ayırarak, bilimle çelişiyor demektir.)

    bitti mi? bitmedi! hadi “evren” kelimesini de kabul ettik diyelim (etmedik tabi, yine varsayıyoruz): taslaman bu ayetin big bang ile uyuştuğunu iddia edecek kadar bilgisiz olabilir mi gerçekten? bu ayete göre “evren” ve yeryüzünün varlığı patlamadan (“ayırma”dan) önce gelmektedir ve bu tüm bilimsel teorilerle ters düşen bir iddiadır, sayın taslamanım, cancağızım. işin doğrusu, büyük patlama yaklaşık 13.7 milyar yıl önce vuku bulmuş, evren de bu patlamanın hemen sonrasına (0 - 10^–43 saniye arasına) tekabül eden planck zamanında doğmuş iken, dünya, yani yeryüzümüz yaklaşık 4.5 milyar önce, yani büyük patlama'dan yaklaşık 9 milyar yıl sonra oluşmaya başlamıştır. bunları sana ben mi öğreteceğim? ayıp, vallahi ayıp.

    haaaa, ama bir dakika, bir dakika! bunun da bir açıklaması varmış! sıra geldi çarpıtmanın çarpıtmasına! taslaman, ayeti alıntılarken ne yazıyor? “evren ve yer birbirleriyle bitişikken...” yazıyor. peki, çarpıttığı ayeti yorumlarken ne yazıyor? “enbiya suresi’nin 30. ayetinde, ‘her şeyin bitişik iken ayrıldığı’ söylenerek, big bang teorisiyle ortaya konan evren modeline işaret edilmektedir.”

    ayette “yer ve gökler” değil, veya “yer ve evren” bile değil – “her şey bitişik iken ayrıldı” diye yazıyormuş! yahu, biri bana lütfen açıklasın: taslaman'ın burada yaptığı kocaman bir günah değil mi? ayette yazmayanı yazıyormuş gibi pazarlamak, allah’ın işini elinden alıp, kendini allah’ın yerine koymak değil midir bu? ne yapıyorsun sen kardeş? iyi misin? ne yaptığının farkında mısın?

    bitti mi? bitmedi! taslaman, ayeti çarpıtarak alıntılamakla, çarpık alıntıyı çarpıtarak yorumlamakla (yani kendini allah’ın yerine koymakla) kalmıyor, tarih hakkında da kocaman bir yal... yln... yla.. (gg olabilir) “doğru olmayan bir şey” atıyor ortaya. veyahut, tarih konusunda son derece bilgisiz. (hangisi daha vahim, bunun cevabını kendisine bırakıyorum.) taslaman aynı yazıda diyor ki: "kuran’dan önceki hiçbir kaynakta, böylesine açık bir açıklamaya rastlanamaz."

    tekrarlayalım: taslaman’a göre, kuran’dan önceki hiçbir kaynakta, enbiya 30. ayetteki açıklamaya rastlamak mümkün değilmiş. biz yine de bir deneyelim bakalım:

    - sümer efsanesinde gök ve yeryüzünü ayıran enlil: http://historel.tripod.com/orient/03mesop.htm

    - babil efsanesinde tiamat’ın vücudunu ikiye bölerek gökleri ve yeryüzünü yaratan marduk: http://historel.tripod.com/orient/03mesop.htm

    - mısır mitolojisinde gök tanrıçası nut ve yer tanrısı geb'i, ra'ın emriyle birbirinden ayıran shu: http://ancientegyptonline.co.uk/geb.html

    - teee kıtalar ötesi çin mitolojisinde yin (yer) ve yang (gök)'ü ayıran pangu: https://en.wikipedia.org/wiki/pangu

    - teee okyanuslar ötesi maori mitolojisinde rangi (gök baba) ve papa (yer ana)'nın ayrılışı: https://en.wikipedia.org/wiki/rangi_and_papa

    demek ki neymiş? yer ve göklerin başlangıçta bitişik olduğu düşüncesi, islam’a özgü bir şey değilmiş. taslaman da bu konuda, ayeti çarpıtması ve çarpıttığı ayetin yorumunu da çarpıtmasının yanı sıra, ya bilgisizmiş, ya da yallllll... “doğruyu söylemiyor”muş.

