• 1959 yılında adnan menderes ile birlikte ışıklar askeri lisesine gelmişti. ilk orda gördüm.(ışıklar askeri lisesi 1960/61 de kapatıldı.galiba 10 yıl sonra yeniden açıldı) niçin geldiğini hatırlamıyorum. yeni bir komutan atanmıştı. belki denetleme idi. belki de askerin durumunu yoklama idi. bilemiyorum. bazı subaylar elini öptü. biz öğrenciler dış bahçede karşıladık. ellerinde beyaz eldiven vardı. biz el öpmedik. eldivenini çıkarmadan el sıkıştık. (eldiven ile el sıkışılmaz.sanırım ellerindeki karaciğer yetmezliğine bağlı veya başka nedenden oluşan lekelerin görünmesini istemiyormuş)
    fazla kalmadılar, okuldan ayrıldılar. okul komutanının mutemed adamları olduğu sonradan anlaşıldı. her önemli günde (milli ve dini bayramlarda) telgraf çekerek başta komutan olmak üzere herkesi kutlarlardı. bir süre sonra bazı sınıf subayları (binbaşı rütbesinde idiler) okuldan başka yere atandılar. derken 27 mayıs harekatı oldu. okul komutanı kurmay albay,o başka yere atanan subaylar tarafından tutuklandı...biz mezun olduk. okul kapandı.
    yine çenem düştü...yani cumhurbaşkanı iken bayar'ı görmüştüm.
  • “anzavur’u def ediniz”

    mustafa kemal adının memleket ufkunda bir ümit yıldızı gibi parlaması, birinci dünya savaşı’nda ingilizlerin çanakkale’yi zorladığı günlere rastlar.

    son osmanlı ülkesi, anafartalar’ın bu genç kahramanında bir süredir ters dönen bahtının gülümsediğini hissetti. hani, birdenbire seviliveren, yayılıveren, yü-rekleri dolduruveren şarkılar vardır; anafartalar kahramanı mustafa kemal de -yediden yetmişe- bütün ülkenin insanları tarafından dilden düşürülmez oldu.

    ben de mustafa kemal paşa’ya büyük bir asker olarak, o yıllarda inandım ve hayran oldum. birinci dünya savaşı’ndan yenik çıktık. istanbul osmanlı mebusan meclisi, itilaf devletleri tarafından kapatılıp dağıtıldı.

    ankara’da birinci büyük millet meclisi kuruluyordu. çalışmalarımı sürdürmek için oraya giderken, bursa’daki ailemi ziyaret etmek istedim.

    deniz yolundan bursa’ya gitmek tehlikelerle dolu idi. çünkü saray ve işgal kuvvetleri tarafından tutuklanmak için aranıyordum. izmit üzerinden de geçemezdim; ingilizlerin işgali altında idi. çok zahmetli bir yolculuktan sonra, bilecik üzerinden bursa’ya geldim.

    çekirge’deki evimize ineli on dakika olmamış- tı ki, kapı çalındı. gidip açtım. kapı aralığından bir el uzandı ve avucuma bir kağıt bırakıp kayboldu!.

    gelen adamın yüzünü bile göremedim. bu bir ankara telgrafı idi. “servis” derlerdi adına postahaneler! açtım, imzasına baktım:

    “heyet-i temsiliye namına mustafa kemal.”

    donakaldım. mustafa kemal paşa, beni bursa’daki evimde nasıl bulmuştu!

    beni, işgal kuvvetleri tutuklamak, malta’ya sürmek için arıyorlar, bulamıyorlardı. saray, bütün zabıta kuvvetleriyle peşimde idi, ele geçiremiyordu.

    ankara’da oturan mustafa kemal paşa, hem de telgrafla, beni çekirge’deki evimde buluyor ve bana ilk emirlerini veriyordu! saat gibi işleyen bir “haberleşme servisi” kurulmadıkça, devlet kuvvetleri tarafından ele geçirilemeyen bir insanı telgrafla bulmak mümkün değildir. bu sefer hayretime hayranlığım da eklendi. telgrafı okuduğum zaman, mustafa kemal’in, ne demek olduğunu anladım! bana diyordu ki:

    “karacabey, kirmastı (m. kemal paşa) istikametinden bursa üzerine yürü-mekte olan anzavur’un, mahalli müdafaa-yı hukuk cemiyeti ile iş birliği yaparak savletini def ediniz.”

    mustafa kemal paşa bu idi! ankara’da, bir avuç insanın ortasında oturuyor; askersiz, parasız, topsuz, tüfeksiz savaş yapı-yordu: “anzavur’u defediniz!”

    bu, heyet-i temsiliye başkanı mustafa kemal paşa ile ilk temasımdır.

    atatürk’le ilk karşılaşma

    ilk yüz yüze gelişimiz, ankara’da, büyük millet meclisi’nin başkanlık odasında oldu. meclis’e milletvekili olarak katılmak için bursa’dan gelmiştim. kendimi tanıtmak ve çalışmalara başlamak için ziyaretine gitmiştim. odasına girdim. kalabalıktı.

    mustafa kemal paşa, büyücek bir masanın arkasında vakur ve sakindi. odanın kenarlarına sıralanmış iskemlelerde milletvekilleri oturuyorlardı. odanın ortasında sivil bir genç, emrindeki birliğin nasıl bir savaş düzeni içinde bulunduğunu anlatı-yordu.

    pek de uygun olmayan bir sırada içeri girdiğimi farkettim. fakat duraksamadan mustafa kemal paşa’ya doğru yürüdüm ve tanıttım kendimi. “hoş geldiniz” dedi, eliyle yer gösterdi. yanı-na oturdum. o, ayakta, açıklamalar yapan genci dikkatle dinliyordu. ben, ilk defa gördüğüm bu genç kumandanı, bu genç devlet adamı’nı seyrediyordum. sakin yüzünden insanlara güç ve güven duygusu yayılıyordu. ara sıra odadaki milletvekillerine bakıyor, sonra yine ayakta açıklamalar yapan genci dinlemeye devam ediyordu. bu genç, sivil giyinmişti ama, besbelli bir komutandı. bir yerde mustafa kemal, gencin sözünü kesti:

    “kâfi, buyurunuz.”

    genç odadan çıktıktan sonra bize döndü. hepimizin dinlediklerini bir kaç cümle ile değerlendirdi. sonra:

    “bu gördüğünüz efendi, dedi, seksen yüz kişilik bir gönüllü birliğinin komutanı… söylediğine göre, bir tepeyi tutan irtica kuvvetleriyle karşılaşmış, kuvvetini sağ ve sol cenaha ayırmış. bir kısmı ile kendisi merkezde bulunmuş ve hücuma kalkmış. ordu muharebesini andıran bir taktik… hücumun neticesi ne olmuş?. bunu söylemiyor.. ben öyle zannediyorum ki, bu genç adam, o söylediği kuvvetlerle karşı karşıya bile gelmemiştir!”

    işte bir kumandan ki, yüzbinleri yönetmiş-tir… işte bir general ki, dünyanın en güçlü ordularına karşı zaferler kazanmıştır. işte bir devlet adamı ki, türkiye’de hesaba alınması gereken ne kadar insan varsa, nerede ve ne yaptıklarını bilmekte, beni bursa’daki evimde telgraf ile bulmaktadır. bu insan, bir gönüllü birliğinin verip vermediği şüpheli bir savaşın teferruatı için, milletvekilleri ile dolu bir odada, bütün öteki işlerini bir kenara iterek meşgul oluyor, onu realist bir görüşle değerlendiriyor, hükme bağlayıp tasnif ediyor. hiçbir şeye “küçük iş” diye sırtını çevirmeyen bu adam, besbelli ki, devlet adamı olarak yaratılmıştı.

    kaynak: bilinmeyen atatürk, celal bayar anlatıyor, ismet bozdağ, truva yayınları

    debe editi : böyle bir metnin çok beğeni alması beni çok umutlandırdı.
    özellikle gençlere söylüyorum; atatürk'ü anlamaya çalışın, anladıkça da ' nakilden değil ' aklınızla doğruyu bulacağınıza eminim.
    teşekkür ederim.
  • cumhuriyet tarihini yaşayan insandır, şahsında cumhuriyeti ve türk devletini gördüğünüz kmse denilebilir

    yaşadıklarını düşünmek bile zihni yorar, memur olarak başladığın bir hayatı bırakıp bankacılığa geçiş, savaş ve komitacılık yılları, hasbelkadar hayatta kalıp cumhuriyetin kurucu kadrosunda yer alış, üst kadrolara yükselip atatürkün gözüne giriş ve başbakanlık. müstakbel cumhurbaşkanı adaylığı ve atatürkün ölümü derken geçen 15 yıllık devrim tarihi, peşinden 12 sene tek parti vesayeti ve ikinci dünya savaşı.