    bu arada bakın hac suresi 65. ayette ne buldum: "buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü o’nun tuttuğunu görmez misin?"
    bir de bakın pangu hakkında ne buldum: “to keep them separated, pangu stood between them and pushed up the sky.”

    demek istediğim şu: diğer mitolojilerde olduğu gibi, kuran’daki ayetlerde kastedilenin de, farklı galaksilere, kara deliklere, karanlık maddeye, karanlık enerjiye vs. ev sahipliği yapan “evren” yerine, 7. yüzyıl insanın yukarıya baktığında gördüğü gökler veya sema ve yere baktığında gördüğü yeryüzü olduğu – ayrıca, “ayırmak” kelimesiyle ise, yine diğer mitolojilerde olduğu gibi, gerçekten fiili bir ayırma işleminin kastedilmesi işten bile değil. olaya hem bilimsel, hem tarihsel, hem de mantıksal açıdan bakınca (ki, yukarıda yaptık bunu), insan gerçekten de başka bir sonuca varamıyor.

    isterseniz bu paragrafı özetleyelim: bu ayet ile big bang arasında ilişki kurmak için ciddi bir şekilde ama çok ciddi bir şekilde (kabız olmuşcasına) ıkınmak ve hatta ayetin kendisini çarpıtmak, sonra bir daha çarpıtmak (kendini allah’ın yerine koymak) ve hatta din tarihi konusunda ya bilgisiz olmak ya da “doğruyu söylememek” gerekiyor.

    3. mucize iddiası: fussilet 11. ayet evrenin başlangıcındaki “gaz evresi”ne işaret ediyor

    cevap: yukarıdaki zırvayla büyük benzerlikler taşıyan bir başka zırva. önce yine çarpıtmayı ele alalım: taslaman’dan başka, “as sama” tabirini “evren” diye çeviren başka biri yok: http://www.agnostik.org/…da-ara.php?sure=41&ayet=11 & http://quran.com/41/11

    hatta, çok komik bir şey diyeceğim (ben yazarken çok güldüm, umarım siz de hoşlanırsınız): sözlük’te caner taslaman’ın çok büyük bir hayranı hatta kendisini yakından tanıdığından şüphelendiğim bir yazar var. nick’i and justice erol. fussilet suresi hakkında o da bir yorumda bulunmuş (bkz: #20953745) (yedekleyelim). bu taslaman hayranına göre söz konusu ayetler “evren”e değil, dünyanın “atmosfer”ine işaret ediyor. zira, 12. ayette “7 gökten” bahsediliyor ve buradan da kasıt atmosferin “7 tabakası”ndan başka bir şey olamaz, öyle değil mi? taslamanım cancağızım? sen ne diyorsun bu konuda? istersen ben aradan çekileyim, seni bu konuda hayranınla başbaşa bırakayım, ne dersin?

    ya, yok be, ne çekilmesi? ne güzel eğleniyorum işte. her iki iddiayı da bilimsel açıdan ele alacağım: hiçbir bilimsel kaynakta atmosferin veya “göğün” 7 katmandan oluştuğuna dair bir veri bulamazsınız. hep 5 adet “ana katman” ve 4-5 adet ek katmandan bahsedilir (tam sayıyı bilmiyorum, git kendin araştır). atmosferle ilgili “7 katman”dan bahseden tek bir ciddi kaynak bu-la-maz-sın. ha, pardon, unutuyordum: “7 adet katman”dan bahseden kaynaklar da yok değil elbet, ama orada durum sandığından biraz farklı olabilir. batlamyus’un günümüzde artık kıçımızla güldüğümüz yedi katlı evren modelini ve bu modelin uzunca bir süre boyunca dünyada doğru olarak kabul edildiğini duymuşsundur..? aa, tesadüfe bakın ki, karşımıza yine bir antik çağ yunanlısı çıktı! çok mübarek bir millet olmuş olsa gerek şu yunanlılar.

    geçelim taslaman’ın iddiasına. diyor ki: “kur’an’dan, evren’in ve dünyamızın, şu anki haline dönüşmeden önce bir ‘gaz evresi’ geçirdiğini anlıyoruz. evren, başlangıcın ilk aşamalarında, çoğunluk maddesi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bir ‘gaz evresi’ geçirmiştir. "
    vallaa, yalan değil, başlangıçta gerçekten bir gaz evresi olmuş olmasına da... birincisi (tekrar olacak), herkesin “duman” ve “smoke” veya “vapor” diye çevirdiğini, bu adam niye “gaz” diye çeviriyor? ne kadar kolaymış lan bu tefsir işi: “ben yaptım oldu!”