    biz olsak emekli olalım artık derken hayata yeniden başlamış celal bayar

    1950 ve dp iktidarı, türkiyede yeni bir dönem başlamış, hayat değişiyor. tam 10 yıl boyunca türkiyenin cumhurbaşkanı olarak görev alınıyor. memleket bir daha inşa ediliyor. 1960 darbesi ve karmaşa peşinden geliyor. hapse atılıyorsun, yargılanıyorsun, aşağılanma idamlar derken son anda idamın eşiğinden dönüyorsun. yaş 80!

    köyüne mi çekiliyor, yok

    1971 darbesine kadar sessizlik, memleket bu arada yine alt-üst. olaylar ve 71 darbesi. sonrasında demokrat parti ile tekrar siyasete giriyor. olacak şey değil.
    10 sene yarı aktif siyasetin içinde ve sonunda iç savaşın eşiğine gelen ülkede 3.darbe oluyor. celal bayar hayatta ve bunları müşahede ediyor.

    son 6 sene biraz dinlenerek geçiyor. bu esnada 80 sonrası türkiye'yi de yaşamış oluyor.

    yani biz bunları okuyup öğrenelim diye 4 sene fakülte, sayfa dolusu kitap, saatler boyu tv izleyip dururken kendisi hepsini bizzati yaşamış.
  • başbakanlığa toprak ağası adnan menderes'i değil de büyük sadrazam köprülü mehmet paşa'nın torunu prof. dr. fuat köprülü'yü getirseydi muhtemelen bugünkü türkiye, atatürk devrimlerini tartışmaya bile gerek görmeyen, tarihinde darbeler olmayan, pkk diye bir şeyi hiç duymayan, politik hava açısından ingiltere'yi andıran bambaşka bir ülke olurdu.

    bütün türkiye 14 mayıs akşamı köprülü'yü beklerken bayar efendi "bu beni yerimden eder" düşüncesiyle menderes'i seçiverdi. vah gidene.
  • 1883'te doğmuş, 1986'da ölmüş cumhurbaşkanı.

    abimiz biraz daha zorlasa sovyetleri yıkıp, özal'ı da gömecekmiş.
  • 27 mayıs ihtilali ile görevden alınan, yassıada mahkemesi tarafından idama mahkum edilen eski cumhur başkanı. (15 eylül 1961)
    cezası daha sonra müebbet hapse çevrilmiştir. yassıada'dan kayseri bölge cezaevi'ne nakledilen bayar, 7 kasım 1964 tarihinde rahatsızlığı nedeniyle serbest bırakılmıştır. 1986 yılında da vefaat etmiştir.
    tabi serbest bıraktıran hastalık ne kadar ciddi olduğu sorgulanabilir. zira çıktıktan sonra 22 yıl daha yaşamıştır.
  • bir devlet adamından çok bir şirket adamı görünümünde olan liberal beyin. işine geldiği zaman atatürk'e yaklaşan, işine gelmediği zaman toprak ağası adnan menderes ile beraber cumhuriyet halk partisi'nden istifa ederek demokrat parti'nin kurucuları arasında kendini bulan sermaye adamı. ismet inönü gibi bir devlet adamının yanında esamesi okunmaz. cumhuriyet'in ilk yıllarında yabancı sermayeli şirketlerden siemens, zingal, ankara palas ve bir çok yerli anonim şirketle ilişkisi vardır. buradan da anlaşılacağı üzere nihai hedefi ülkeyi ve milleti kalkındırmak değil, kendi işlerini yoluna koyup, uygun koşullar çerçevesinde köşeyi dönmektir.

    ismet paşa'nın şu sözleri çok anlamlıdır:

    "bir iş ki, kimse yapamaz, devlet yapar, bunu anlıyorum. bir iş ki, özel girişim yapar, bunu da anlıyorum. ancak, devletin nüfuzunu kullanarak kişiler bankalar yapar, bunu anlayamıyorum. ben devletçilik denen şeyi anlarım, fakat dolapçılığı anlamam".
  • dersim katliamı diye zart zurt edenlerin adını pek zikretmediği
    25 ekim 1937 ile 25 ocak 1939 arası tc başbakanı.
    2. (2 ocak - 7 ağustos 1938) ve 3. (6 eylül 1938) dersim harekatlarının emirlerini veren kişi ve hatta 13 eylül 1938 tarihinde dersim'de zehirli gazlarla katliam yapıldığı yönünde haber yapan köroğlu adlı bir gazeteyi hemen kapattıran hükümetin başı.
    ayni dönemde adnan menderes chp aydin milletvekilidir.

    dersim katliami'ni tartişacaksan birazcik doğrularla tartişalim, radikal manşetindeki gibi sadece atatürk ve inönü diyerek değil.
  • cünyet arcayürek'in bir iktidar bir ihtilal adlı kitabında celal bayar ile yapılmış uzun bir söyleşi ve bayar hakkında incelemeler vardır. kitapta iddia edildiğine göre celal bayar'ın kendi ağzından 27 mayıs gecesi şu şekilde anlatılmaktadır 'hatırladığım kadarıyla'.

    sabaha doğru celal bayar, karısı tarafından uyandırılıyor. karısı aşağıda bazı hareketlenmelerini olduğunu ve silah seslerin geldiğini belirtiyor. celal bayar, tabancasını ceketinin sol dış cebine koyup köşkün alt katlarına doğru ilerliyor. yaver ile aralarında şöyle bir diyalog geçiyor :

    yaver : asker alarm halinde.
    bayar : ne duruyoruz!? çıkalım dışarıya!
    yaver: sokağa mı çıkalım dediniz ?
    bayar : tabii. vaziyet ortada. bir askeri hareket bize karşı değil mi? ne duruyoruz?
    yaver : bilmiyoruz kuvvetlerini.
    bayar: kuvvetlerini bilmek veya bilmemek meselesi yok ve şu anda önemli de değil. biz vazifemizi yapalım.

    ardından osman köksal, bayar'a kaçmasını teklif ediyor ancak bayar köşkte kalmakta diretiyor. bayar, köşke savunacak askerlerin de darbenin yanında olduğunu söylüyor ve ardından ihtilalcilerin başlarında burhanettin uluç paşa ile bir heyet yolladıklarını belirtiyor. ayrıca eli de ceketinin sol cebinde hazır bekliyor. paşa ile cumhurbaşkanı arasında şöyle bir diyalog geçiyor :

    paşa : sizi götüreceğiz, misafir edeceğiz.
    bayar : milli irade ile geldim, gitmem!

    bayar, o gergin dakikaları şöyle anlatıyor : "etrafındakilere işaret etti. tabancamı çektim ve ateş etmeyi düşündüm. dört kurşunu karşımdakilere kalan bir taneyi ise kendimedir. sonra, kan dökmeyeyim intihar edeyim diye düşündüm. tabancayı sol şakağıma dayadım. hücum edip, kaptılar. sol bileğime sarıldılar."

    birkaç gün sonra harp okulu'nda nöbet tutan subaylardan birisi bayar'a şöyle diyor : "toplu idi tabancanız, bir miktar tetiği çekmişsiniz. oynamış kurşun, orta yere gelmiş namluda. bir küçük hareket daha olsa patlayacakmış. bu halde bulduk tabancanızı."

    nedense okuduğum bu darbe anı incelemesi beni çeşitli hezeyanlara sürüklemiş, beynime kazınmıştır. ilginçtir velhasıl.
  • 3. cumhurbaşkanı, askerlerin sevdiği yalandır. asılmamasının iki nedeni vardır. türkiye idam için yaş sınırı vardır. 65 yaşın üstündeki birini asamazsınız. 1961 yılında bayar 78 yaşındı idi. ikinci neden ise atatürk'ün son başbakanını asmak yürek ister.
hesabın var mı? giriş yap