    neyse, orasını da geçtik (birçok şeyi geçiyoruz işte böyle), “gaz”ı doğru kabul ettik. fussilet 11. ayette ne yazıyordu? “sonra duman (gaz?) halinde olan göğe (evrene?) yöneldi, ona ve yerküreye: isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. ikisi de ‘isteyerek geldik’ dediler.”
    ayet hangi kelimeyle başlıyormuş? “sonra” kelimesiyle. bu ne demek oluyor? bu ayetin bir bağlamı var! o zaman haydi bu ayeti bağlamanında değerlendirelim çocuklar!

    “10 - o, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
    11 - sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. ikisi de ‘isteyerek geldik’ dediler.
    12 - böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. işte bu, azîz, alîm allah’ın takdiridir.”

    allah, “duman halinde olan göğe” ne zaman yönelmiş? yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdikten, oraya bereketler ve gıdalar yarattıktan sonra! peki taslaman ne yazıyor?
    “evren’in ve dünyamızın, şu anki haline dönüşmeden önce bir ‘gaz evresi’ geçirdiğini anlıyoruz.
    “evren, başlangıcın ilk aşamalarında, çoğunluk maddesi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bir ‘gaz evresi’ geçirmiştir.
    “diğer atomlar, başlangıçtaki bu gazların çekim gücü etkisiyle sıkışması sonucu oluşan yıldızların içindeki süreçlerle oluşmuştur.”

    kronoloji konusunda allah ile taslaman arasında bir anlaşmazlık mı var acaba, nedir? olmuyor böyle taslamanım, süpermanım. insanları allah ile kendin arasında bir tercih yapmaya zorlayamazsın, bu vicdansızlıktır beaaa. burada o kadar dindar hayranın var. bildiğin sophie’s choice yaşatıyorsun onlara yahu. ayıptır, günahtır. evet, kelimenin tam anlamıyla gü-nah-tır. bilmem, anlatabildim mi?

    4. mucize iddiası: zariyat 47. ayet modern bilim tarafından 20. yüzyılda keşfedilmiş “evrenin genişlemesi” konusuna atıf yapıyor.

    fazla oyalanmadan direkt bu 47. ayeti ve onunla bağlantılı olan 48. ayetin metnini aktaralım:

    “47 - göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.
    48 - yeri de döşedik. (bak) ne güzel döşeyiciyiz!”

    diğer mealler için: http://www.agnostik.org/…da-ara.php?sure=51&ayet=47 & http://quran.com/51/47

    birincisi, görüleceği üzere, bir başka şark kurnazı muhammed esed hariç, yine başka hiçbir mealci “as sama” kelimesini “evren” (bugün anladığımız şekliyle) diye çevirmiyor. (aslında komik: ben de, inandığım dini mantıklaştırmak için zorlandığım, ıkındığım zamanlarda - ki, ergenlik dönemime denk geliyor - hep muhammed esed mealine başvurmuşumdur. çok şükür ki ben ergenlik dönemimi atlatabilmiş birisiyim.) bir sonraki ayette allah’ın yeri nasıl döşediği anlatıldığına göre, burada da yine sadece insanların yukarıya ve aşağıya baktıklarında gördükleri şeylere işaret edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

    ikincisi, şuradan kopyalıp yapıştırıyorum (biraz sıkıldım, ondan):
    mucize iddiacılarının yaptığı şuna benzemektedir: mesela türkçe bir eserde (aslında cömertlik anlamında) “onlar ki elleri geniştir” gibi bir cümle yer alıyor ve varsayalım ki günün birinde uzayda elleri gerçekten de (maddi anlamda) geniş/enli olan akıllı varlıklar bulunuyor. bu durumda birisinin çıkıp da “bakın işte, bu eserde “eli geniş” ifadesi geçmekte. demek ki eserin yazarı bunu ta o zamandan bilmiş. bu bir mucizedir” demesi ne denli gülünç ise “kuvvetli, takatlı” olma ve “bol bol nimet vererek sıkıntıları, darklıkları açma, çözme” anlamında kullanılan arapça bir ifade kalıbını -günümüzün bilimi, evrenin genişlemesinden yola çıkıyor diye- sözlük anlamıyla yorumlamak o denli gülünçtür.

    kısacası, bu ayeti de, yer ve gök hakkında yukarıda yazdıklarım ve farklı mitolojik kaynakların bu konuda dediklerinin ışığında değerlendirlendirmenizi salık veririm. allah’ın çinli pangu’dan farkının kalmadığını göreceksiniz.

    --

    evet, bence bu kadar yeter. mucize iddialarını da çürüttükten sonra kısa bir özet sunalım:

    taslaman ukala biri, ama bu günah değil. (entelektüel anlamdaki) günahları ise şunlar:
    olmayan bir mağduriyetten nemalanmaya çalışmak, başkalarını “bilimi ateizm için araçsallaştırmak”la suçlayıp “bilimi islam için araçsallaştırmak”tan başka bir şey yapmamak, kendisine cevap verme durumunda olmayan yabancı bilim insanlarıyla hayali bir kavga yürütürek abdurrahman çelebilik taslamak, insanlara büyük bir özgüvenle bilimi yanlış anlatmak, kendisine doğruyu anlatmak isteyenleri ise terslemek, kuran’dan alıntı yaparken ayetleri çarpıtarak ve sonra o çarpıttıklarını bir daha çarpıtarak kendini allah’ın yerine koymak (ki, bu dini anlamda da günah olabilir, bilemeyeceğim), koskoca din ve mitoloji tarihini ya bilmeyerek ya da bilerek hasıraltı edip kendi dinini sözde “bilim” konusunda kamuoyu karşısında ayrıcalıklı bir konuma koymak...
    unuttuğum bir şey varsa, boş verin, bu kadar yeter.

    bir de şunu söyleyeyim: “allah’a ve islam’a inanıyorum, çünkü bunun doğru olduğunu hissediyorum” diyen ve işin içine bilimi karıştırmayan sıradan bir vatandaşı, taslaman gibi dinbilim tüccarlarına daima tercih edeceğim.
  • bilim hakkında bariz yanlış bilgiler vermesine rağmen, söyledikleri allah'ın kelamı ile çelişmesine rağmen, hatta ve hatta kendini allah yerine koyup kafasına göre ayet uydurmasına rağmen, dindar hayranları tarafından el üstünde tutulabilmektedir. bu yüzden mehdi olmasından şüphe etmiyor da değilim hani.

    bir de şöyle bir şey var, alakalı olabilir (bkz: bilişsel çelişki). örnek için (bkz: when prophecy fails).

    --
    (bkz: caner taslaman/@b612)
  • kendisi sanat ve islam hakkında da yine kimselerin söylemediklerini söylemiş, yine kendisine hayran bırakmıştır, bizlere sürekli islam'ın mükemmel bir din olduğunu hatırlattığı için kendisine müteşekkiriz:

    http://www.youtube.com/…4phv1gzxoah8dowmwq&index=61
  • kendini geliştirmeye çalışan biri gibi geliyor bana. iyi bir felsefecinin fen bilimleriyle de meşgul olması gereklidir bu yüzden beğeniyorum kendisini. söylemek gerekir mi bilmiyorum ama yüzünde garip bir ifade var. sanki bir anda her şey bir yanılsamaydı olum, derin bir tehassürün etkisiyle zihninizin ürettiği imajın dışında bir gerçekliğim yok benim diyecek gibi bakıyor.
  • evet. ayetleri çarpıtıyormuş. demagojiyle prim yapıyormuş. kendini allah yerine koyuyormuş. meyve? hayır, vermiyormuş.

    biz bunları entry'lerimizde yazdık. cevab veremediler.

    (bkz: caner taslaman'ın en büyük hayranıyla çelişmesi)
    (bkz: caner taslaman'ın kronolojide allah ile çelişmesi)
    (bkz: caner taslaman'ın kendini allah yerine koyması)

    not: uçmayı da bilmiyormuş, müritleri uçuruyormuş.

    --
    (bkz: caner taslaman/@b612)
  • katıldığı bir üniversitedeki sunumunda özetle "bilim ateist metodolojiye mecbur değildir!" diyen bilge kişi.

    http://www.youtube.com/…4phv1gzxoah8dowmwq&index=33
hesabın var mı? giriş yap